|
|
|
|
|
|
|
|
Tarihin tozlu sayfalarını incelendiğinde, görülecektir ki ; Osmanlı’nın dünya coğrafyasında elinin ulaşmadığı yer nerdeyse yok gibi…
“ Cihan devleti “ iddiasında olan bir devlet için bundan başkası da düşünülemezdi zaten. Osmanlı’nın sadece bizzat hüküm sürdüğü topraklarda değil, dünyanın dört bir ucunda bir şekilde izine rastlanması, O’nun döneminin süper gücü olduğu ve tüm dünyaya bir şekilde etkilerinin ulaştığı gerçeğini doğrulamaktadır…
Günümüzün süper devletleri ABD ve Rusya’nın, bir dönemde başkalarının, kendilerinden oldukça uzakta bulunan çeşitli ülkelerde üsler bulundurması, o ülkelerin iç işlerine bir şekilde müdahale etmesi veya kültürünü empoze etmesi, kendi döneminde Osmanlı’nın dünya üzerinde meydana getirdiği küresel etkinin, günümüze yansımaları ve günümüzde uygulanış şekli olarak kabul edebiliriz…
Tabii ki bir farkla ; Osmanlı’nın amacı, dünyayı hegemonyası altına almak değil, kendi kültürünü, hoşgörüsünü dünyaya yayarak gönülleri fethetmek, günümüzün “ Süperlerinin “ amacı ise, kendi milli menfaatleri doğrultusunda, kaynaklara el koymak, ucuz yoldan kendi topraklarına taşımak, ulus devletlerin kültürlerini yok etmek ve kendine tabi uydu devletçikler kurmaktı…
Osmanlı darda kalmış, sömürülmüş, geri kalmış millet ve devletlerin yardımına koşmuş, en zor dönemlerinde bile yardım elini uzatmaktan geri durmamıştı…
Osmanlı’nın izlerine rastlandığı bir bölge de Meksika… Yenişafak gazetesinin internet sitesinde, Ali Murat Güven tarafından hazırlanan haberde, Osmanlı’nın meksika’da bile izlerinin bulunduğunu gösteriyor. İşte Osmanlı’nın Meksika macerası ;
“ Mexico City kentinin en işlek caddelerinden birinde, gövdesi İznik çinileriyle kaplı zarif bir saat kulesi yükseliyor. Bu anıtın üzerinde yer alan plaket ise Türk toplumu olarak "özgüven duygusu" açısından nereden nereye geldiğimizin acıklı bir kanıtını oluşturuyor.
Onu ilk gördüğümde gözlerime inanamadım. Türkiye'den bu denli uzaklarda, şimdilerde ülkemizin haritadaki yerinin bile doğru düzgün bilinmediği bir diyarda, bize dair, bizden izler taşıyan bir anıt. Daha doğrusu bir "kent mobilyası". Üstelik de geçen onca zamana inatla direnircesine hâlâ ilk günkü gibi tıkır tıkır çalışıyor.
Sözünü ettiğim obje, Meksika'nın başkenti Mexico City'de, kentin en işlek bölgelerinden Bolivar Caddesi'nde bulunan bir saat. Bundan birkaç yıl önce, bir belgesel film çekimi için gittiğim Meksika'da gördüm onu. Ve sınırlı zamanım içinde de heyecan içinde birkaç kare fotoğrafını çekmeyi başardım.
Bu ilginç anıtı bana elçilikten üst düzey bir yetkilinin değil, elçilik rezidansının Türk aşçısının göstermesi olayı daha da şaşırtıcı kılıyordu. Bizi kentte gezdiren Bolulu aşçı Hüseyin laf arasında -sanki çok sıradan birşeyden söz ediyormuş gibi- şu cümleleri mırıldandı: "Ağabey, biraz ilerde Osmanlılar'ın gönderdiği bir saat kulesi var. Eğer ilgini çekerse ona da bir bakarız!" İlgimi çekmek mi? Yalnızca saniyeler içinde "ilgi"den adeta patlama noktasına gelmiştim bile. Hüseyin'in sözünü ettiği kavşağa doğru ilerledik. İşte tam karşımızda duruyordu.
Dedelerimizden asırlık bir yadigar, Osmanlı insanından Aztekler'in torunlarına sıcacık bir selam...
Vakit tam da saat başıydı. O sırada içindeki gong sistemi bize selam verircesine çalmaya başladı. Çevresinde defalarca dönüp durdum. Kadranındaki rakamlar Arapçaydı. Zamanı birebir doğru göstermesinden saat bölümünde herhangi bir arızanın olmadığı anlaşılıyordu. Ön yüzüne gömülmüş olan plakette ise şu cümleyi okudum ; " La Colona Otomana a Mexico. Septembre de 1910- Osmanlı Devleti'nden Meksika'ya, Eylül 1910 “
Yıl 1909. Osmanlı Devleti'nin en bunalımlı dönemi. Hem Balkanlar hem de Anadolu için için kaynıyor. Babıali, 31 Mart ayaklanmasının yol açtığı derin siyasal çalkantıları henüz üzerinden atamamış.
