|
|
|
|
|
|
|
|
Bulgaristan
Yanbolu
Eski Cami
(+)
Ali Paşa Bedesteni
Eski Caminin hemen yanındadır.
|
|
|
|
|
hasan k.
|
Cmt 26 Tem 2008, 09:55 Bulgaristan
Sofya
Sofya Osmanlı döneminde Rumeli Beylerbeyi’nde sancak merkezidir.
Murad Hüdavendigâr zamanında fethedildi.
Bugün Bulgaristanın başkenti ve en büyük şehri olan Sofyada 36'sı cami, 37'si hayır hasenat vakfı, 11'i okul, 2'si medrese olmak üzere 173 kalem mimarî eserin bulunduğu Osmanlı kayıtlarında mevcuttur. Bu eserlerin büyük çoğunluğu yıkılmış. Örneğin 36 camiden ayakta kalanı sadece üç tane. Bir tanesi, şu anda kilise olarak kullanılırken (Kara Camii), bir diğeri Bulgaristan Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Büyük Camii (Mahmud Paşa Camii) dir. Üçüncüsü ve en önemlisi de tarihimizin en büyük mimarı, Mimar Sinan'ın imzasını taşıyor. 1566 tarihli Molla Efendi Kadı Seyfullah Camii veya Banyabaşı Camii. Bugün itibariyle Sofyanın ibadete açık tek camii burası. Camiye uzaktan yavaş yavaş yaklaşınca kendinizi sanki Bursa'daymış gibi hissediyorsunuz.
Sofyadaki Milli Kütüphanede pek çok Osmanlı elyazması ve kayıtları bulunuyor. Bunların çoğu, tarihte yaygın olarak duyduğumuz, trenlere yüklenerek hurda kâğıt olarak satılan Osmanlı Arşivleri. Burası böylelikle Osmanlı arşivlerini barındıran dünyanın önemli kütüphanelerinden biri olmuş. Bizim koruyamadığımızı onlar muhafaza altına almışlar. Bu nedenle de ayrıca teşekkür etmeliyiz onlara.
Seyfullah Efendi Camii (Banyabaşı Camii)
(+)
(+)
(+)
(+)
(+)
(+)
(+)
|
|
|
|
|
hasan k.
|
Cmt 26 Tem 2008, 10:33 Filibe
FİLİBE : Bulgaristan’da Bir Müze Şehir
(+)
Safranbolu’yu gördünüz mü hiç? Ya Bursa’yı, Kula’yı, Beypazarı’nı? Hiç gezdiniz mi Birgi’deki Çakır-ağa Konağı’nı? Bunların tümüne yahut bir kısmına evet diyebiliyorsanız, Filibe’ye aşinasız demektir. Zamanın ve onca kasıtlı tahribatın, Osmanlı izlerini hala silemediği Filibe sokaklarını gezerken bir an nerede olduğunuzu unutup, Anadolu’nun tarih kokan bu sokaklarından birinde gezdiğinizi düşünebilirsiniz. Zaten Filibe (Plovdiv) de bu benzerliği çoktan keşfedip kardeş olmuş Istanbul ve Bursa ile.
Bugün Plovdiv olarak adlandırılan Filibe, Bulgaristan’ın güney kesiminde, yukarı Trakya Ovası’nda ve Meriç Nehri’nin iki tarafında yer almakta. Burası aslında altı tepe üzerine kurulmuş bir şehir. Meriç Nehri ile merkezdeki Cuma Camii arasında kalan kısımda şehrin ticari bölümü bulunuyor. Nüfusu yaklaşık 350 bin olan bu yerleşim birimi, Sofya’dan sonra Bulgaristan’ın en büyük şehri durumunda. Aynı zamanda, önemli bir ticaret ve kültür merkezi konumunda. 1999 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen bu şehrin geçmişi oldukça eskilere dayanıyor. Şehir, 1361 yılında Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa tarafından fethedilince, adı “Filibe” olarak anılır olmuş. 1878’deki Osmanlı-Rus savaşından ve Bulgaristan’ın bağımsızlığından sonra da ‘Plovdiv’ olarak değiştirilmiş şehrin adı.
