Mimari kilometre taşı : Bulgar Stefan Sveti Kilisesi:
Bulgar Stefan Sveti Kilisesi, Haliç’teki en görkemli tarihi yapılardan biridir. Binanın en önemli özelliği tarihteki ilk prefabrik yapılardan olmasıdır. Buna ek olarak, tarihi çelik prefabrik yapıların arasında da ayakta kalan tek yapıymış.
Hal böyle olunca biz de, Patrikhaneyi gezdiğimiz gün, hemen karşı çaprazında bulunan bu kiliseyi de gezelim istedik. Bu kiliseye daha evvel hiç gitmemiştim ama hep merak etmiştim. Kilise, Patrikhaneden 2 dakikada ulaşabileceğiniz mesafede. Yolunuz düşerse muhakkak uğrayın derim.
giriş kapısı
Kilisenin kapısına ulaştığımız zaman ne avluda, ne de kilisenin herhangi bir yerinde, kimseler yoktu. Acaba kapalı mı diye düşündük. Kapıyı biraz zorladık ama açamadık. Sonra oradan geçen roman bir ayakkabı boyacısı kapıya bağlı bir teli çekip açtı. Tabii bu iyiliği, ayakkabılarımızı boyaması olarak geri döndü J
İçeri girdiğinizde hemen solda 3 tane mezarlık görüyorsunuz, bu mezarlar daha evvel orada görev yapmış papazların mezarıymış. Kilisenin kapısından içeri girdiğiniz zaman, dışarıdan gözüktüğünden çok daha küçük bir iç mekâna sahip olduğunu görüyorsunuz. İçerisi nispeten sade... Bu kilise hakkında çok bilgim olmadığı için, kilisede turistik eşya satan Bulgar kökenli Türklerden birisi, bizim meraklı sorularımızı cevaplıyor.
ön cephe
içeriden görüntü
Günümüzde Hıristiyan, Bulgar kökenli 500 kişi kadar kalmış. Genelde ayinler Şişli’deki kilisede yapılırmış, bu kilise sadece bayramlarda ayin için açılırmış.
Cemaatin durduğu bölümün ortasında karşılıklı duran iki büyük taht var, bu tahtlara bayram ayinlerinde karşılıklı olarak Bulgar Konsolosu ve Fener Rum Patriği otururmuş.
tahtlardan biri
Hava çok soğuk, kilise de çelikten yapılmış olunca, gezimizin iç mekân kısmını kısa kesiyoruz. (Askerlik yapanlar çeliğin ne kadar soğuk olduğunu bilirler. Kilisenin tüm yapısı çelik, düşünün artık içerideki soğuğu… )
Şimdi biraz tarih bilgisi:
Bulgarlar 19. yüzyıl başlarına kadar Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı kiliselerde ibadetlerini gerçekleştirirlermiş. 19. yüzyıl da başlayan ‘Milliyetçilik’ akımlarından etkilenen Cemaat, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı kiliselerde ibadet dilinin Rumca olmasından rahatsız olmuş.
Bulgar cemaatinin önderlerinden İstefanaki Bey (Stefan Bogoridi), 1848’de Osmanlı Devlet yetkililerine başvurarak, Rum kiliselerindeki ayini anlayamadıklarını ve artık kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini belirtmiş. Rusların telkinleri ve Rum kilisesini zayıflatma isteğinden dolayı Osmanlı devleti talebe olumlu cevap vermiş.
Kilisenin uygulama projesinin yapılması 1892’de uluslararası bir yarışma ile açılmış. Yarışmayı Avusturya firması R. Ph. Waagner kazanmış. Kilise önce firmanın Viyana’daki fabrikasının bahçesinde tümüyle kurulmuş. Daha sonra sökülen yapı elemanları, Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden bir nehir teknesiyle İstanbul’a taşınmış ve 1,5 yıllık bir çalışma sonunda 1898’de ibadete açılmış.
Stefan Sveti Kilisesi, hem neo-barok ve neo-gotik tarzı hem de ilk prefabrik yapılardan biri olarak dünya mimarlık tarihinde önemli bir yer tutmaktadır, ama maalesef dünyada bir örneği daha olmayan bu yapının geleceği üzücü… Kilise, her geçen gün biraz daha Haliç’e doğru kayıyor Bu yüzden Kilise yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.
palmiye ve kilise
detay süsleri
Bize yardım eden görevlinin anlattıklarına göre Bulgaristan’daki vakıf, para toplamaya çalışıyormuş.
Şimdilik boya parası toparlanmış ve Bulgaristan’dan gelmesi bekleniyormuş. Çelik konstrüksiyonun tamiri için daha hiçbir girişim yapılmamış.
Tabii insan sormadan edemiyor: bu kilisenin bu şekildeki tarihi ve ihtişamıyla Haliç’te ayakta durması Bulgarlara mı yarar yoksa bize mi...
***Meraklısına kısa bir bilgi -- “Horus” namı-diğer “gökteki göz”:
horus
Bulgar kilisesini gezerken hem önde hem de yanda bulunan kapılarının üzerindeki üçgen içerisindeki etrafı ışıldayan göz dikkatimi çekti. Daha evvel de İstanbul’da birkaç kilisede bu sembolü görmüştüm. Ben bu sembolün masonik olduğunu biliyordum ( hatta Amerikan 1 dolarının arkasında vardır ) ve zannederdim ki masonların toparladıkları paralarla inşa edilmiş kiliseler bunlar… Gene de merak virüsü devreye gidi ve bir bakalım dedim başka ne demekmiş bu gökteki göz… (-- eye in the sky-- Alan Parson’s Project dinleyenler bilir bu meşhur şarkıyı J)
Bu sembol eski mısır tanrısı horus’un gözüymüş ve iki anlamı temsil edermiş
1. kısaca vicdan, yani insanın içindeki her niyeti ve yaşamındaki her hareketini gözden kaçırmayan merhametsiz yargıcın keskin bakışını ve
2. bu göz, şeklen, Tanrı’nın "bir”liğini gösteren bir sembolmüş