Balkanlar da Yanan İlim Meş'alesi
Medrezetü'n-Nüvvap
Bulgaristan Türk eğitim tarihi içinde, Şumnu'daki Nüvvâp Okulu başlıbaşına bir yer tutar. Krallık döneminde Bulgaristan Türk azınlığının en yüksek eğitim öğretim kurumu olan bu okul çok tartışılmıştı. Zaman zaman Bulgaristan Türkleri içinde tartışmalara neden olduğu gibi, Bulgaristan Türkleri ile anavatan Türkiye arasında da sık sık konuşulmuştur.
"Nüvvâp", "Naip" kelimesinden türetilmiştir. Naip, müftü vekili veya şeriata göre hüküm veren kadı demektir. Nüvvâp Okulu da; müftü vekilleri, naipler yetiştiren bir okul anlamına gelir. Bulgaristan'da böyle bir okul açılması bir ihtiyaçtan doğmuştur. İhtiyaçlar böyle bir okulu sahneye çıkarmıştır. Bulgaristan'ın ilk kurulduğu yıllarda müftü vekilleri yetiştirmek için ayrı bir okul açılmasına gerek duyulmamıştı. Bulgar prensliği tam bağımsız değildi. Osmanlı devletine vergi veren ve padişaha bağlı bir muhtar prenslikti. Bu dönemde Bulgaristan Türkleri; din görevlisi, müftü vekili, naip yetiştirmek için İstanbul'daki yüksek medreselerde öğrenci yetiştirebilmişlerdi.
1908 yılında Bulgaristan bağımsızlığını ilân edince, iki ülke arasında tam bir sınır girdi. Artık İstanbul'a öğrenci göndermek pek kolay olmadı. Bulgaristan'da görev yapacak Türk din adamlarını, müftü vekillerini ve naipleri yetiştirmek üzere Bulgaristan'da bir okul açmak ihtiyacı zamanla daha fazla hissedildi. 1909 yılında Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanan sözleşme ile Bulgaristan müftülükleri iki devletçe düzenlendi.(1)
Bulgaristan'daki Müslüman-Türk halkının ilmî, dinî ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak için birçok ilim ve din adamına ihtiyaç vardı. Buna karşılık, bu gerekli kadroları yetiştirecek bir ilim ve din müessesesi yoktu. Bazı şehirlerde birçok medreseye rastlanıyordu ama, bunlar günün ihtiyaçlarını karşılayacak kadrolar yetiştirmekten çok uzaktı.
İlk zamanlarda Bulgaristan Türkleri mevcut kadrolarla yetindiler. Lâkin zamanla bu kadrolar bitti. Halkın ihtiyacı olan gerekli kadroları yetiştirmek için bir ilmî ve dinî kuruluşa ihtiyaç duyuldu. İşte bu ihtiyaçları karşılamak üzere, 1922 yılında Deliorman'ın merkezi sayılan Şumnu şehrinde "Nüvvâp" adında bir okul açıldı.
Aslında Nüvvâp, anavatanın Bulgaristan Türkleri'ne bir hediyesidir. Osmanlı hükümeti, Rumeli'de kalan soydaşlarını unutmamıştır. Balkan harbinde hezimete uğramasına rağmen 29.09.1913 tarihinde yapılan bir anlaşmayla müftü ve müftü naipleri yetiştirmek için hususi bir okul açılması karara bağlanmıştır. Anavatan, o karanlık günlerde bile yabancı ellerde yetim kalmış masum evlâtlarını düşünmüştür. Zamanın İçişleri Bakanı şehit Talât Paşa'nın bu uğurdaki hizmetleri unutulmayacak kadar büyüktür.
Nüvvâp Okulu esasen dinî bir mahiyet taşımakla beraber, hiçbir zaman eski manada bir medrese olarak kabul edilemez. Belki Nüvvâp, dünyada eşi bulunmayan, müstesna bir ilim ve irfan ocağıdır. Onun tek kusuru, programının çeşitli dersleri içine alması ve haddinden fazla yüklü olmasıdır. Ama, bu da bir zaruretti. Çünkü, halka öğretmen lâzımdı, pedogoji okulu yok; imam-hatip ve müftü gerek, din okulu yok. İhtiyaçlar çok çeşitli. Halbuki okul tek. O halde programının da kırkanbar olması çok tabii.
Nüvvâb'a kaynak olan Medrese-i Aliyye'de köylere imam ve hatip yetiştiriliyordu. Lise kısmından ise bütün Bulgaristan Türk okullarına öğretmen çıkıyordu. Bu takdirde pedagoji derslerinin de, tatbikatıyla beraber görülmesi, okutulması gerekiyordu. Nihayet memlekete müftü de lâzımdı. İşte lî kısmından da müftüler ve Rüştiye öğretmenleri yetiştiriliyordu.