Bugün Anadolu’dan Avrupa’ya giden yol üzerinde bulunan Filibe’nin, ya da bugünkü adıyla Plovdiv’in bizim için tarihi bir önemi var. Osmanlılar döneminde Filibe tam bir Türk şehri karakterinde gelişme göstermiş. Burayı fetheden Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, ilk olarak Meriç üzerinde bir köprü yaptırmış ve çeltik yetiştirmeye oldukça elverişli olan şehrin hemen kuzeyindeki araziye pirinç ektirerek bölgeye bu ziraatı tanıtmış. Zamanla şehir, devlet sınırlarının iç kısmında kalarak önemli ticari ve ekonomik merkezlerden biri haline gelmiş. 15. yüzyılın ilk yarısında, Anadolu’dan getirilen Türk aileleri buraya yerleştirilmiş ve Filibe, Rumeli Beylerbeyinin merkezi olmuştur. Şehri birkaç kez ziyaret etmiş olan ünlü seyyahımız Evliya Çelebi, buranın Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki en büyük on şehrinden biri olduğunu ve her gün daha da zenginleştiğini kaydediyor.
Ne var ki, Osmanlı’dan ayrılmasından sonra hızlı bir şekilde hem Müslüman nüfus azalmış, hem de onlara ait binaların sayısı. O tür eserlerin, bir dönem kasıtlı olarak yok edilmeleri ile de, Osmanlı döneminde inşa ettirilen çok sayıda cami, medrese, han, hamam ve kervansaray gibi yapılardan sadece birkaçı gelebilmiş günümüze. Bunlardan birisi halkın “Ulu Cami” veya “Cuma Camii” dediği Hüdavendigâr Camii. İlk olarak 1425 yılında Murad Hüdavendigâr’ın yaptırmış olduğu bu eser, bir deprem sonucu yıkılmış ve 1785’de 1. Abdülhamid tarafından yeniden yaptırılmış. Şehrin diğer önemli bir yapısı, Beylerbeyi Gazi Şehabeddin Paşa’nın yaptırdığı cami, medrese, han, hamam ve mutfaktan oluşan külliye idi. Ancak, Şehabeddin Paşa’nın Filibe’de yalnızca “İmaret Cami” ayakta kalabilmiştir.
Bunlara karşılık, Doğu Avrupa’nın en eski saat kulelerinden biri burada Sahat Tepenin yanında bulunuyor. Ve ne ilginçtir ki, saati hala çalışıyor, bu kulenin. Günümüzde, üç tepe üzerinde oldukça güzel bir mimari yapılar grubu halinde ayakta duran bu müze şehir, geleneksel evleri ile Türk ve Bulgar yapı işçiliğinin uyumlu bir örneği olarak görülüyor. Osmanlı’nın kurduğu bir mahalle aslında burası. Bunu evlerin tarihlerine bakarak da anlamak mümkün. Görkemini sade stilinde bulan bu mimari biçim, bugün ‘Plovdiv Barok tarzı’ olarak isimlendiriliyor ve tahmin edebileceğiniz gibi, mevcut yapıların hiçbirinde Osmanlı’dan söz edilmiyor. Fakat biraz farklı bir gözle bakınca, bunun çok da önemli olmadığını anlıyorsunuz bir Türk olarak. Zira o ruhu iliklerinize kadar hissediyorsunuz zaten. İşte bu tarihi dokuyu gelecek nesillere bırakmak amacıyla evler restore edilmiş. 150’den fazla kültür-evinden oluşan bu yapılar topluluğu, tam bir müze görünümünde. Bugün evlerin her biri müze, galeri, atölye, lokanta gibi işlevler görüyor. Her odaya güneşin girebileceği şekilde konumlandırılmış pencereleri ile ahşap tavanlı bu yapılar, oymacılık sanatının en güzel örneklerini de barındırmakta. Duvarlar polikromatla dekore edilmiş.
Filibe ismine aşina bizler için, Plovdiv adına alışmak biraz güç ama Eski Plovdiv’in Safranbolu’yu andıran küçük ve dar sokaklarında dolaşırken, çevrenin havasına alışmak çok kolay. İşte kulağıma uzaktan “Kâtibim” şarkısının melodisi geliyor. Gezi grubunda, benden başka Türk olmadığı için, bir sokak çalgıcısının santurundan çıkan bu melodi kuşkusuz onlara tanıdık gelmiyor. Bense, çalgıcının hemen yanına yanaşıp, -İngilizce olarak- bu şarkıyı nereden öğrendiğini soruyorum. O da kendisinin Türk kökenli olduğunu söylüyor. Sonra konuşmamıza Türkçe olarak devam ediyoruz. Çalgıcı, bozuk Türkçesiyle benimle konuşmaktan memnun olduğunu söylüyor. Elbette, benim de memnuniyetimi ifade etmeye gerek var mı? Neyse... Şarkıyı bitirince vedalaşıyorum onunla.
Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında yürürken, binaların cephelerinin mavi ve beyaza boyanmış duvarları ile, ağaç kepenkli ya da demir korkuluklu pencereler hep birer tanıdık gibi çıkıyor karşıma.. Yaşlı ağaçların gölgesi altında kalmış sağlam bahçe duvarları ve ağır kapılar arkasında sanki saklı bir hazine gibi duruyor evler. Bahçelerden fışkıran meyve ağaçları, asma ve incirler, Bulgarca ismi de aynı olan, herdemyeşil şimşirler ile güller ve çimenler manzaranın estetiğini tamamlıyor.
Hüdavendigâr Camii’ni gezerken güneydoğu duvarında hala işlevini sürdüren bir güneş saati birçok ziyaretçi gibi benim de dikkatimi çekiyor. Filibe sokaklarını gezerken, vaktin ne çok ilerlediğini fark ediyorum bu saati incelerken. Belki gezilip görülecek yerini bitiremedim ama ayrılmak zorunda olduğumu biliyorum elbette. Ve şehri geride bıraktığımda, merkezinde Osmanlı’nın hoş bir hatırası olarak kalan Ulu Camii’nin uzaklardan fark edilen güzel minaresi ile doğunun hala mistik havasından ve güzelliğinden izler taşıyan bir şehir siluetinin hayali kalıyor gözlerimin önünde.
http://www.ekolojimagazin.com/?s=magazin&id=210
Hüdavendigâr Camii, Kurşunlu Han, Bedesten - Filibe
Bedesten-Filibe
Hüdavendigâr Camii-Filibe
(+)
(+)
(+)
Lala Şahin Paşa Camii-Filibe
Buradaki Türk evleri ve mahalleleri görünce kendinizi Anadolu'da hissediyorsunuz.
(+)
(+)
(+)
(+) |
|
|
|
|
hasan k.
|
Cmt 26 Tem 2008, 11:01 Bulgaristan
Şerif Halil Paşa Camii-Şumnu
(+)
Vidin Kalesi
Osman Bey Kütüphanesi-Vidin
Vidin Köprüsü
Tarihi Tren-Ruscuk
Osmanlı Devleti'nde ilk tren yolu Varna ile Rusçuk arasında yapılmıştır.
Saat Kulesi-Dobruç
Tuna Nehrinde Romanya sahilinde bir Türk eseri
|
|
|
|
|
hasan k.
|
Cmt 26 Tem 2008, 11:10 Bosna
Bosna
Fatih Sultan Mehmed döneminde, 1463’te fethedilen topraklara huzur ve hoşgörüyü beraberinde getirmiştir. Osmanlı’nın adil ve hoşgörülü idaresi karşısında Bosna halkı, kendi rızasıyla İslâmiyet’i kabul etti. Avrupa’nın göbeğinde Osmanlı’nın havasını solumak, Osmanlı’dan izler görmek isteyenler için Bosna görülmesi gereken bir ülke. Başkent Saraybosna’da bir süre sonra kendinizi bir Anadolu şehrinde dolaştığınızı sanıyor, insanların yüzünde beliren tebessümleri ve yabancılara gösterilen misafirperverliği görüyor, Avrupa’da olduğunuzu hatırlamıyorsunuz bile. Evleri, sokakları, Başçarşısıyla tarih konuşuyor burada. Osmanlı mimarisiyle yapılmış evleri, medreseleri, köprüleri, hamamları ve neredeyse her sokakta bulunan camileri ile Osmanlı havasını soluyoruz. Bir mahallede 74 cami bulunabiliyor. Saraybosna, mimari açıdan Osmanlı şehirlerinin genel yapısı gibi dağların yamaçlarına kurulmuş. Evler yamaçlara kurulunca tarım tam ortada kalan geniş ovalarda yapılmış. Yamaçlardaki hiçbir ev diğerinin manzarasını kapatmıyor. Bu topraklarda 500 yıllık bir ortak tarihimiz var. Bursa’dan itibaren ecdat yadigarı tarihi eserlerin en çok bulunduğu, Avrupa’ya en yakın bölge Bosna. Tarihimiz, eserlerimiz Bosna’da o kadar korunmuş ki, sokak isimleri aynen kalmış. “Çıkmaz Sokak, Soğuk Pınar, Evliya Çelebi” bunlardan sadece birkaçı. Cuma hutbelerinin bazıları Osmanlıca okunmakta.
Saraybosna (Sarayova)
(+)
(+)
(+)
(+)
(+)
Bir Kabristan-Saraybosna
(+)
Bir Türk Evi-Saraybosna
(+)
Başçarşı-Saraybosna
(+)
En son hasan k. tarafından Cmt 26 Tem 2008, 16:28 tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |