Bulgaristan’da Milliyetçi Parti, camilere karşı bir kampanyaya girişmiş. İki ay boyunca öğle, ikindi ve akşam ezanları başladığında onlar da çanları çalmaya başlıyorlarmış. Tabii sabah kalkmak zor geldiği için sabah ezanında ve geç olduğu için de yatsı ezanında bunu yapamıyorlarmış. Günde üç vakit çan çalma işine de ancak iki ay dayanabilmişler. Sonunda, “biz bu Müslümanlarla başa çıkamayız” diyerek pes etmişler ve çan çalmayı bırakmışlar.
Bulgaristan’dayız. İlk durağımız Samakov. Başkent Sofya’ya bağlı küçük bir şehir olan Samakov’da Rom tabir edilen esmer vatandaşlarla iftar telaşındayız. İftariyelikleri marketten temin ederken bir yandan da yaşlı, dul ve kimsesizlerden oluşan 30 kişi için kumanya malzemesi satın alıyor, bunları paketleyip dağıtımını yapıyoruz. Burada Hasan Amca ve hanımı organizatörlüğümüzü yapıyor. 30 çocuğa da kırtasiye malzemesi dağıttığımız Samakov’da komünist dönemde müzeye çevrilen Osmanlı’dan kalma Bayraklı Camisi mahzun bir edayla karşılıyor bizi. Tez zamanda tekrar aslına irca edilmesi temennisiyle ayrılıyoruz ecdat yadigârından.
Dağdan gelen buz gibi suyuyla şehir meydanındaki Osmanlı çeşmesinden oruçlu olduğumuz için su içememenin acısını iftardan sonra gidip kana kana içerek çıkarıyoruz.
Teravih namazını Sofya’daki 86 camiden geriye kalan ve faal durumdaki tek cami olan Seyfullah Efendi Camisi’nde (yanında bulunan hamamdan dolayı Banya Başı Camisi de deniyor) kılıyoruz. Ramazan ayı münasebetiyle Türkiye’den Diyanet’in gönderdiği 20 imamdan biri olan Basri Hoca’nın kıldırdığı namazdan sonra müftülüğün lojmanına çekiliyoruz.
“Biz bu Müslümanlarla baş edemeyiz”
Burada mihmandarımız Sofya bölge müftüsü Necati Ali, ilginç bir anekdot aktarıyor bizlere ve neşelenmemizi sağlıyor. Anlattığına göre, Bulgaristan’da Milliyetçi Parti, camilere karşı bir kampanyaya girişmiş. İki ay boyunca öğle, ikindi ve akşam ezanları başladığında onlar da çanları çalmaya başlıyorlarmış. Tabii sabah kalkmak zor geldiği için sabah ezanında ve geç olduğu için de yatsı ezanında bunu yapamıyorlarmış. Günde üç vakit çan çalma işine de ancak iki ay dayanabilmişler. Sonunda, biz bu Müslümanlarla başa çıkamayız diyerek pes etmişler ve çan çalmayı bırakmışlar.
Ertesi gün Türk çingenelerinin yaşadığı Boutunets mahallesine düşüyor yolumuz. Aralarında Ege şivesine benzer bir şiveyle Türkçe konuşuyorlar. Necati Bey kendilerine teravih namazlarını kılmak için üç odalı bir ev-mescit ayarlamış. Burada da 60-70 kişilik bir iftar yemeği verilecek.
Mehdi Bey’in cami yapma mücadelesi takdire şayan
Vratsa vilayeti içerisindeki Byala Slatina’ya bağlı Galiçe kasabasına geçiyoruz. Mehdi isimli zengin bir hayırseverin yaptırdığı caminin minaresini uzaktan görünce içimiz sevinçle doluyor. Çünkü buralarda cami yok denecek kadar az, olanların da minaresi yok. Mehdi Bey, dedesi ve babası adına bir cami yaptırmak istemiş, resmi prosedürleri takip ederek izinleri almaya girişmiş fakat devlet cami yapımına izin vermemiş.
