OSMANLININ İLK DÖNEMLERİNDE TÜRK VE BALKAN KÜLTÜRLERİNDE ETKİLEŞİM
Doç. Dr. Erman ARTUN
Ç.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
Bilinen eski çağlardan bu yana insanlar dünyada çeşitli uygarlıklar
kurmuş, her ulus kendi tarihini oluşturmuştur. Yaşanılan coğrafi
yer, komşuları, sosyal ve kültürel yapısı toplumların tarihlerini
etkilemiştir. Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla
birlikte ağırlıkla Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde
bulunmuşlardır. Anadolu Balkanlar ekseni Orta Asya’dan göçler
sonunda oluşmuştur. Türklerin ana vatanı Orta Asya olmakla birlikte
bu gün bu kavram değişmiş görevi Anadolu üstlenmiştir. Türkler
tarihin genel akışı içinde Orta Asya’dan Anadolu’ya geçip Ortadoğu
ve Anadolu’nun tarihini değiştirmiştir. Geçtikleri yerler gibi
geldikleri Anadolu ve Balkanlarda insanlarla, coğrafyayla
bütünleşmişler ve dost olarak yaşamışlardır. Gittikleri yerlerdeki
kültürleri koruyarak oralara adalet, hoşgörü ve uygarlık
götürmüşlerdir.
Balkan yarımadası, bir coğrafya parçası olarak adını dahi Türkçe’den
almış, Türk kültürüne beşik olmuş, Türk, Slav ve Germen
kültürlerinin dönem dönem hakimiyet mücadelelerine sahne olmuş bir
bölgedir. Bir coğrafi terim olarak Balkan “sıradağ” ya da “dağlık”
anlamındadır. Halen coğrafya, tarihi coğrafya, siyasi ve kültürel
coğrafya deyimi olarak kullanılmaktadır. Balkanlar; Avrupa’nın
güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya,
Yunanistan ve Türkiye’nin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır.
Türkler; MS. 4. yüzyılda Batı Hun Türkleri’nin yerlerinden kopmaları
ve Orta Avrupa’ya gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar . Bu
yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa dünyasının biçimlenmesine ve
bu günkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Kuzeyden ve güneyden
gelen Türkler 13. yüzyıl içinde Avrupa’da birleşir. Türk kültürünün
bu coğrafyada etkisi bu yıllara dayanır (Yıldırım,1998:8).
Balkan tarihi bilinen Türk tarihi kadar eskidir. XI. ve XII.
yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlara gelip
yerleşirler. Hunlardan itibaren çeşitli Kıpçak Türk boylarının
yanısıra Oğuz Türk boylarının da farklı zaman dilimlerinde bölgeye
yerleşmeleri ve kültür katmanları oluşturmalarıyla belirlenmiş bir
tarihtir (Özönder;2001:203-209). Erken dönem Osmanlı kaynakları
fetih siyaseti çerçevesinde Anadolu’daki Türk unsurunun Balkanlara
getirilip iskan edildiğini haber vermektedir. 14 yy. ve 15yy.da
gerçekleştirildiği anlaşılan bu iskan hareketi özellikle erken
dönemde zorunlu bir göçtür (Şahin,2001:639.
Osmanlıların Balkanlara yerleşmeleri üç şekilde olmuştur. 1. İlk
fetihler sırasında Anadolu’daki yakın bölgelerden yeni alınan
yerlere devlet eliyle göçmen nakledilmesi. 2. Fetihlere gönüllü
olarak katılan gazi-alperenler ve gaza için gelen aşiret
mensuplarının bir bölümünün fethedilen kalelerde muhafız olarak
bırakıp bir bölümünün de istedikleri yerlere yerleştirilmesi. 3.
Kolonizatör Türk dervişlerinin stratejik noktalarda kurdukları tekke
ve zaviyelerin faaliyetleri ve çevrelerinde yerleşim merkezleri
kurulması (Alp,1989:47). Balkanlarda tekke ve zaviyeler yalnızca
dini-tasavvufi kurumlar olmayıp birer sosyal, siyasi, iktisadi,
askeri, ilmi ve kültürel kurumlardır. Osmanlı-Türk kültürü
Balkanlara gelince Balkan kültürüyle karşılaştığı yerler kültürel
canlanma yaşamıştır. Bu yerlerde ortak Balkan kültürünün temelleri
atılmıştır (Yazıcı, 2001:135).
Balkanlarda asıl ve kalıcı ilişkiler Osmanlıların
kuruluş yıllarından itibaren Osmanlıların bu topraklara ayak
basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve Rumeli
Fatihi olarak da anılan Süleyman Paşa’nın 1354 yılında Çanakkale
Boğazı’nı geçerek Gelibolu’ya adım atmasıyla fetih hareketi
başlamıştır (İsen,1997:513; Öztuna,1990:17). 13. yüzyıl ortalarında
Moğol istilasından kaçan Horasan erenlerinden Sarı Saltuk ile
sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek
Dobruca dolaylarında 10-12 bin kişilik bir İslam topluluğu
oluşturmuştur.
Türkler 1354 yılında Gelibolu üzerinden Balkan yarımadasına geçerek
1361 yılında Edirne’yi fethettikten sonra başta üç küçük Bulgar
krallığı olmak üzere feodal devletleri yıkıp Balkanları ele
geçirdiler. Balkan yarımadasının Osmanlı hakimiyetine bu kadar
çabuk girmesi ve hakimiyetin yıllarca ciddi bir muhalefetle
karşılaşmadan devam etmesi siyasi, sosyal ve kültürel nedenlere
dayanmıştır (Karpat,1992:25-32).
Osmanlı devletinin siyasi bakımdan gelişmesinden bir süre sonra
kültürel gelişmeler başladı. Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri
belli uzaklıklarla izler. Bir şehir siyasi anlamda ne kadar
gelişirse kültürel gelişme de bunun doğal sonucu olarak kendini
gösterir. Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve
Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu
şehirlerde vermiştir. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli
fatihleriyle büyük ölçüde Balkanları yurt tutan siyasi yapı bu kez
oralarda kültürün gelişip serpilmesine imkan hazırlamışlardır.