30 yıl süren II. Abdülhamid Han iktidarından sonra payitahtta biraderi Mehmet Reşad var. Yeni Sultan 27 Nisan günü göreve başlar başlamaz Doğu Anadolu ve Arnavutluk'ta birbiri peşi sıra patlayan ayaklanmalar kendisine acı bir biçimde " hoş geldin " diyor. Ülke ekonomisi de berbat durumda.
Ancak bu devletin adı "Osmanlı" ve Osmanlı olmak da öyle kolay bir iş değil. Şartlarınız ne kadar çetin ceviz olursa olsun, altı yüz küsur yıllık onurlu bir geleneği ne yapıp edip yaşatmak gerekiyor.
Osmanlı devletinin yazılı olmayan anayasasının yine yazılı olmayan bir kuralına göre, dünyanın her yerindeki mazlumları, dinleri ve milliyetleri ne olursa olsun kardeş olarak kabul etmek ve onlara göz kulak olmakla yükümlüsünüz. Tıpkı Kanuni'nin François'ten gelen o çaresizlik dolu mektuba "Sakın korkma, geliyorum" cevabını verip, ardından da bütün Avrupa'yı ayağa kaldırması gibi...
İşte, Mehmed Reşad da tam o günlerde Meksika'ya karşı bu geleneksel sorumlulukla hareket ediyor. İstanbul'dan binlerce kilometre uzaktaki Aztekler'in yurdu, yakın zamanda çalkantılı bir devrime sahne olmuş ve ülke dökülen onca kanın ardından kısmen de olsa istikrarlı bir siyasal düzene geçmiştir.
Emiliano Zapata ve Pancho Villa adlı iki halk kahramanının namlarının da yavaş yavaş yayıldığı bu dönemde, Sultan Reşad Meksika'ya bir selam göndermek gerektiğini düşünür. Ardından da saraya bağlı mühendis grubuna "Meksika halkı ile Osmanlı halkının dostluğunu simgeleyecek kalıcı bir armağan hazırlamaları" yönünde talimat verir.
Mühendisler de bu emir üzerine, birkaç aylık bir çalışmanın ardından, çağdaş Osmanlı mimarisinin esintilerini taşıyan, Arapça kadranlı ve dış yüzeyi İznik çinileriyle kaplı bir kent saati imal ederler.
Saatin onu yapan uzmanlar tarafından monte edilmesi gerektiğinden, anıt denizaşırı bir gemiye yüklenir, yanına iki mühendis verilir. Ardından da gemi Sultan'ın Meksika'nın o dönemdeki Devlet Başkanı Porfirio Diaz'a selamlarını ve dostluk duygularını dile getirdiği diplomatik bir mektupla birlikte Meksika Körfezi'ne doğru yola çıkar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Mexico City'de bir büyükelçiliği var. Çok sayıda devlete ev sahipliği yapan bu kıtanın her başkentinde ayrı ayrı elçilikler açmak gücümüzü çok aştığından, bu elçilik Şili'ye kadar uzanan geniş bir havzada tüm bir Latin Amerika misyonumuzu temsil ediyor. Dolayısıyla Peru, Kolombiya, Haiti, Venezüela, Panama ve Honduras gibi bölge ülkelerine de hep bu merkez bakmakta.
Sağolsunlar, gittiğimizde yakın ilgi gösterip ellerinden gelen her türlü yardımı sergilediler. Ancak ne yalan söyleyeyim, saatin onarımı konusundaki ilgisizlikleri o zaman canımı biraz sıkmıştı doğrusu. Ayrılırken diplomatik görevlilerimize ısrarla saatin durumunu hatırlatıp, onları Ankara'dan onarım için personel ve tahsisat istemeleri için kendi çapımda kışkırttım. Çünkü, insanlar gelip geçici, bu tür kültürel simgeler ise kalıcı. 20'nci yüzyılın başlarında Mexico City'ye getirilmiş olan bu anıt, o zamandan beri Türkiye'nin ve Türk insanının tanıtımını yapıyor.
Orada biraz yaygara yaptım ama, sonradan da dönüş yolunda başka bir şey takıldı aklıma. Türkiye Cumhuriyeti'nin günümüzde dünya sathına yayılmış olan elçiliklerinin önemli bir bölümünde antetli kağıt ya da zarf temini bile bazen sorun oluştururken, kendimizi bir an hâlâ imparatorluk günlerinde sanıp Mexico City'deki ekipten çok mu şey istemiştim acaba?
