|
|
|
|
|
|
|
|
İnsanoğlunun ateş ve aleti kullanmasıyla başlayan binlerce yıllık uygarlık süreci içerisinde yapmış olduğu yapıtların, günümüze ulaşan kalıntı ve buluntuların tümü, genel anlamda kültür varlığı sözcüğü ile tanımlanmaktadır (1). Dünyanın çeşitli yörelerinde uzun bir zaman süreci içerisinde oluşan, birbiri üzerine kurulmuş çeşitli kültürler insanlığın ortak mirası olarak tanımlanmaktadır. Geçmişin yaşantısını gözler önüne seren, geleceği şekillendiren bu yapıtların korunması da çağdaş insanın ortak görevlerinin başında gelmektedir.
Kültür varlıklarını kapsayan korumacılık, gelecek için sürekliliğinin sağlanması gibi bir düşünceden kaynaklanmaktadır. Günümüze gelen eski anıtları yalnızca kendi malımız olarak görmemeliyiz. Onlar öncelikle bizden önceki nesillere aittiler ve bizler, onlara zarar vermezsek gelecek kuşakların malı olacaklardır. Bu nedenle de bizler onları istediğimiz gibi kullanabileceğimiz mallar olarak görmemeliyiz. Biz yalnızca, onların gelecek nesillere ulaştıracak koruyucularıyız. Bu konuda mimarlara, sanat tarihçilerine de çok fazla işler düşmektedir. Kültür varlıklarının restorasyonu, sürekli bakımı, eski durumuna mümkün olduğunca getirebilme, adaptasyonu ve rekonstrüksiyonu da bunların başında gelmektedir. Bu tür yapıtların birtakım gruplar içerisinde toplanabilmesinin de korumacılık yönünden yarar sağlayacağı düşünülmelidir. Bunlar; kendi başına sanat yapıtı olan ve çevresini zenginleştirenler; mimari özellikleri olan veya planlama yönünden belirli bir yapı grubu içerisindekiler; teknoloji yönünden yenilik getirenler; yapıldıkları zamanı yansıtanlar; ünlü kişiler ve tarihi olaylarla bağlantılı olanlar; kent planlamasında grup değeri olanlar diye ayrı gruplar halinde düşünülmelidirler.
19. yüzyılın sonlarından itibaren tarihi anıtları korumak amacıyla birtakım yasalar düzenlenmiş, bu konuda dernekler kurulmuştur. 19. yüzyıl başlarında İngiltere'de York'ta bunların korunmasına karşı çıkanlar olmuştur. O yıllarda birçok Avrupa kentinde Ortaçağ surlarının yıkılarak iskân alanlarının genişletilmesi istenmişti. Çıkarları zedelenen bu insanlar kentlerindeki Ortaçağdan kalma bazı duvarları yıkmışlardı. Ne var ki, ressam William Etty başkanlığında birleşen bir grup bu yıkımcılara karşı çıkmış ve anıtların yaşamasını sağlamıştı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde antik yapıtlara meraklı kişilerin kurdukları derneklerin sayıca artması, eski yapıtların korunmasının başlangıcını oluşturmuştur. Bu arada yıpranan, yıkılmak üzere olan anıtların restorasyonu düşüncesi ortaya atılmıştır. Sanat eleştirmeni John Ruskin'in söylediği ilginç bir söz günümüze de ışık tutmaktadır: "Restorasyon! Restorasyondan konuşmayalım. Baştan sona yalandır o. Anıtlarımıza iyi bakalım, o zaman restorasyona gerek kalmayacaktır. Zamanında çatıya konan birkaç kurşun levha, su borusundan zamanında alınan birkaç yaprak ve dal hem çatıyı, hem de duvarları tahripten kurtaracaktır."
Dünya müzeleri arasında araştırma ve yöntemler doğrultusunda, birlik ve beraberliğin sağlanması amacıyla korumacılık konusunda bazı çalışmalar yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünya müzelerinin bilimsel kadrolarını oluşturan Uluslararası Müzeler Konseyi (International Council of Museums - ICOM), Paris'te 1947 yılında ilk toplantısını yapmıştır. Bu toplantıda müzeciliğin gün geçtikçe gelişen etkinlikleri, uzmanlık dalları, teknik incelemeler, uluslararası kongrelerin düzenlenmesi, yayınlara ağırlık verilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun yanısıra müze-bilim kavramı ilk kez ortaya atılmış, müzelerin yönetimi, objelerin ışık, böcek, nem gibi dış etkenlerden nasıl korunacağı, bunun yöntemlerinin ne olacağı tartışılmış ve ayrıca bilimsel envanterlemenin önemi üzerinde durulmuştur. Kültür varlıklarının belirlenmesinin ve korunmasının yanısıra eğitimin ne denli önemli olduğu da vurgulanmıştır. Bunun ardından Meksika'daki ICOM'a 67 devlet katılmış, onların arasında Türkiye de yer almıştır (2).
| | | | |