İstanbul’un fethine kadar Osmanlı devletinin önemli kültür
merkezleri Bursa dışında Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi,
Üsküp, Manastır, Filibe, Selanik, Belgrat, Prizren ve Priştine gibi
Rumeli coğrafyasında yer alan şehirlerdir. Osmanlı kültür
coğrafyasında Anadolu’daki kültür merkezleri İstanbul’un fethinden
sonra oluştu (İsen, 2001:116).
Türk Kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en önemli
kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin oluşmasını
sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur (Saatçı,1996:42).
Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden şekillenen ve
oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Balkanlarda yerli
halkın kültürünü etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Halk kültürü
ögeleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin
bütünüdür. Halk kültürü ürünleri yaşadığı toplumun dokusu, milletin
söz sanatındaki sembolüdür (Fığlalı,1996:3).
Balkan yarımadasının dağlık oluşu kültür, dil ve geleneklerin çok
farklı bir biçimde gelişmesine neden olmuştur. Balkanlar kendine
özgü özellikler gösterir. Coğrafya toplumlar arası iletişimi
güçleştirdiği için her bölge kendine özgü kültür, dil ve din
gruplarının gelişmesine sahne olmuştur. Balkanlardaki karmaşık halk;
kültür, dil, din mozayiğinde Osmanlı Türk kültürü birleştirici bir
unsurdur. Balkanlar dini, kültürel karşıtlıklar yeridir. Balkanlara
kök salarak yerleşen Türkler geleneklerini, göreneklerini ve
dinlerini koruyarak yaşamışlardır.
Balkan yarımadası Osmanlıların eline geçtikten sonra Balkanlardaki
halkların yaşama biçimleri gelenek görenekleri, kültürleri, Türk
dilinin yaygınlaşması cami, hamam, medrese, tekke, türbe, çeşme,
köprü, kervansaray vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle
değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle, Türk kültürüyle iç içe
yaşayan Balkan halkları Türk kültüründen etkilenmişlerdir
(Hafız,1985:5-10).
Türkler 14. yüzyılın ortalarından itibaren Balkanlara damgalarını
vurmuşlardır. Türkler doğal olarak Balkanlardaki yerli
topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim
olarak kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges
Castellan, 14-18. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve
dinlerini değiştirmeden Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle
yetinmez, şunları da ekler: O dönemin seyyahları Balkan kentlerinin
hatta Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bile yaşama
biçiminin Türk karakterinde olduğunu belirtir. Buna göre “Selanik,
Belgrat, Sofya’da herkes çarşaf giyiyordu ve pek çok kilise kadın ve
erkekleri ayıran tahta parmaklıklarla bölünmüştü. 19. yüzyıla kadar
Belgratlı Sırp kadınlar çarşaf giyiyor kocaları da sarık sarıp
nargile içiyorlardı. 1829′da Vuk Karaciç de bunları doğrular.
Şehirde Sırplar Türk adetlerine göre yaşıyorlardı
(Castellan,1995:148). Bu konuda 1665′te Rycaut’un verdiği örnek
çarpıcıdır. Rycaut “Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan
Sofya kendi için öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin
kendilerinden daha antik görünen hiçbir şey yok” der
(Koloğlu,1999:7).
Makedonya’da ve Bosna’da Türklerin hayatlarına imrenen Hıristiyan
halk kitleler halinde İslam dinine geçiyordu. Osmanlılar akılcı
iskan politikalarıyla Balkanlarda işgal ettikleri topraklara konar-
göçer Türk oymaklarını getiriyor, şehir ve kasabalara
yerleştiriyorlardı. Ayrıca yeni yurtlarına bağlanmaları ve
hayatlarını sürdürebilmeleri için çiftçi ve zanaatı olan Türk
göçmenlere toprak veriliyordu.
Romen tarihçisi Beldiceanu günümüzde hala Türk kültürü damgasının
yaşadığını şöyle anlatmıştır (Koloğlu,1999:7). “…….Gelenekler ve
Osmanlı söz hazinesi halklarının dillerinde yaşamağa devam ediyor.
Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonyalılar, Boşnaklar,
Sırplar ve Romenlerin miras aldıkları bu hazineye bir göz atılırsa
Osmanlı uygarlığının ne derece kendini kabul ettirmeyi becerdiği ve
Balkanlardaki yaşamın bazı yönlerini şekillendirdiği fark edilir.
Bir evin mobilyası, oda eşyası, giyim, yiyecek ve kent çevresine ait
en az iki yüz kelimenin Türkçe olması anlamlıdır”. Yazarın bu
değerlendirmeyi izleyen yargısı ise daha da önemlidir. Yazar, “Doğu
Avrupa halkları üzerine vurulan bu damga, Balkanlarda yeni bir kent
uygarlığının ilk temellerini Türklerin attığını ve bu roldeki
önemlerini iyi yansıtmaktadır (Hafız,1985:5-10). Sırp araştırmacı
Milan Vasic de işin Hıristiyan çocuklara Türk ismi vermeğe kadar
vardığını, iki kültürün birbirini etkilemesi sonucu tam bir ahengin
yaratıldığını belirtiyor (Koloğlu,1999:7).
Türk halk kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş
kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerler bütünüdür. Halk kültürü
ürünleriyle yaşadıkları yöre arasında bir bağ vardır. Bu ürünlerin
şekillenmesinde tarihi ve kültürel mirasın önemli bir rolü vardır.
Gelenekler, içinde bulundukları çevrenin sosyo-ekonomik durumuna
göre davranış kalıpları geliştirirler. Kendine özgü bir halk kültürü
olan Balkanlar, Türklerin gelip yerleşmesiyle bir kültürleşme
sürecine girmiştir. Bu etkileşim günümüzde de sürmektedir.
Türk halk kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en
önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin
oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur. Türklerden
atasözlerine mani dörtlüklerinden tekerlemelere kadar Türk
dünyasıyla benzerlik gösteren bu kültür hazineleri daha uzun yıllar
Balkan Türklerinin kimliklerinin belirlenmesinde büyük rol oynamaya
devam edecektir (Saatçı,1999:42).