Bolivar Caddesi'nin tam kavşak noktasında Meksikalılar'a 92 yıldır zamanı gösteren Osmanlı saatinin mekanizması tıkır tıkır işliyor. Ancak, aynı şeyi anıtı kaplayan İznik çinileri için söyleyebilmek mümkün değil. Çiniler, bir asıra yakın sürede oldukça zarar görmüş.
Anıtın hemen ardında bulunan modern işhanına giriyorum. Burası bir sigorta şirketinin merkezi. Güvenlik bölümünde ayaküstü sohbet etme olanağı bulduğum birkaç Meksikalı yetkili, bu anıtın "gayrıresmi hamisi" olduklarını belirtiyorlar.
Dediklerine göre çinili kısımlarda gözlenen tahribat iç savaş yıllarındaki sokak çatışmaları sırasında oluşmuş. "Bu anıt, Bolivar Caddesi'nin sembolüdür" diyor içlerinden biri, "İnsanlar burada buluşacakları zaman birbirlerine 'Türk saatinin yanında bekle' derler. Çini tamirinden hiç anlamıyoruz. Bu işi, Türk yetkililerinin gönderecekleri bir uzmanın yapmasını istiyoruz. Eğer saatin cephesi onarılırsa biz onu bir yüz yıl daha koruruz."
Daha kim bilir nerelere ulaşmıştı Osmanlı’nın şefkat eli… Bizse bıraktıklarına bile sahip çıkamıyoruz…
İsrail Filistin’de saldırılarının dozunu artırırken, hep can ve mal kayıplarından haberdar oluyorduk. Masum insanların ölmesi elbette ki çok üzücü…
Fakat bugün yayınlanan başka bir haber üzüntümüzün bir kat daha artmasına neden oldu. Haberler.com sitesinde yer alan bir habere göre, İsrail'in Gazze şehrinin Beyt Hanun Kasabası'na yönelik saldırılar sırasında yıkılan 776 yıllık tarihi bir Türk camisinden geriye hiç bir şey kalmamış !... İşte haberin ayrıntıları ;
İsrail'in Gazze şehrinin Beyt Hanun Kasabası'na yönelik saldırılar sırasında yıkılan 776 yıllık tarihi Türk camisinden geriye hiç bir şey kalmadığı bildirildi.
İsrail'in 2006 yılının Kasım ayında düzenlediği saldırıda aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 19 Filistinli sivil yaşamını yitirirken, Memluklular döneminde yapılmış olan tarihi cami de yerle bir edilmişti.
Sadece minaresi ayakta kalabilen An-Nasr Camisi'nin diğer kısımları İsrail askerleri tarafından tahrip edilirken, caminin onarılacağı ifade edilmişti.
Beyt Hanun sakinleri, onarım yapılamayınca son kalan minarenin de evlerinin üzerine yıkılması olasılığı üzerine güvenlik nedeniyle camiyi yıkmak zorunda kaldıklarını belirtirken, Filistinliler bunun tarihi yıkmak olduğu görüşünde.
İsrail'in, 2006'daki çatışmalarda bilinçli olarak bölgeyi yıktığını iddia eden Ummu Raad, "Bu cami çok eskiydi. Bütün bölgenin insanları buraya gelirdi. Bu cami İngiliz işgali altındayken de vardı. Bu camiyi benim babam temizlerdi. Bütün Beyt Hanun'da insanlar burada namaz kılmıştır. İsrailliler burayı yıktılar. Çünkü burası eski bir cami ve İsrailliler bizim tarihimizi yok etmek istiyor. Burayı İsrailliler yıkarken kimse yoktu içinde. Kimse onlara ateş açmadı ama onlar burayı yıktı " dedi.
İsrail'in, Filistinlilerin tarihini yıktığını düşünen Ebu Muhammed El Kefarna da, " bu cami 1232 yılında Memluklu Sultanı Şemsettin Sungur döneminde yapıldı. Biz bu camiye Umm Nasır (Zafer) camisi ismini verdik.
İsrailliler bütün modern şeylere hakim. Tankları, helikopterleri var. Buraya saldırdılar. Beyt Hanun'a geldiler. Bu camiyi de yıktılar. Bu cami bizim tarihimiz. Biz burası için çok üzüldük. Burası bizim tarihimiz ve her şeyimiz " şeklinde konuştu.
İnsani değerlerin zaten çoktan ayaklar altında olduğu bu coğrafyada, tarihin de yok edilmeye çalışılması, Filistin’in geleceğine yönelik kaygılarımızı daha da artırıyor…
Elimizden bir şey de gelmiyor. Sadece insaaaaaf diyoruz
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |