|
|
|
|
|
|
|
|
Filibe - Cuma Camii Tarihçesi
Filibe, Truva’nın çağdaşı olarak kurulmuş Balkanların en eski şehirlerinden biridir. Homeros ve Heredot eserlerinde Filibe’deki yaşantıyı anlatırlar.Trak’ların kurduğu bu kentin bilinen ilk adı Evmopilia’dır .Özellikle bal ve şaraplarıyla ünlenmişti. M.Ö. 342 yılında Makedonyalı II. Filip bu küçük yerleşimi fethetmiş ve kentin surlarını genişletmiştir. M.Ö. 72 yılında tamamiyle Romalıların eline Cuma Camii Meydanı geçmiş ve adı Trimontium (üç tepeli kent) olarak değiştirilmiştir. Bu dönemde Filibe çok önem kazanmış ve Meriç vadisinin merkezi haline gelmiş ve şehircilik olarak gelişmiştir. İdare binaları, tapınaklar, hamamlar, tiyatro, stadyum ve Preatorium (Vali Konutu) inşa edilmiştir.
Daha sonra Bizans imparatorluğunun bir parçası haline gelen şehir Jüstinyen döneminde (527-565) yenilenmiştir. Bu dönemdeki en önemli değişiklik VI. Yüzyılın ortalarında Slavların yerleşmesiyle kentin tüm etnik yapısının değişmesidir. Bu dönemden sonra kentin adı bu günkü ismine yakın Ploudin olarak da kullanılmaya başlamıştır.
Bulgaristan Krallığı kurulduktan sonra 812 yılında Kurum Han tarafından sınır kenti haline getirilmiş ve Bizans’la sürekli bir çatışmanın merkezi olmuştur. Ortaçağ boyunca haçlıların bir istasyon merkezi olarak kullanılmıştır.
Osmanlıların 1359 da Rumeli’ye geçmesi ile Avrupa ticaret yollarının üstünde stratejik bir konuma ve çok zengin bir ovaya hakim olan Filibe Osmanlılar için çok önemliydi. 1361 yılında Edirne’nin fethinden sonra Balkanların kapıları Osmanlılara daha çok açılmıştı.
Lala Şahin Paşa 1364 yılında Filibe’yi fethetmiştir. Anadolu’dan getirilen Türk aileleri iskan edilmiştir. Fatih'in veziri Şehabettin Paşa döneminde Rumeli Beylerbeyliğinin merkezi olmuştur. Bu tarihten itibaren kent tamamı ile Osmanlı kimliğine bürünmüş Türk Ordularının Osmanlı-Rus savaşından sonra 16 Ocak 1878 de Filibe’den çekilmesine kadar böyle kalmıştır.
Osmanlı’nın Balkanlardaki hakimiyetinin sona ermesi ile birlikte 500 yılda yapılan mimari esrelerimiz ve kentin Türk kimliği yok olmaya başlamıştır. Evliya Çelebi, Filibe’de 53 adedi cami olmak üzere 250’nin üzerinde Türk eseri olduğundan söz eder. Bugün bunlardan sadece Hüdavendigar Camii ile İmaret Camii (Şehabettin Paşa Camii) ayaktadır. Diğerlerinin çoğu ilk Rus işgalinde yıktırılmış, kalanlar da zaman içinde yok olmuşlardır.
Hüdavendigar Camii 1364 yılında Filibe’nin fethinden sonra yapılan ilk camidir. Edirne vakıf kayıtlarından ve Evliya Çelebi'nin söylediklerinden Ayverdi’ninde vardığı sonuç I. Murat vakfiyesi içinde olmalıdır.
4/1995 sayılı Kararname ile Bulgaristan Milli Mimari Kültür Anıtı ilan edilen yapı bu gün kendi adı ile anılan Cuma Camii meydanında ve Filibe’nin en önemli alışveriş merkezinin başlangıcındadır. Osmanlı döneminde ise yine alışveriş merkezinin Meriç Nehri'ne doğru başlangıç noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Camiden sonra Pazar, bu gün varolmayan Kurşunlu Han, İmaret camii ve köprü ile bütünleşmektedir.
Yapı ilk kurulan kent ile daha sonra Roma döneminde kurulan kentin kale duvarlarının ve stadyumun kalıntılarının yanında tepenin yamacına inşa edilmiştir Yapıyla ilgili en detaylı bilgiyi Ayverdi'de bulmaktayız.
Kuzey tarafındaki ana girişten 12 basamakla girilen yapı 20x 40 metre dış ölçülerinde ve ulu cami tipindedir. Orta aks üzerinde üç kubbe her iki yanda ise üçer tane çapraz tonoz ile örtülmüştür.Kubbeler 8.60 mt açıklıkları olan kare dört ayağa oturmuştur. Ayaklar 2.60 mt. ölçülerinde ve kare planlıdır. Yan sahınların genişlikleri 5.60 mt.dir. Yapının iç yüksekliği kemer altlarında kadar 7.90 mt.ye , kubbe iç altlarında ise 13.40 mt.’ye varmaktadır. Böyle bir cami için oldukça basıktır. Yapının ana girişi dışında iki girişi daha bulunmaktadır. Bunlardan mihrabın solundaki kapıya dışarıdan baktığınızda örgü sistemi ve malzeme olarak ana yapıyla aynı görünmektedir. Ana girişin sağındaki kapı ise yapının tüm tekniğine aykırı olarak 18. Yy.da meydan oluşmasıyla yapılmış olmalıdır.