Türk halk kültürü çok zengin bir yapıya sahiptir. Bu
zenginlik köklerini tarihin derinliğinden almaktadır. Türkler,
Sibirya’dan, Balkanlar’a, Yemen’den Hindistan’a, Çin’e kadar çok
geniş coğrafyaya yayılmış, bu coğrafyalarda devletler kurmuş, bir
çok uygarlığa etki etmiş çeşitli uygarlıklardan aldığı kültür
ögelerini de Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk
kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır. İki binli yıllarda bu
dinamikler dünyada hareketlenmiş, çınar ağacı hem köklerinden hem
dallarından filizler vermeğe başlamıştır (Fığlalı,1996:5). Balkan
Türk kültürü, tarihsel açıdan bir geleneğin devamıdır. Osmanlı
Türkleri’nin, Balkanlara egemen olmalarıyla başlayan siyasal
bütünleşme sonrası kültür kurumlarının işlemesiyle kültürel
bütünleşme sağlamıştır. Kültür kaynaklarının Orta Asya’dan
Anadolu’ya Anadolu’dan Balkanlara uzanan çağlar boyu devam eden
süreçte Balkan Türk kültürünü şekillendirici bir etkisi vardır.
Halk kültürü ürünleri bir milletin meydana getirdiği kültürel
değerlerin bütünüdür. Her toplumun kendine özgü kalıplaşmış
değerleri vardır (Fığlalı,1996:3). Halk kültürü ürünleri halkın
kültür yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz
sanatlarındaki semboldür. Balkanlardaki Türk halk kültürü
ürünlerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi
bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi
vardır. Bu halk kültürü ürünlerinden Balkanlarda yaşayan Türk
halkının estetik modelini, beğenisini, sosyal tarihini, toplumun
ahlâk anlayışını ve örnek değerlerini öğrenebiliriz.
Balkanların Osmanlı Türk tarihinde çok önemli bir yeri ve konumu
vardır. Osmanlı Balkanlarda büyük bir uygarlık kurmuştur.
Balkanların bu günkü yeri almasında Osmanlının payı büyüktür.
Balkanlar en huzurlu dönemini Osmanlı döneminde geçirmiştir. Balkan
yüzyıllarca Türk idaresinde kaldı. Osmanlı Devletinin bıraktığı
eserlerin sayısı çoktur. Balkanlarda bir çok şehir Osmanlı döneminde
şehir haline gelmiştir. Osmanlı döneminde yapılan camiler,
kervansaraylar, konaklar, hamamlar, çeşmeler, köprüler vd. bir kısmı
günümüze de gelmiştir. Bu Osmanlı kültür miraslarında Osmanlı
mimarisi vardır.
14. - 18 . yüzyıllar arasında Balkan halkları dil ve dinlerini
değiştirmenden Türk usulü yaşamışlardır (Castellan,1995:17).
Makedonya’da ve Bosna’da Hıristiyan halkı kitleler halinde İslam
dinine geçmişlerdir. Balkan yarımadasının Osmanlılar’ın eline
geçtikten sonra Balkanlar’daki halkların yaşama biçimleri, gelenek
ve görenekleri, kültürleri Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam,
medrese, tekke, türbe, vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa
edilmesiyle değişme uğramıştır (Koloğlu,1999:7 ;
Hafız,1985:5).
Bugün Balkanlarda tekerlemeler, masallar, halk hikayeleri,
bilmeceler, atasözü ve deyimler türküler, maniler (martifal)
ninniler, ağıtlar vb. yaşamaktadır. Bir çok Türk atasözü Balkan
dillerine çevrilmiş ve kullanılmaktadır. Bir çok Türk türkü ezgisini
Balkan şarkılarında görüyoruz. Balkanlarda Türk kültürünün yöre
halkına ne denli etki ettiğinin en açık göstergesi ise onların
dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Sırpça-Hırvatça’ya yedi bin,
Makedonca’ya yedi sekiz bin, Bulgarca’ya beş bin, Rumca’ya üç bin,
Arnavutça’ya sekiz bin, Macarca ve Romence’ye de çok sayıda Türkçe
kelime girmiştir (Genç,1998:2).
15. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal alanda da
önemli olduğu bir dönemdir. Bu dönem edebiyatta da önemlidir.
Böylece Balkanlar kendilerini Anadolu’da gelişip yeniden şekillenen
Türk edebiyatının içinde bulmuştur (Kaya,1986:7). Balkanlar’a gelen
âşıklar sazını ve bağlı bulundukları âşıklık geleneğini de taşıyarak
buralara yaymışlardır. Âşıklık geleneği özellikle Müslümanlar
arasında kabul görerek Balkanlarda Balkan kültürüyle yeniden
yapılanmıştır. Çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler gelerek
tekkeler kurmuşlardır. Şehirlerde medreseler kurulmuştur.
Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Balkan divan edebiyatının ve
Balkan Türk tekke edebiyatının temellerini atmışlardır
(Hafız,1983:133-155). Balkanlarda doğmuş bir çok şair de İstanbul’a
giderek şöhret olmuşlar. Türk edebiyatının dönüm noktalarından
olan Yeni Lisan Hareketinin Balkanlar’da başlatılması Balkanların
bir dönem önemli kültür merkezlerinden biri olduğu hakkında yeterli
bilgi vermektedir.
Balkanlarda halk kültürü ürünleri, Türk kültürünün yayılmasında
önemli rol oynamıştır. Âşıklar köklü bir Balkan âşıklık geleneği
oluşturmuşlardı. Priştine, Prizren, Üsküp’te güçlü bir âşıklık
geleneği vardı. Âşık kahvehanelerinde âşık fasılları yapılıyordu.
Anadolu’dan gelen âşıklar âşıklık geleneğini Balkanlara
taşımışlardı. Balkanlı âşıklar da İstanbul’a gelerek âşık
kahvehanelerinde Balkan aşıklık geleneğinin örneklerini sunmuşlardır
Balkanlı divân şairleri hakkında bilgimiz bulunmasına rağmen âşıklık
geleneği ve âşıklar hakkında fazla bilgimiz yoktur (Hafız,1985:5-
10).