Bunun üzerine Mehdi Bey’in aklına ilginç bir yöntem gelmiş, yetkililere ev yapacağını fakat yapacağı eve bir de minare eklemek istediğini söylemiş, bu şekilde izini çıkartmayı başarmış. Sekiz senede kimseden yardım almaksızın tamamladığı cami, Osmanlı camilerine benzesin diye duvarlarını kalın yaptırmış. Caminin pencere boşlukları da yine eski camiler gibi yapılmış. Biz bu kasabada da 30 civarı kumanya dağıtımı yapıp, yaklaşık 50 kişiye iftar yemeği veriyoruz. 20 kadar çocuğa da kırtasiye yardımı yaparak buradan ayrılıyoruz.
Dolni Sibar’da kalmış tek Türk olan Halide teyzeyi ziyaret ediyor, Ramazan ihtiyacını karşılaması için kendisine kumanya bırakıyoruz. Daha sonra bu köyde iftar ve kumanya çalışmalarını organize edecek olan Davut hocanın evine gidiyoruz.
Bir sonraki durağımız olan Montana vilayetine bağlı Lom ilindeki Müslüman Türk encümenliğinde oturmuş sohbet ediyoruz. Encümen Başkanı Müfide Hanım eskilerden anlatıyor. Lom şehrinde kalan yaklaşık 200 Türk’ün hayata tutundukları tek yer olan kültür merkezinde, komünist rejimden önce şehirde var olan camilerin resimlerini görünce içimiz burkuluyor. Neyse ki az sonra şu an İHH İnsani Yardım Vakfı olarak restore ettirdiğimiz Lom Mescidi’ni görünce biraz olsun ferahlıyoruz. Mescit çok sade ve temiz olmuş, inşallah zamanla burası cami olarak benimsenecek ve ileride gerekli izinler alınabilirse bir minare dahi eklenebilecek. Burada da yine 50-60 kişilik bir iftar yemeği veriyor, kumanya ve çocuklara kırtasiye malzemesi dağıtımları gerçekleştiriyoruz.
Arçar’da yıkık dökük Osmanlı camisi harabe halde. Dört duvar kalmış, çatı yok, minarenin ise şerefeden yukarısı yıkılmış vaziyette.
Ardından Ziynet teyzeye uğruyoruz. Çok güzel Türkçe konuşan Ziynet teyzeye de kumanya bıraktıktan sonra Bulgaristan’ın kuzeybatısındaki uç şehri Vidin’e doğru yola çıkıyoruz. Osman Pazvantoğlu Camisi’nde ikindi namazını kılıyoruz. Caminin hemen yanındaki tarihi Osman Pazvantoğlu Kütüphanesi de restore edilmeyi bekliyor. Kütüphanede gördüğümüz Osmanlıca okul kitapları çok ilgimizi çekiyor.
Vidin’deki iftarımızı Arçar, Belogradçık, Vidin merkez ve Vidin mahallesinden olmak üzere dört bölgeden gelen yaklaşık 80 kişiyle açıyoruz. Müftü Bey’in davetlisi olarak iftarımıza gelen Vidin Metropolitanı Piskopos Dometian Türkiye hayranı çıkıyor. Babasının İstanbul’da dülger çıraklığı yaptığı yıllardan aklında kalan ve kendisine öğrettiği “Allah pazara parasız, mezara imansız göndermesin” sözü çok hoşumuza gidiyor.
Bir sonraki gün Belogradçık’a gidiyoruz. Hacı Hüseyin Paşa Camisi’ni restore edilir vaziyette buluyoruz. Çok şirin bir görünüme sahip olan caminin restorasyonunun belediye tarafından yapıldığını öğreniyoruz.
Montana’dayız, burada da Kutlovitsa Camisi’ni harap halde buluyoruz. İnşallah yakında restorasyonu başlayacak.
Vidin’e dönüyoruz. İlk önce Romalılar, 17. yüzyılda ise Osmanlılar tarafından tekrar yapılan Baba Vida Kalesi’ni geziyoruz. Kaledeki zindanlar ve işkence aletleri dehşet verici. Bu akşamki iftarımızı da Vidin’in 15.000 nüfuslu kalabalık bir mahallesinde yapıyoruz.
Ayrılık vakti geliyor. Bizi programımız boyunca bir an bile yalnız bırakmayan Sofya Bölge Müftüsü Necati Ali Bey’le vedalaşıp memlekete doğru yola çıkıyoruz. Bize Konya kadar, Antep kadar, Trabzon kadar yakın Bulgaristan’dan; Çin kadar, Tayland kadar, Japonya kadar uzak bir diyardan döner gibi dönmenin burukluğunu yaşayarak…