Yapıda zemin seviyesinde batı tarafı ile doğu tarafında üçer tane olmak üzere alt seviyede pencereler mevcuttur. Ancak bunların tamamıyla sonradan açıldığı sanılmaktadır. Çünkü hepsi yarım basık kemerler ve basit sövelerle yapılmıştır. Ayrıca her pencere üstündeki tepe pencereleriyle aks olarak tutmamaktadır. Pencerelerin yanlarında görülen eski kemer ve söve izlerinin ise altlık pencere olmadığını I. Murat dönemi yapılarındaki genel benzerlikle ifade etmektedir. Mihrap tarafında da üç tane altlık pencere mevcuttur. Bunlarında sonradan açıldığı ve yine aynı uyumsuzlukların burada da görülebilir. Buradaki iki tepe penceresinin asıl ortadaki oval pencerenin ise sonradan büyütüldüğü anlaşılmaktadır.Yapının duvarları ve pencerelerle ilgili en önemli konu eğer alt pencereler asıl değilse ve onların yanında görülen kemer ve pencere gibi izlerin gerçek anlamı nedir. Çünkü eğer bunlar Ayverdi'nin dediği gibi ise mihrap tarafında süs için çökertme nişler olur, ama yan cephelerde ise benzer süsler tepe pencerelerinde de vardır o zaman batı tarafında açılmayan tepe penceresinin sistemi bozduğu görülüyor, bu tam anlaşılamıyor.
Yapının içinde 3.50 mt eninde ahşap kadınlar mahfeli vardır. Şu andaki hünkar mahfili, müezzin mahfili, kürsü ve üzeri sıvanmış minber gibi geç dönem ve kötü bir ahşap işçilikle yapıldığı ve yağlı boya ile boyandığı görülmektedir. Orta kubbenin altında merkezden kaçık sonradan konduğu anlaşılan bir havuz bulunmaktadır. Caminin içi 1234 (1818) tarihine ait Edirneli Seyyid Nakşibendi Mustafa’ya ait olduğu sanılan bir süsleme vardır. Bu süslemenin altında yer yer ikinci hatta üçüncü kat sıvanın varlığı görülmektedir. Ancak henüz araştırma yapılmadığı için süsleme ile ilgili kesin bir bilgi yoktur.
Ahşap kaplamalı cephesi olan son cemaat mahallinin çatısı da ahşap örtülüdür.Bu bölümden son cemaat mahalli hakkında karar vermek mümkün değil, ancak yapının bu bölümünün en çok değişen yeri olduğu anlaşılmaktadır. Hatta Evliya Çelebi şu anda oniki basamakla girilen camiye altı basamakla girildiğinden söz eder. Bu da bize yapının bu tarafında başka bir meydan ve giriş kotu olabileceğini ve zaman içinde değiştiğini belirtiyor.Bazı kaynaklarda caminin önündeki beş çok yerinin 1199 (1785)’de I. Abdülhamit döneminde geçirdiği büyük onarımdan sonra değiştiği anlaşılıyor. Son cemaat mahallinin altında şimdi lokanta olarak kullanılan bir mekan, onunda altında buranın mutfağı olan sonradan yapıldığı söylenen mekanlar vardır.
Yapı 1.80 mt. ye varan taş tuğla karışık duvar tekniğiyle örülerek yapılmıştır. Antik kentin eteklerine kurulduğu için mihrap tarafı ile giriş arasında yaklaşık 4.00 mt. lik bir kot farkı bulunmaktadır. Ana duvarlar ile kubbe ve tonoz etekleri dört sıra kirpi saçak ile dönülmüş ve üzerleri kurşun kaplanmıştır. Tuğla ile iki renkli olarak baklava dilimi örgülü yapılmış olan minaresinin şerefeye kadar yıkıldığı daha sonra yeniden yapıldığı bilinmektedir.
Yapı esas olarak antik çağda yapılan kale duvarlarıyla, Roma döneminde yapılan stadyumun kısmen üzerine kurulmuştur. Binanın temel ve zemindeki durumunu anlamak için açtığımız muayene çukurlarından yapının temelinin altında farklı yönlerde ve farklı boyutlarda yapı kalıntılarına rastlanmıştır, ancak bunların henüz kesin olarak neye ait olduğu anlaşılamamıştır.Ancak bir taraftan sur duvarının diğer taraftan da stadyumun bazı duvarlarına oturabileceği tahmin edilmektedir. Çünkü stadyumun imparator locasının altındaki giriş yolu geniş bir kavis çizerek cami altına doğru girmektedir.
1980 yılında yapılan kazılarda camiye birkaç metre yaklaşınca kazı durdurulmuş ve cami iç mekan kotunun 4.00 mt. altındaki bu seviyeden yukarıya istinad duvarı yapılmış ve meydan bu duvarın üzerine beton platform olarak yapılmıştır. Ayrıca bu yolun iki yanındaki kolon kalıntısı gibi görünen ayakların Roma su kemerine (aqueduct) ait olduğu söylenmektedir. Camide esas olan bozulmalar duvarlardaki derin çatlaklardır. Özellikle kubbelerde ve batı duvarı ile doğu duvarındaki düşey sayısız çatlak bulunmaktadır.
1928 yılında Filibe ve çevresinde 7.4 şiddetinde bir deprem olmuştur. Yapıdaki çatlakların bu dönemde oluştuğu söylenmektedir. Ayverdi 1970’lerde incelediği yapının cephelerini ağaçlar yüzünden göremediğini ifade ediyor. Ancak içeriden de bir gördüğünden çatlaktan söz etmiyor . Bu nedenle bunun 1980’deki stadyum kazısı sırasında yapıya çok yaklaşılması nedeniyle olmuş olabilir. Ancak bu da tek neden değildir. Çünkü yapının rutubet, temel seviyesindeki drenajlar gibi çeşitli dış etkenlerden etkilenmiş olması muhtemeldir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|