Balkan Türk edebiyatçıları Balkan’daki kültür mozayiği
ile Anadolu’dan taşınan dil, edebiyat, kimlik , kültür değerlerini
eserlerinde yansıtıyorlar. Balkan Türk edebiyatının çeşitli kültür
ve dillerle beslenmesi zenginliktir. Yazı diliyle konuşma dili
arasındaki açının daralması dilin gelişmesini sağlayacaktır. Osmanlı
sonrası Balkan Türklerinin, Türkçe ve Türk edebiyatıyla bağı kopunca
çağlar boyu süren kültür hayatı tahribata uğramış, bundan kültür ve
sanat faaliyetleri olumsuz yönde etkilenmiştir (Sağlam,1996:1-5).
Balkan Türk edebiyatı, Türk edebiyatının yanı sıra
Balkanlar’daki ulus ve halkların edebiyatlarından da yararlanarak
beslenmiştir. Balkan Türk edebiyatı; Türk edebiyatıyla, Balkan
edebiyatlarının bir sentezidir (Dzindjiç-Tanaskoviç, 1976:221-230).
Bu edebiyat dil ve ifade imkanları itibariyle Türkçedir. Ama
unutulmamalıdır ki Balkanlar’da boy verip Balkan ülkelerinin
havası içinde yetişip gelişmiştir. Bu edebiyatlar konu ve olaylara
bakış açısından yaşadıkları ülkelerin özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu nedenle Balkanlar’daki Türk edebiyatları bir yandan tarihi
geleneğimizden yararlanırken diğer yandan da çağdaş Balkan edebi
faaliyetlerinden de etkilenmektedir (İsen,1997:15).
Töreler, tarihsel, sosyal, kültürel nedenlerle ve göçlerle
değişikliğe uğrayarak çıkış zamanlarındaki asıllarından
uzaklaşabilirler. Tarih boyunca Balkanlar coğrafyası Türk dünyasında
önemli bir yer olmuştur. Balkan kültürünün coğrafi konumu ve
tarihsel bağlarıyla kendine özgü bir durumu vardır. Tarih boyunca
göçlerin çeşitli kültür ve birikimlerin Balkan kültürünü oluşturan
ana etmendir. Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden
şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü,
Balkanlarda yerli halkın kültürlerini etkilemiş, onlardan da
etkilenmiştir. Kültür, doğası gereği değişkendir. Gelenek zaman
boyutunda başka bir geleneğe dönüşür.
Osmanlının Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Türk kültürü
ve Türk dilinin etkisi azalmış, yabancı dil, kültür ve
edebiyatlarının etkisi artmıştır. Bu nedenle yeni coğrafyalarda
yeniden yapılanan Türk edebiyatı Osmanlı sonrası Türkçe ve Türk
kültürü bağı gevşeyince yabancı edebiyatların baskısı
yoğunlaşmıştır.
Sonuç:
Osmanlı devleti ve Balkanlar yüzyıllar boyunca birlikte
yaşamışlardır. Osmanlılar Orta Asya ve Anadolu kültürünü Balkanlara
taşımışlardır. Coğrafi yapının dağlık oluşu farklı dinlere
inanılması ve farklı dillerin konuşulması bu coğrafyada çeşitli
kültürlerin yaşamasına neden olmuştur. Osmanlı sonrası dönemde bu
toplulukları kaynaştıran Osmanlı kültürü olmuştur. Osmanlılar Balkan
kültürünü etkiledikleri kadar Balkan kültüründen etkilenmiştir.
Bunun sonucunda Anadolu kültüründen farklı bir Balkan kültürü
oluşmuştur. Günümüzde de bu ortak kültürün izleri vardır.
Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu kimliğine sahiptir. Bu ortak
kültürü oluşturan Balkanlar çeşitli dinleri ve dilleri bünyesinde
barındırır. Balkanlar bunca kültürel çeşitliliğine rağmen ortak
kültürel özellik gösterirler. Osmanlı-Türk kültürü bu ortaklığı
sağlamada ana etkendir. Balkanlarda yaşayanlar bir araya gelseler
aynı şeyleri yer, içerler, aynı halk oyunlarını oynarlar, aynı
türkülere eşlik edebilirler. Bu türküleri ayrı dillerde de
söylerler. Balkanlarda büyük bir kültürel olgunlaşma, büyük bir
kültürel birikim söz konusudur. Bu toplantının amacı bu ortak mirasa
sahip olma bilincidir.
Toplumların gelenek, görenek ve inanç sistemleri, sanat görüşleri,
dünyaya bakışları kültürlerini şekillendirir. Balkanlarda karşılıklı
kültürleşmeyle oluşan ortak Balkan kültürünün bir bütün olarak
yorumlanması kaçınılmazdır. Ortak Balkan kültürünün araştırılmasında
çeşitli nedenlerle geç kalınmıştır. Türkiye ve Balkanlarda yapılan
çalışmalardan uzun yıllar haberdar olunamamıştır. Bugün ortak Balkan
kültürü karşılaştırmalı yöntemle araştırılmalıdır. Araştırmacıların
kaynaklara ulaşma ve kullanmadaki problemlerine çözüm
getirilmelidir. Balkan kaynakları bir merkezde toplanıp Balkan
dillerini bilen uzman ve akademisyenlerin görev yapacağı
bir “Balkanoloji Enstitüsü” kurulmalıdır.
Bu tür toplantılar karşılıklı fikir alışverişi ve toplumların
birbirlerini daha yakından tanıması için önemlidir. Bu sempozyum bu
ortamı hazırlaması yönüyle çok yararlı olmuştur. Günümüzde kültürel
arka planı olabilen şehir azdır. Mostar’ın sempozyum yeri olarak
seçilmesi yerinde bir karardır. Şehirleri şehir yapan yalnızca imarı
değil kültürel konumudur. Atalarımızın Balkanlarda yüzyıllar boyu
birlikte oluşturdukları yaşanan ortak geçmişi, ortak kültürü yeni
kuşaklara taşımalıyız. Ortak bir tarih, kültür bilinciyle hareket
etmeliyiz. Geleceğin aydınlığı geçmişin derinliklerindedir.