Nüvvâp Okulu, Türk halkının eğitim hayatında çok mühim ve müspet bir rol oynamıştır. Yıllarca Bulgaristan Türkü'nün ilmî ve dinî ihtiyaçlarını karşılamıştır. Nüvvâp, Bulgaristan Türkü'nün karanlık âfâkında parlayan bir yıldızdır. Türk halkının millî ve dinî istinatgâhı Nüvvâp idi. Millî varlığımızı, benliğimizi muhafazayı da biz Nüvvâb'a borçluyuz. (2)
Nüvvâb'ın Kuruluşu
Nüvvâp Okulu, Bulgaristan Başmüftülüğü'ne bağlıydı. Başmüftülüğü ve müftülüklere, zaman zaman tutucu hocalar geldi veya getirildi. Bu hocalar Nüvvâp Okulu'nu da tutucu bir medrese haline getirmeye çalıştılar. Bu çabalarında Bulgar hükümetinden de destek gördüler. Bulgar makamları, Bulgaristan Türklerini anavatan Türkiye'den uzaklaştırma çabasıyla tutuculara arka çıktılar. Kimi hocalar, bu Bulgar politikasına alet oldular. Bu yüzden bu okula ilişkin tartışmalar hep canlı kaldı.
Ama Nüvvâp Okulu, tutucu ve gerici hocaların istedikleri veya özledikleri biçimde bir "medrese" olmadı. Resmen adı "Medresetü'n-Nüvvâp" olmakla birlikte, bu okul hiçbir zaman tamamıyla tutucu, gerici bir okul olmamıştır. Bu okulda görev yapmış değerli hocaların çoğu aydın kişilerdi. Onlar sayesinde Nüvvâp Okulu bir yandan Bulgaristan Türkleri için müftü adayları yetiştirirken, öte yandan değerli öğretmenler de yetiştirmiştir. Bulgaristan Türk azınlığı aydın kişiler çıkarabilmişse, bunu büyük ölçüde Nüvvâp Okulu'na borçludur. Türkiye'ye öğrenci gönderme imkânlarının yok denecek kadar kısıtlı olduğu bir dönemde, Bulgaristan Türk çocukları, ortaokulu bitirdikten sonra ancak Nüvvâp Okulu'na gidebilmişler ve buradaki hocalar tarafından yetiştirilmişlerdir.(3)
Nüvvâb'ın kuruluşu; Osmanlı devleti adına Talât Paşa, Mahmut Paşa ve Halil (Menteş) beyler'in imzaladığı, Bulgaristan adına Savof, Noçoviç ve Tuşef'in imzaladıkları İstanbul Muahedename'sine dayanır.(4)
Balkan Savaşı sonunda İstanbul'da imzalanan bu antlaşmanın 2 no'lu protokolünün 7. Maddesinde müftülüklerden ve okullardan söz edilirken "Nüvvâp yetiştirmek üzere bir hususi müessese dahi kurulacaktır" denilerek, müftü ve müftü naipleri yetiştirecek bir okulun açılması karara bağlanmıştı. Fakat araya giren Birinci Cihan Harbi, bu teşebbüsün gerçekleşmesine meydan vermemişti.
Nihayet harp alevleri sönmüş, ortalık biraz yatışmıştı. Türkiye ile Bulgaristan, hasbelkader bu harp esnasında aynı cephede yer almışlardı. Harp sonunda iktidara gelen Çiftçi Birliği Partisi'nin lideri Stanboliyski ile Atatürk arasında yakın bir dostluk havası meydana gelmişti.
İşte böyle bir dostluk atmosferi içerisinde, 1913 İstanbul Antlaşması'nda öngörülen okulun açılması için zamanın geldiğini ve zemininin müsait olduğunu gören zamanın Başmüftüsü Süleyman Faik, hemen harekete geçer. Nüvvâp okulunun nizamname, program ve talimatnamesini hazırlamak üzere bir heyet kurar.
Heyet, Şumnu'da Nüvvâb'ın iskeletini hazırladı. Emrullah Efendi bütün gücüyle mücadeleye başlamıştı. Belki Şeyh Yusuf Ziyaeddin Ersal (Ezherî) gibi derin bilgi sahibi değildi ama, mücadele ruhu itibariyle etraftakilerden çok daha üstündü. Emrullah Efendi, programına karşı çıkan muhaliflerin itirazlarına rağmen, Nüvvâb'ın kuruluşu olan 1922'den itibaren yirmi yıl bu okulun müdürlüğünü yaptı. Onun vefatından sonra müdür olarak Nüvvâb'ın başına Şeyh Yusuf Ziyaeddin (Şeyh Efendi) getirildi.(5) 1944'te komünistler gelince onu azat ettiler. Yerine Ahmet Hasan'ı müdür yaptılar.
Nüvvâp, 1926 yılında ilk mezunlarını verdi. 1947 yılına kadar toplam 677 öğrenci Nüvvâbı bitirdi. O yıl okulun statüsü değiştirildi ve Nüvvâp, "Gimnazya" oldu. Çok geçmeden de Nüvvâp Okulu tamamen kapatılıp tarihe karıştı.(6) Öğretmenlerin 15'i anayurda geldiler. Öğrencilerin de çoğu aileleriyle birlikte anayurda döndüler. Binası Bulgar öğrencilere yurt yapıldı.(7)
Eğitim
Kadı vekili ve müftü yetiştirmek maksadıyla açılan Medresetü'n-Nüvvâp, Tâlî ve Âlî olmak üzere iki bölümden müteşekkildi. Tâlî kısmı lise, Âlî kısmı ise yüksekokul seviyesinde idi. Tâlî kısmına ancak 1932-1933 ders yılı sonunda Maarif Bakanlığı'nca lise statüsü verildi. Başlangıçta öğretime Tâlî kısmı ile başlanmış, Âlî kısmının ise ancak 1930'da 8. öğretim yılında mümkün olabilmiştir.(8)
Esasen, Nüvvab'ın programı geniş konuları kapsayıcı olarak hazırlanmış, Türk Tarihi ve Türk Edebiyatı Tarihi gibi konuları da ihtiva etmiş olmasına rağmen, Nüvvab Okulu sadece din okulu diye yanlış tanımlayanlar da olmuştur. Bu medresede; Arapça, Türkçe ve dinî eğitim yapılıyordu. Yüksek bölümde verilen dersler, Kahire'deki el-Ezher Üniversitesi'ndeki öğrenime benzemektedir. 1927 yılına doğru Medresenin Arapça öğretmenliğini Muhammed Abduh'un eski bir öğrencisi olan Şeyh Yusuf Ziyaeddin yapmıştır.(9)
Nüvvâp öğrencilerinin resmi kıyafetleri; beyaz sarık, koyu renk ceket ve pantolondu.
|
Hasan Recep (Hasan Yeşilova)'in 1924 senesinde şumnu Medresetü'n-Nüvvap'tan Fevkalade (pekiyi) derecede ile almış olduğu Bulgarca ve Osmanlıca olarak hazırlanan icazetnamesi
|
|
Şumnu Tali Medrestü'n-Nüvvap hocaları ve1926-1927 eğitim yılı ve ikinci mezunları (Orijirali Nüvvap hocalarından Osman Kılıç'tadır) |
Öğretim Kadrosu
Okulun Âlî kısmından mezun olan Muharrem Abdullah, Osman Seyfullah (Keskioğlu), Ahmed Hasan Davud (Davudoğlu), Başmüftülük tarafından Mısır'da el-Ezher Üniversitesi'ne gönderilmişlerdi. Bunlardan başka, İsmail Mehmet (Ezherli) 1940-41 ders yılında adı geçen üç kişi ile beraber Mısır'dan dönerek Nüvvâb'a öğretmen oldular. Okulun 1926-1927 yılı öğretmen kadrosu şöyleydi:
1 - Emrullah Feyzullah (Müdür), 2 - Yusuf Ziyaeddin Ersal (Ezherî), 3 - Mustafa Hayri, 4 - Süleyman Sırrı, 5 - Halil Hasan, 6 - Ahmed Kemal, 7 - Hasip Safveti, 8 - Rüstem Cemal, 9 - Mustafa Reşit, 10- Ali Rıza.(10)
1 - Şimşir, Bilâl N., Bulgaristan Türkleri, 61-62, İstanbul-1986.
2 - Kılıç, Osman, Kader Kurbanı, 65-66, Ankara-1989. Osman Kılıç, Deliorman'da doğdu. Nüvvabı bitirdikten sonra Medrese-i Aliyye'ye öğretmen olarak atandı. Sonra da Nüvvab'a geçti. Öğretmenlerin bazı öğrencilerle Türkiye hesabına casusluk yapıyor diye tevkif olunup, müebbed hapse mahkum oldu. Ailesi 1950'de Anayurda geldi. Yıllar sonra o da mübadele suretiyle Anayurda gelerek ailesine kavuştu. Dışişlerinde görev yaptı. Kendisini tanımakla müşerref olduğum Kılıç'ın, indimde çok büyük bir değere haiz olan hocası Yusuf Ziyaeddin Ersal ve Bulgaristan hatıralarını havi sohbeti (video kaseti) arşivimde bulunmaktadır.
3 - Şimşir, a.g.e., 63-64.
4 - Bayram, Sadi- Ersal, Hayreddin, Vakıflar Dergisi, XX, 415, Ankara-1988.
5 - Kılıç, a.g.e., 69-71.
6 - Şimşir, a.g.e., 65.
7 - Keskioğlu, Osman, Bulgaristan'da Türkler, 91, Ankara-1985.
8 - Ertürk, Haşim- Eminoğlu, Rasim, Bulgaristan'da Türk-İslâm Eğitim Müesseseleri ve Medresetü'n-Nüvvâb, 31, İstanbul-1993.
9 - Popovic, Aleksandre, Balkanlarda İslâm, 87, İstanbul-1995.
10- Ertürk- Eminoğlu, a.g.e., 33.
|