Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize o saygıyı duygu planında, fikir planında, eylemli olarak tüm eylemlerimiz ve davranışlarımızla gösterelim ve bilelim ki ulusal benliğini bulmayan uluslar başka uluslar için birer avdır.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Balkan Müslümanlarının Türk'lüğü
"Türk", "Müslüman" ya da "Osmanlı" kelimeleri aynı anlama geliyorlardı ve Boşnaklar bu kavramlarla özdeşleştirildikleri için düşman sayılıyorlardı. "Türk" ya da "Osmanlı" kavramı, Türkiye'nin etkisini sınırlarının çok ötesine taşıyan büyük bir
vizyonun adıdır. Balkanlar da olduğu gibi...
Bugün başta Sırplar olmak üzere diğer tüm Balkan milliyetçileri, Boşnakları, Arnavutları ya da Pomakları, yani etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını "Türk" olarak tanımlamakta sakınca görmüyorlar. Bunun nedeni ise, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar'daki tüm Müslümanların, aralarında yaşadıkları Hıristiyan uluslardan ayrı bir "millet" olarak algılanmaları. Bu "millet"in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüğü ifade etmese de, "Türk Milleti"... Florida Üniversitesi'nden Balkan tarihçisi Maria Todorova, bu durumu şöyle açıklıyor:
"Balkan milliyetçiliği Ortodoks Hıristiyanların birliğini parçalarken, öte yandan tekvücut ve değişmez bir Müslüman cemaati imajı üretmiştir ve bunu da "millet" kavramı bazında görmektedir. Bir başka deyişle, Balkanlardaki Hıristiyan halklar kendi aralarında milliyetçilik kıstasına göre ayrımlar geliştirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiş gibi davranmışlar ve bu yönde bir söylem geliştirmişlerdir. Bu Hıristiyan uygulamasının en açık örneği, Balkanlar'daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayrım yapmadan, "Türk" denmesidir. Bu, bölgede hala çok yaygın olan bir kullanımdır."
Balkanlarda Asıl Hedef Türk-İslam Medeniyeti
Öte yandan, Balkan Müslümanlarının geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadıkları için ve Balkanlar'daki ulus-devlet oluşumları tarafından dışlandıkları için, kendilerini ayrı bir "millet" sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuşlardır.1
Todorova'nın da belirttiği gibi, Balkan Müslümanları için dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerinden çok daha öncelikli olmuştur. Bulgaristan'da da durum böyledir; "Bulgar Müslümanları" olarak tanımlanabilecek olan Pomaklar kendilerini Bulgarlar'dan çok Türklere yakın hissederler. Bosna'daki durum daha da belirgindir; Sırplarla ya da Hırvatlarla tamamen aynı etnik kökene sahip olan ve aynı dili konuşan Boşnaklar, bu iki halkla hiç bir zaman bütünleşmemiş, kendilerini hep Osmanlı ekseninde görmüşlerdir.
Balkan uzmanı Eran Frankel, aynı durumun Makedonya için de geçerli olduğunu vurgular. Frankel'e göre, "Makedonyalı Müslümanlar hiç bir zaman Makedonyalılık adına İslam'ı geri plana atmış ya da reddetmiş değildirler. Aksine, çoğu kez kendi Slavlıklarını reddetmişler ve Slav olmayan bir İslam kimliğini benimsemişlerdir."2 Yine Frankel'e göre Makedonya'daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, kendilerine Slav kimliğini benimsemektense, "Türk" olarak tanımlanmayı tercih ederler.3
İşte bu nedenle de, Türkiye'nin Balkan yarımadasındaki "uzantısı" olan halklar, yalnızca birkaç milyonluk Balkan Türkü değil, nüfusları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarıdır. Çoğu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bu insanlar, kendilerini aynı dili konuştukları Sırplar'dan ya da Bulgarlar'dan çok Türklere yakın hissetmektedirler.
Çünkü bu insanlar herşeyden önce "Osmanlı"dırlar ve Türkiye de Osmanlı'nın yegane mirasçısıdır. Üstteki satırları yazan Maria Todorova, bu konuda şöyle söyler:
"Türkiye'nin Balkanlar'daki etkisi oldukça komplekstir. Bu etki, öncelikle Balkanlardaki Türkçe konuşan nüfusa yöneliktir. Bu nüfusun büyük bölümü Bulgaristan'da yaşar, kalan kısmı ise çok daha az sayılarda Yunanistan, Romanya ve eski Yugoslavya'dadır. Ancak Türkiye'nin etki alanı bununla sınırlı değildir. Aynı zamanda Slav diliyle konuşan Müslümanlar da Türkiye'nin etki alanı içindedirler".4
Todorova, Türk-olmayan Balkan Müslümanlarının kendilerini Türklükle özdeşleştirme eğilimlerine gösterge olarak ilginç bir noktanın daha altını çizer: 20. yüzyıl boyunca Balkanlar'dan Türkiye'ye göç eden Slav Müslümanlar (Arnavutlar dahil), Türk kimliğini benimseyerek Türk toplumu içinde asimile olmuşlardır. Bu durum, Todorova'ya göre, "Osmanlı mirasının Türk etkisine dönüşmesinin açık bir örneğidir".5
Kuşkusuz bu tarihsel gerçek Türkiye açısından son derece önemli bir stratejik avantajdır. Tüm Balkanlar'da, aslında etnik olarak "Türk" olmamalarına karşın, kendilerini "Türk" olarak gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfus vardır. Bu "fahri soydaşlarımız"ı bize bu denli bağlayan unsur ise, Osmanlı mirasıdır.