OSMANLININ İLK DÖNEMLERİNDE TÜRK VE BALKAN KÜLTÜRLERİNDE ETKİLEŞİM
Doç. Dr. Erman ARTUN
Ç.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
Bilinen eski çağlardan bu yana insanlar dünyada çeşitli uygarlıklar
kurmuş, her ulus kendi tarihini oluşturmuştur. Yaşanılan coğrafi
yer, komşuları, sosyal ve kültürel yapısı toplumların tarihlerini
etkilemiştir. Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla
birlikte ağırlıkla Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde
bulunmuşlardır. Anadolu Balkanlar ekseni Orta Asya’dan göçler
sonunda oluşmuştur. Türklerin ana vatanı Orta Asya olmakla birlikte
bu gün bu kavram değişmiş görevi Anadolu üstlenmiştir. Türkler
tarihin genel akışı içinde Orta Asya’dan Anadolu’ya geçip Ortadoğu
ve Anadolu’nun tarihini değiştirmiştir. Geçtikleri yerler gibi
geldikleri Anadolu ve Balkanlarda insanlarla, coğrafyayla
bütünleşmişler ve dost olarak yaşamışlardır. Gittikleri yerlerdeki
kültürleri koruyarak oralara adalet, hoşgörü ve uygarlık
götürmüşlerdir.
Balkan yarımadası, bir coğrafya parçası olarak adını dahi Türkçe’den
almış, Türk kültürüne beşik olmuş, Türk, Slav ve Germen
kültürlerinin dönem dönem hakimiyet mücadelelerine sahne olmuş bir
bölgedir. Bir coğrafi terim olarak Balkan “sıradağ” ya da “dağlık”
anlamındadır. Halen coğrafya, tarihi coğrafya, siyasi ve kültürel
coğrafya deyimi olarak kullanılmaktadır. Balkanlar; Avrupa’nın
güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya,
Yunanistan ve Türkiye’nin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır.
Türkler; MS. 4. yüzyılda Batı Hun Türkleri’nin yerlerinden kopmaları
ve Orta Avrupa’ya gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar . Bu
yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa dünyasının biçimlenmesine ve
bu günkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Kuzeyden ve güneyden
gelen Türkler 13. yüzyıl içinde Avrupa’da birleşir. Türk kültürünün
bu coğrafyada etkisi bu yıllara dayanır (Yıldırım,1998:8).
Balkan tarihi bilinen Türk tarihi kadar eskidir. XI. ve XII.
yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlara gelip
yerleşirler. Hunlardan itibaren çeşitli Kıpçak Türk boylarının
yanısıra Oğuz Türk boylarının da farklı zaman dilimlerinde bölgeye
yerleşmeleri ve kültür katmanları oluşturmalarıyla belirlenmiş bir
tarihtir (Özönder;2001:203-209). Erken dönem Osmanlı kaynakları
fetih siyaseti çerçevesinde Anadolu’daki Türk unsurunun Balkanlara
getirilip iskan edildiğini haber vermektedir. 14 yy. ve 15yy.da
gerçekleştirildiği anlaşılan bu iskan hareketi özellikle erken
dönemde zorunlu bir göçtür (Şahin,2001:639.
Osmanlıların Balkanlara yerleşmeleri üç şekilde olmuştur. 1. İlk
fetihler sırasında Anadolu’daki yakın bölgelerden yeni alınan
yerlere devlet eliyle göçmen nakledilmesi. 2. Fetihlere gönüllü
olarak katılan gazi-alperenler ve gaza için gelen aşiret
mensuplarının bir bölümünün fethedilen kalelerde muhafız olarak
bırakıp bir bölümünün de istedikleri yerlere yerleştirilmesi. 3.
Kolonizatör Türk dervişlerinin stratejik noktalarda kurdukları tekke
ve zaviyelerin faaliyetleri ve çevrelerinde yerleşim merkezleri
kurulması (Alp,1989:47). Balkanlarda tekke ve zaviyeler yalnızca
dini-tasavvufi kurumlar olmayıp birer sosyal, siyasi, iktisadi,
askeri, ilmi ve kültürel kurumlardır. Osmanlı-Türk kültürü
Balkanlara gelince Balkan kültürüyle karşılaştığı yerler kültürel
canlanma yaşamıştır. Bu yerlerde ortak Balkan kültürünün temelleri
atılmıştır (Yazıcı, 2001:135).
Balkanlarda asıl ve kalıcı ilişkiler Osmanlıların
kuruluş yıllarından itibaren Osmanlıların bu topraklara ayak
basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve Rumeli
Fatihi olarak da anılan Süleyman Paşa’nın 1354 yılında Çanakkale
Boğazı’nı geçerek Gelibolu’ya adım atmasıyla fetih hareketi
başlamıştır (İsen,1997:513; Öztuna,1990:17). 13. yüzyıl ortalarında
Moğol istilasından kaçan Horasan erenlerinden Sarı Saltuk ile
sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek
Dobruca dolaylarında 10-12 bin kişilik bir İslam topluluğu
oluşturmuştur.
Türkler 1354 yılında Gelibolu üzerinden Balkan yarımadasına geçerek
1361 yılında Edirne’yi fethettikten sonra başta üç küçük Bulgar
krallığı olmak üzere feodal devletleri yıkıp Balkanları ele
geçirdiler. Balkan yarımadasının Osmanlı hakimiyetine bu kadar
çabuk girmesi ve hakimiyetin yıllarca ciddi bir muhalefetle
karşılaşmadan devam etmesi siyasi, sosyal ve kültürel nedenlere
dayanmıştır (Karpat,1992:25-32).
Osmanlı devletinin siyasi bakımdan gelişmesinden bir süre sonra
kültürel gelişmeler başladı. Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri
belli uzaklıklarla izler. Bir şehir siyasi anlamda ne kadar
gelişirse kültürel gelişme de bunun doğal sonucu olarak kendini
gösterir. Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve
Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu
şehirlerde vermiştir. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli
fatihleriyle büyük ölçüde Balkanları yurt tutan siyasi yapı bu kez
oralarda kültürün gelişip serpilmesine imkan hazırlamışlardır.
