Fakat kendileri Türk boylarından meydana geldikleri halde geniş bir Slav-Ortodoks kitleye egemen olmuşlardı. Sayılarının azlığı, zamanla onların bu geniş Slav-Ortodoks kültüründen etkilenmelerine sebep oldu. 864 yılında Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettiler. Slavca resmi dil oldu. Türkçe ünvanlar atıldı. Bu sırada Sırplar ile sıkı bir mücadeleye girişildi. X. Yüzyılda devlet zayıfladı ve 1018'de Bizans'ın egemenliği altına girdi. Böylece, Birince Bulgar Çarlığı ortadan kalktı. Bu tarihten sonra, Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman, Kıpçak ve Peçenekler, Bulgaristan'ın nüfus yapısına katkıda bulundular. 1185 yılında Bizans'ın etkisinden kurtulup, Misya'da İkinci Bulgar Çarlığı'nı kurdular. İkinci Bulgar Çarlığı, 200 yıl kadar bağımsız olarak yaşadı. Fakat sonra, daha büyük ve kalıcı bir gücün etkisi ile karşı karşıya kaldı. Bu güç, Osmanlı Devleti idi.
XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli'ye geçmeye başlayan Osmanlılar, Çimpi kalesinin alınması ile başlayan fetihlerine, Gelibolu ile devam ettiler. Daha sonra, İstanbul, Vize ve Edirne yönünde üç koldan ilerleyerek, yeni topraklar elde ettiler. Bu ilerleyişi desteklemek için Anadolu'dan savaşçı oymaklar getirildi ve uçlar gittikçe, geride yeni yerleşim alanları kuruldu. Daha önce ıssız ve güvensiz olan kırsal bölgeler, sosyal ve ekonomik bir canlılık içerisine girdi.
Özellikle vakıf sistemine dayanan dini ve ticari kurumlar, hem yeni yerleşim birimlerinin kurulmasında, hem de var olanların gelişmesinde, önemli bir rol oynadı. Edirne, Filibe, Serez, Üsküp, Sofya, Silistre, Tırhala, Yenişehir ve Manastır, bu türlü yerleşim merkezlerinin başında gelir. Osmanlı Devleti, küçük devletler ve derebeylerin elinde parçalanmış bulunan Balkan topraklarını, kendi idaresinde ve güçlü bir devlet çatısı altında birleştirdi. Bu arada Bulgaristan, 1363-1393 yılları arasında verilen mücadeleler sonunda, bir Osmanlı toprağı haline geldi. Bu şekilde, İkinci Bulgar Çarlığı da tarihe karışmış oluyordu.
Bulgaristan , Osmanlı yönetimi altında" güzide bir vatan toprağı" olarak işlem gördü. Çünkü Bulgaristan , Rumeli'de bulunuyordu ve bu bölge, Osmanlı fetih politikasına göre bir "dârü'l-cihâd" idi. Anadolu, Selçuklular zamanında Türk-İslâm karakterini kazanmıştı. Artık sıra, Rumeli'deydi. Bulgaristan da, Rumeli'nin İstanbul'a en yakın bölgesi olarak, bu politikadan nasibini aldı.
Şenlendirmek amacıyla kitleler halinde yapılan göçlerden sonra, Timur istilası bu göçleri daha da artırdı. Kısa zamanda Trakya, Doğu Bulgaristan, Meriç vadisi ve Dobruca, Türk nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler konumuna geldi. Filibe başta olmak üzere Vidin, Rusçuk, Ziştovi, Silistre ve Niğbolu gibi şehirler, imparatorluğun önemli merkezlerini oluşturdu. Fetih öncesinde derebeylerin elinde parçalanan topraklar birleştirildi ve "devlet malı " haline getirildi. Onu işleyen köylüler de, sürekli bir kiracı konumuna girdi. Köylü, bu kiraya ait belli birkaç vergiyi ödedikten sonra, hiçbir şekilde angarya ile yükümlü tutulmadı. Kısaca Bulgar halkı, uzun zamandan beri unutulmuş bir rahatlığın tadına kavuştu.
Kurulan yeni yerleşim birimleri; çeşitli adlar, aldı. Bunlar, kurucusunun ,yerleşen Türk oymağının, Anadolu'dan geldikleri yerin adlarıyla veya bir başka şekilde anıldı. Bu konuda, Kayı ,Menteşeli, Turahanlı, Doğancı, Hacı-Timurhan, Burhan Baba, Selman Dede ve Eskice -Pazar gibi adları sayabiliriz. Zaviyeler ve Türk dervişleri, Rumeli'nin sosyolojik fethi bakımından çok önemli bir görevi yerine getirdiler. Asıl Müslüman nüfusu, Anadolu'dan gidenler oluşturdu. Ayrıca, hem inanç tercihi, hem de hakim unsur zümresine dahil olmanın avantajlarından faydalanmak amacıyla, İslamiyet'i kabul edenler oldu.
Bulgaristan, Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde, Rumeli Eyaleti'nin önemli bir bölümü olarak yer aldı. Klasik dönemde Bulgaristan'ı, Sofya, Silistre, Vidin, Köstendil, Niğbolu, Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak görüyoruz. Bu dönemde Bulgaristan'ın önemli yerleşim birimleri şu şekildedir.Ahyolu, Akçakızanlık, Çırpan, Eskizagra, Filibe, Hırsova, Karinabad, Niğbolu, Pravadi Razgrad, Ruskasrı, Silistre, Şumnu, Tırnova, Varna, Yenizagra.
Bulgaristan, XVII. Yüzyıldan itibaren çeşitli idari birimlere bölündü. Hatta Silistre ve Niğbolu, Rumeli Eyaleti'nden ayrılarak, yeni kurulan Özi Eyaleti'ne bağlandı.
Türk İdaresi ile birlikte Rumeli'ye çeşitli tarım ürünleri de geldi. Bakır, Kurşun, Altın, Demir ve özellikle de Gümüş gibi madenlerin işletilmesinde önemli artışlar görüldü. Osmanlı ordusunun savaş hazırlıkları için yapılan geniş ölçüdeki satın almalar, bölge ürünlerinin değerlendirilmesi açısından olumlu etkiler yaptı.
Diğer taraftan saray, köprü, han, kervansaray, imaret, çeşme, su kemeri, sebil, cami, mescid, tekke, mektep, medrese, hamam, kaplıca, ılıca, bedesten, çarşı, dershane, hastahane, kütüphane ve saat kulesi olarak, Bulgaristan'da yapılan eserlerin sayısı, 3.500 civarındadır. Bu eserler, yalnız Türklerin değil, gayri müslümlerin ihtiyaçlarına yönelik sosyal kurumlar olarak da hizmet verdi. Dini eserler bir tarafa bırakılacak olsa bile, Bulgaristan'da 273 mektep, 142 medrese, 116 han, 113 hamam, 24 köprü, 75 çeşme ve 16 kervansaray yapıldığını görüyoruz.
Osmanlı Devleti, XVIII. Yüzyıl boyunca, Rusya ve Avusturya ile iki cepheli olarak çeşitli savaşlar yapmak zorunda kaldı. Bulgaristan, büyük ölçüde bu savaşlara sahne oldu. Diğer taraftan Fener Patrikhanesi'nin Bulgarları asimile etmek isteyen politikası ve yere yöneticilerin çeşitli yolsuzlukları Rumeli gibi, Bulgaristan'ı da olumsuz yönde etkiledi. Bunların sonucunda merkezi otoritenin etkisini kaybetmesi üzerine, Osmanlı idaresi ile sağlanan huzur yavaş yavaş kaybolmaya başladı. 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'ndan sonra Bulgaristan, diğer bir adlandırma ile "Tuna Boyu" Osmanlı Dünyası'nın Avrupa serhaddini meydana getirdi. Artık Bulgaristan Rus orduları tarafından bir geçiş güzergahı haline gelecektir.