İşte Türkiye'nin Osmanlı kimliğine sahip çıkması gerektiğini, çünkü bunun Türkiye için büyük bir stratejik avantaj oluşturduğunu söylemekle tam da bunu kastediyoruz. "Osmanlı" kavramı, Türkiye'nin etkisini sınırlarının çok ötesine taşıyan büyük bir vizyonun adıdır. Bu, Balkanlar'da olduğu gibi Ortadoğu'da da böyledir.
"Türkleşmiş" Slavlara Soykırım
İşin önemli bir diğer yönü ise, Balkan Müslümanlarının "Türklüğü"nün aynı zamanda onların düşmanları tarafından da kabul görmesidir. Bu nedenle sözkonusu düşmanlar, kendileriyle aynı etnik kökenden gelen ancak kültürel olarak "Türk" olan bu insanlara karşı tarih boyunca "etnik temizlik"ler düzenlemişlerdir.
Balkanlar'daki Slav Müslümanların düşmanları tarafından "Türk" olarak görülmelerinin en somut örneği, Sırplar'ın Boşnaklar'a karşı besledikleri nefrette ortaya çıkar.
Sırplar, Osmanlı'nın bölgeye hakim oluşuna dek güçlü bir Krallığa sahiptiler. Ancak 1389 yılındaki Kosova Savaşı, bu Krallığın sonunun başlangıcı oldu. 1459 yılında Sırp Krallığı tümüyle ortadan kaldırıldı ve tüm Sırp toprakları kesin olarak Osmanlı egemenliğine girdi.
Sırplar, Osmanlı karşısındaki yenilgilerini hiç bir zaman kabullenemediler. Zaman içinde Sırpların mağlubiyetini "seçilmişlik"le kutsayan farklı efsane ve inançlar gelişti. Özellikle Kosova Savaşı hakkında ilginç inançlar üretilmişti.Bosnalı Müslümanlar, Sırpların gözünde, birer haindiler. Onları "İslamlaşmış Sırplar" olarak algılıyorlardı. Bosnalıların, Sırplara verilen "seçilmişlik" payesini bırakarak, kendilerini Osmanlı'ya sattıklarını düşünüyorlardı.
600 Yıllık Nefret
Bu kompleks ve nefretler, yüzyıllar boyunca bilinçaltında kalmış, ancak dağlara çıkarak Osmanlı'ya karşı direnen "haiduk" (haydut) çetelerinin anılarıyla yaşamıştı. Osmanlı ordularının 1683'teki Viyana bozgununun ardından, Bosnalı Müslümanlara karşı duyulan nefret fırsat buldukça eyleme dönüşmeye başladı. İlk kan, 1702 yılında Karadağ'da döküldü. Başkent Çetine'deki sivil Müslüman nüfusa karşı gerçekleştirilen katliama Istraga Poturica (Türkleşmiş olanların imhası) adı verilmişti. Boşnaklar aslında "Türk" değil, sadece Müslüman olmuşlardı, ama bu ikisi Balkanlar'da aynı anlama geliyordu.
Sırp milliyetçiliğinin 1980'lerdeki yükselişinde de hep aynı tema kullanıldı. "Türk", "Müslüman" ya da "Osmanlı" kelimeleri aynı anlama geliyorlardı ve Boşnaklar bu kavramlarla özdeşleştirildikleri için düşman sayılıyorlardı. Sırbistan'ın radikal milliyetci lideri Slobodan Miloseviç'in Kosova Savaşı'nın 600. yıl dönümünde Kosova'nın başkenti Piriştine'nin yakınlarındaki Gazimestan adlı ovada gerçekleştirdiği ünlü mitingin de teması yine aynıydı. Miloseviç 600 yıl önce yaşanan Kosova yenilgisine atıfta bulunmuş ve "bir daha yenilmeyeceğiz" demişti. Düşman yine aynıydı; Osmanlı. Nitekim mitingin yapıldığı alanın yakınlarında bir yere önceden kan renkli koca bir anıt kondurulmuş ve üstüne de Prens Lazar'ın şu sözleri kazınmıştı:
Her kim ki Sırp ve Sırp kökenlidir
Ve Kosova Ovası'na Türklerle savaşmaya gelmez
Onun ne erkek, ne dişi, zürriyeti olmasın
Onun hasadı olmasın.
1389-1989
Tüm bunlar, Balkan Müslümanları kadar İslam aleyhtarı Balkan milliyetçilerinin de İslam ve Türk kavramlarını özdeşleştirdiklerinin işaretleridir. Bu iki kavramı birleştiren ortak zemin ise, elbette ki Osmanlı kimliğidir.
Türkiye'ye Osmanlı'dan kalan büyük bir Balkan insiyatifi vardır. Bu bölgede varolan Türk-İslam kimliği, Türkiye'nin önündeki tarihsel bir sorumluluktur. Bu insanları korumak ve harekete geçirmek Türkiye için ciddi bir etki alanı oluşturabilir. 1912'ye kadar bizim olan topraklar üzerinde güçlü bir işbirliği kurmak, doğal bir hak ve sorumluluktur. Türkiye, Balkanlar'da bu şekilde bir etki alanı oluşturmakla diğer dış politika yönlerinde, Orta Asya, Kafkaslar ve Ortadoğu'da büyük bir stratejik avantaj ve siyasi güç elde edecektir.
|