İstanbul’un fethine kadar Osmanlı devletinin önemli kültür
merkezleri Bursa dışında Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi,
Üsküp, Manastır, Filibe, Selanik, Belgrat, Prizren ve Priştine gibi
Rumeli coğrafyasında yer alan şehirlerdir. Osmanlı kültür
coğrafyasında Anadolu’daki kültür merkezleri İstanbul’un fethinden
sonra oluştu (İsen, 2001:116).
Türk Kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en önemli
kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin oluşmasını
sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur (Saatçı,1996:42).
Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden şekillenen ve
oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Balkanlarda yerli
halkın kültürünü etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Halk kültürü
ögeleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin
bütünüdür. Halk kültürü ürünleri yaşadığı toplumun dokusu, milletin
söz sanatındaki sembolüdür (Fığlalı,1996:3).
Balkan yarımadasının dağlık oluşu kültür, dil ve geleneklerin çok
farklı bir biçimde gelişmesine neden olmuştur. Balkanlar kendine
özgü özellikler gösterir. Coğrafya toplumlar arası iletişimi
güçleştirdiği için her bölge kendine özgü kültür, dil ve din
gruplarının gelişmesine sahne olmuştur. Balkanlardaki karmaşık halk;
kültür, dil, din mozayiğinde Osmanlı Türk kültürü birleştirici bir
unsurdur. Balkanlar dini, kültürel karşıtlıklar yeridir. Balkanlara
kök salarak yerleşen Türkler geleneklerini, göreneklerini ve
dinlerini koruyarak yaşamışlardır.
Balkan yarımadası Osmanlıların eline geçtikten sonra Balkanlardaki
halkların yaşama biçimleri gelenek görenekleri, kültürleri, Türk
dilinin yaygınlaşması cami, hamam, medrese, tekke, türbe, çeşme,
köprü, kervansaray vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle
değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle, Türk kültürüyle iç içe
yaşayan Balkan halkları Türk kültüründen etkilenmişlerdir
(Hafız,1985:5-10).
Türkler 14. yüzyılın ortalarından itibaren Balkanlara damgalarını
vurmuşlardır. Türkler doğal olarak Balkanlardaki yerli
topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim
olarak kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges
Castellan, 14-18. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve
dinlerini değiştirmeden Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle
yetinmez, şunları da ekler: O dönemin seyyahları Balkan kentlerinin
hatta Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bile yaşama
biçiminin Türk karakterinde olduğunu belirtir. Buna göre “Selanik,
Belgrat, Sofya’da herkes çarşaf giyiyordu ve pek çok kilise kadın ve
erkekleri ayıran tahta parmaklıklarla bölünmüştü. 19. yüzyıla kadar
Belgratlı Sırp kadınlar çarşaf giyiyor kocaları da sarık sarıp
nargile içiyorlardı. 1829′da Vuk Karaciç de bunları doğrular.
Şehirde Sırplar Türk adetlerine göre yaşıyorlardı
(Castellan,1995:148). Bu konuda 1665′te Rycaut’un verdiği örnek
çarpıcıdır. Rycaut “Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan
Sofya kendi için öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin
kendilerinden daha antik görünen hiçbir şey yok” der
(Koloğlu,1999:7).
Makedonya’da ve Bosna’da Türklerin hayatlarına imrenen Hıristiyan
halk kitleler halinde İslam dinine geçiyordu. Osmanlılar akılcı
iskan politikalarıyla Balkanlarda işgal ettikleri topraklara konar-
göçer Türk oymaklarını getiriyor, şehir ve kasabalara
yerleştiriyorlardı. Ayrıca yeni yurtlarına bağlanmaları ve
hayatlarını sürdürebilmeleri için çiftçi ve zanaatı olan Türk
göçmenlere toprak veriliyordu.
Romen tarihçisi Beldiceanu günümüzde hala Türk kültürü damgasının
yaşadığını şöyle anlatmıştır (Koloğlu,1999:7). “…….Gelenekler ve
Osmanlı söz hazinesi halklarının dillerinde yaşamağa devam ediyor.
Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonyalılar, Boşnaklar,
Sırplar ve Romenlerin miras aldıkları bu hazineye bir göz atılırsa
Osmanlı uygarlığının ne derece kendini kabul ettirmeyi becerdiği ve
Balkanlardaki yaşamın bazı yönlerini şekillendirdiği fark edilir.
Bir evin mobilyası, oda eşyası, giyim, yiyecek ve kent çevresine ait
en az iki yüz kelimenin Türkçe olması anlamlıdır”. Yazarın bu
değerlendirmeyi izleyen yargısı ise daha da önemlidir. Yazar, “Doğu
Avrupa halkları üzerine vurulan bu damga, Balkanlarda yeni bir kent
uygarlığının ilk temellerini Türklerin attığını ve bu roldeki
önemlerini iyi yansıtmaktadır (Hafız,1985:5-10). Sırp araştırmacı
Milan Vasic de işin Hıristiyan çocuklara Türk ismi vermeğe kadar
vardığını, iki kültürün birbirini etkilemesi sonucu tam bir ahengin
yaratıldığını belirtiyor (Koloğlu,1999:7).
Türk halk kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş
kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerler bütünüdür. Halk kültürü
ürünleriyle yaşadıkları yöre arasında bir bağ vardır. Bu ürünlerin
şekillenmesinde tarihi ve kültürel mirasın önemli bir rolü vardır.
Gelenekler, içinde bulundukları çevrenin sosyo-ekonomik durumuna
göre davranış kalıpları geliştirirler. Kendine özgü bir halk kültürü
olan Balkanlar, Türklerin gelip yerleşmesiyle bir kültürleşme
sürecine girmiştir. Bu etkileşim günümüzde de sürmektedir.
Türk halk kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en
önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin
oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur. Türklerden
atasözlerine mani dörtlüklerinden tekerlemelere kadar Türk
dünyasıyla benzerlik gösteren bu kültür hazineleri daha uzun yıllar
Balkan Türklerinin kimliklerinin belirlenmesinde büyük rol oynamaya
devam edecektir (Saatçı,1999:42).
Türk halk kültürü çok zengin bir yapıya sahiptir. Bu
zenginlik köklerini tarihin derinliğinden almaktadır. Türkler,
Sibirya’dan, Balkanlar’a, Yemen’den Hindistan’a, Çin’e kadar çok
geniş coğrafyaya yayılmış, bu coğrafyalarda devletler kurmuş, bir
çok uygarlığa etki etmiş çeşitli uygarlıklardan aldığı kültür
ögelerini de Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk
kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır. İki binli yıllarda bu
dinamikler dünyada hareketlenmiş, çınar ağacı hem köklerinden hem
dallarından filizler vermeğe başlamıştır (Fığlalı,1996:5). Balkan
Türk kültürü, tarihsel açıdan bir geleneğin devamıdır. Osmanlı
Türkleri’nin, Balkanlara egemen olmalarıyla başlayan siyasal
bütünleşme sonrası kültür kurumlarının işlemesiyle kültürel
bütünleşme sağlamıştır. Kültür kaynaklarının Orta Asya’dan
Anadolu’ya Anadolu’dan Balkanlara uzanan çağlar boyu devam eden
süreçte Balkan Türk kültürünü şekillendirici bir etkisi vardır.
Halk kültürü ürünleri bir milletin meydana getirdiği kültürel
değerlerin bütünüdür. Her toplumun kendine özgü kalıplaşmış
değerleri vardır (Fığlalı,1996:3). Halk kültürü ürünleri halkın
kültür yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz
sanatlarındaki semboldür. Balkanlardaki Türk halk kültürü
ürünlerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi
bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi
vardır. Bu halk kültürü ürünlerinden Balkanlarda yaşayan Türk
halkının estetik modelini, beğenisini, sosyal tarihini, toplumun
ahlâk anlayışını ve örnek değerlerini öğrenebiliriz.
Balkanların Osmanlı Türk tarihinde çok önemli bir yeri ve konumu
vardır. Osmanlı Balkanlarda büyük bir uygarlık kurmuştur.
Balkanların bu günkü yeri almasında Osmanlının payı büyüktür.
Balkanlar en huzurlu dönemini Osmanlı döneminde geçirmiştir. Balkan
yüzyıllarca Türk idaresinde kaldı. Osmanlı Devletinin bıraktığı
eserlerin sayısı çoktur. Balkanlarda bir çok şehir Osmanlı döneminde
şehir haline gelmiştir. Osmanlı döneminde yapılan camiler,
kervansaraylar, konaklar, hamamlar, çeşmeler, köprüler vd. bir kısmı
günümüze de gelmiştir. Bu Osmanlı kültür miraslarında Osmanlı
mimarisi vardır.
14. - 18 . yüzyıllar arasında Balkan halkları dil ve dinlerini
değiştirmenden Türk usulü yaşamışlardır (Castellan,1995:17).
Makedonya’da ve Bosna’da Hıristiyan halkı kitleler halinde İslam
dinine geçmişlerdir. Balkan yarımadasının Osmanlılar’ın eline
geçtikten sonra Balkanlar’daki halkların yaşama biçimleri, gelenek
ve görenekleri, kültürleri Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam,
medrese, tekke, türbe, vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa
edilmesiyle değişme uğramıştır (Koloğlu,1999:7 ;
Hafız,1985:5).
Bugün Balkanlarda tekerlemeler, masallar, halk hikayeleri,
bilmeceler, atasözü ve deyimler türküler, maniler (martifal)
ninniler, ağıtlar vb. yaşamaktadır. Bir çok Türk atasözü Balkan
dillerine çevrilmiş ve kullanılmaktadır. Bir çok Türk türkü ezgisini
Balkan şarkılarında görüyoruz. Balkanlarda Türk kültürünün yöre
halkına ne denli etki ettiğinin en açık göstergesi ise onların
dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Sırpça-Hırvatça’ya yedi bin,
Makedonca’ya yedi sekiz bin, Bulgarca’ya beş bin, Rumca’ya üç bin,
Arnavutça’ya sekiz bin, Macarca ve Romence’ye de çok sayıda Türkçe
kelime girmiştir (Genç,1998:2).
15. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal alanda da
önemli olduğu bir dönemdir. Bu dönem edebiyatta da önemlidir.
Böylece Balkanlar kendilerini Anadolu’da gelişip yeniden şekillenen
Türk edebiyatının içinde bulmuştur (Kaya,1986:7). Balkanlar’a gelen
âşıklar sazını ve bağlı bulundukları âşıklık geleneğini de taşıyarak
buralara yaymışlardır. Âşıklık geleneği özellikle Müslümanlar
arasında kabul görerek Balkanlarda Balkan kültürüyle yeniden
yapılanmıştır. Çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler gelerek
tekkeler kurmuşlardır. Şehirlerde medreseler kurulmuştur.
Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Balkan divan edebiyatının ve
Balkan Türk tekke edebiyatının temellerini atmışlardır
(Hafız,1983:133-155). Balkanlarda doğmuş bir çok şair de İstanbul’a
giderek şöhret olmuşlar. Türk edebiyatının dönüm noktalarından
olan Yeni Lisan Hareketinin Balkanlar’da başlatılması Balkanların
bir dönem önemli kültür merkezlerinden biri olduğu hakkında yeterli
bilgi vermektedir.
Balkanlarda halk kültürü ürünleri, Türk kültürünün yayılmasında
önemli rol oynamıştır. Âşıklar köklü bir Balkan âşıklık geleneği
oluşturmuşlardı. Priştine, Prizren, Üsküp’te güçlü bir âşıklık
geleneği vardı. Âşık kahvehanelerinde âşık fasılları yapılıyordu.
Anadolu’dan gelen âşıklar âşıklık geleneğini Balkanlara
taşımışlardı. Balkanlı âşıklar da İstanbul’a gelerek âşık
kahvehanelerinde Balkan aşıklık geleneğinin örneklerini sunmuşlardır
Balkanlı divân şairleri hakkında bilgimiz bulunmasına rağmen âşıklık
geleneği ve âşıklar hakkında fazla bilgimiz yoktur (Hafız,1985:5-
10).
Balkan Türk edebiyatçıları Balkan’daki kültür mozayiği
ile Anadolu’dan taşınan dil, edebiyat, kimlik , kültür değerlerini
eserlerinde yansıtıyorlar. Balkan Türk edebiyatının çeşitli kültür
ve dillerle beslenmesi zenginliktir. Yazı diliyle konuşma dili
arasındaki açının daralması dilin gelişmesini sağlayacaktır. Osmanlı
sonrası Balkan Türklerinin, Türkçe ve Türk edebiyatıyla bağı kopunca
çağlar boyu süren kültür hayatı tahribata uğramış, bundan kültür ve
sanat faaliyetleri olumsuz yönde etkilenmiştir (Sağlam,1996:1-5).
Balkan Türk edebiyatı, Türk edebiyatının yanı sıra
Balkanlar’daki ulus ve halkların edebiyatlarından da yararlanarak
beslenmiştir. Balkan Türk edebiyatı; Türk edebiyatıyla, Balkan
edebiyatlarının bir sentezidir (Dzindjiç-Tanaskoviç, 1976:221-230).
Bu edebiyat dil ve ifade imkanları itibariyle Türkçedir. Ama
unutulmamalıdır ki Balkanlar’da boy verip Balkan ülkelerinin
havası içinde yetişip gelişmiştir. Bu edebiyatlar konu ve olaylara
bakış açısından yaşadıkları ülkelerin özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu nedenle Balkanlar’daki Türk edebiyatları bir yandan tarihi
geleneğimizden yararlanırken diğer yandan da çağdaş Balkan edebi
faaliyetlerinden de etkilenmektedir (İsen,1997:15).
Töreler, tarihsel, sosyal, kültürel nedenlerle ve göçlerle
değişikliğe uğrayarak çıkış zamanlarındaki asıllarından
uzaklaşabilirler. Tarih boyunca Balkanlar coğrafyası Türk dünyasında
önemli bir yer olmuştur. Balkan kültürünün coğrafi konumu ve
tarihsel bağlarıyla kendine özgü bir durumu vardır. Tarih boyunca
göçlerin çeşitli kültür ve birikimlerin Balkan kültürünü oluşturan
ana etmendir. Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden
şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü,
Balkanlarda yerli halkın kültürlerini etkilemiş, onlardan da
etkilenmiştir. Kültür, doğası gereği değişkendir. Gelenek zaman
boyutunda başka bir geleneğe dönüşür.
Osmanlının Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Türk kültürü
ve Türk dilinin etkisi azalmış, yabancı dil, kültür ve
edebiyatlarının etkisi artmıştır. Bu nedenle yeni coğrafyalarda
yeniden yapılanan Türk edebiyatı Osmanlı sonrası Türkçe ve Türk
kültürü bağı gevşeyince yabancı edebiyatların baskısı
yoğunlaşmıştır.
Sonuç:
Osmanlı devleti ve Balkanlar yüzyıllar boyunca birlikte
yaşamışlardır. Osmanlılar Orta Asya ve Anadolu kültürünü Balkanlara
taşımışlardır. Coğrafi yapının dağlık oluşu farklı dinlere
inanılması ve farklı dillerin konuşulması bu coğrafyada çeşitli
kültürlerin yaşamasına neden olmuştur. Osmanlı sonrası dönemde bu
toplulukları kaynaştıran Osmanlı kültürü olmuştur. Osmanlılar Balkan
kültürünü etkiledikleri kadar Balkan kültüründen etkilenmiştir.
Bunun sonucunda Anadolu kültüründen farklı bir Balkan kültürü
oluşmuştur. Günümüzde de bu ortak kültürün izleri vardır.
Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu kimliğine sahiptir. Bu ortak
kültürü oluşturan Balkanlar çeşitli dinleri ve dilleri bünyesinde
barındırır. Balkanlar bunca kültürel çeşitliliğine rağmen ortak
kültürel özellik gösterirler. Osmanlı-Türk kültürü bu ortaklığı
sağlamada ana etkendir. Balkanlarda yaşayanlar bir araya gelseler
aynı şeyleri yer, içerler, aynı halk oyunlarını oynarlar, aynı
türkülere eşlik edebilirler. Bu türküleri ayrı dillerde de
söylerler. Balkanlarda büyük bir kültürel olgunlaşma, büyük bir
kültürel birikim söz konusudur. Bu toplantının amacı bu ortak mirasa
sahip olma bilincidir.
Toplumların gelenek, görenek ve inanç sistemleri, sanat görüşleri,
dünyaya bakışları kültürlerini şekillendirir. Balkanlarda karşılıklı
kültürleşmeyle oluşan ortak Balkan kültürünün bir bütün olarak
yorumlanması kaçınılmazdır. Ortak Balkan kültürünün araştırılmasında
çeşitli nedenlerle geç kalınmıştır. Türkiye ve Balkanlarda yapılan
çalışmalardan uzun yıllar haberdar olunamamıştır. Bugün ortak Balkan
kültürü karşılaştırmalı yöntemle araştırılmalıdır. Araştırmacıların
kaynaklara ulaşma ve kullanmadaki problemlerine çözüm
getirilmelidir. Balkan kaynakları bir merkezde toplanıp Balkan
dillerini bilen uzman ve akademisyenlerin görev yapacağı
bir “Balkanoloji Enstitüsü” kurulmalıdır.
Bu tür toplantılar karşılıklı fikir alışverişi ve toplumların
birbirlerini daha yakından tanıması için önemlidir. Bu sempozyum bu
ortamı hazırlaması yönüyle çok yararlı olmuştur. Günümüzde kültürel
arka planı olabilen şehir azdır. Mostar’ın sempozyum yeri olarak
seçilmesi yerinde bir karardır. Şehirleri şehir yapan yalnızca imarı
değil kültürel konumudur. Atalarımızın Balkanlarda yüzyıllar boyu
birlikte oluşturdukları yaşanan ortak geçmişi, ortak kültürü yeni
kuşaklara taşımalı