İlkçağda Balkanlar
Balkan Yarımadasında Alt Paleolitik Çağdan (İ.Ö. 200-100 bin) beri insan yaşamaktadır. Son buzullaşmanın ilk dönemlerindeki (İ.Ö. 70-40 bin) Neandertal insandan kalma aletler günümüze ulaşmıştır. Yerleşik yaşamın gelişmeye başladığı Neolitik Çağla birlikte, Balkanlarda daha büyük toplulukların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Balkan Yarımadasına kolayca girilebilmesi, bu bölgede çok karışık bir etnik yapı oluşmasını sağlamıştır. Kuzeybatıdaki ovalar Orta Avrupa’dan, kuzeydoğudaki Boğdan koridoru Ukrayna bozkırlarından, İstanbul ve Çanakkale Boğazları Anadolu üzerinden Balkanlara girişi sağlar. Ayrıca, Akdeniz ve Adriyatik Denizine bakan kıyılardan da, bölgeye giriş kolaydır. Bu nedenle, yüzyıllar boyunca bu yollardan birçok insan toplulukları Balkanlara girmiş, Orta ve Güney Avrupa’nın yanısıra Asya ve Yakındoğu’nun etnik ve kültürel etkilerini de bölgeye taşımışlardır.
Bölgede, İ.Ö. 2000’e doğru Hint-Avrupa, İllyria, Frigia, Mysia ve Dacia dilleriyle Venet lehçeleri, Trakça ve Yunanca konuşan halkların ataları olan ilk topluluklar oluşmaya başladı.
İ.Ö. 2000 yılından 1200’e kadar Akalar, 1100 yılından itibaren de Dorlar, sürekli göç ve istila dalgalarıyla Balkanlar, Anadolu ve Doğu Akdeniz’de karışıklıklara ve Miken uygarlığı ile Hitit İmparatorluğu’nun yıkımına neden oldular. Bu kavimler, yerli halktan İllyrialıları batıya, Trakları doğuya doğru iterek yarımadayı geçip güneydeki deniz kesimine yerleştiler.
İ.Ö. 5. yüzyılda bölgede kabilelere dayalı Epir, Makedonya, Trakya krallıkları gibi ilk devletler oluşmaya başladı. Bu devletler, İ.Ö. 168’de Roma İmparatorluğu’na bağlanana kadar geleneksel yapılarını korudular.
İ.Ö. 4. yüzyılda, Kafkasya’nın kuzeyinden gelen İskitler, Karadeniz’in kuzeyindeki Kimmerleri yenerek bölgeye girdiler ve Kafkasya’ya özgü silah sanatını buradaki halklara da öğrettiler. Fakat bölge kısa bir süre sonra Makedonyalıların istilasına uğradı. İ.Ö. 3. yüzyıl başlarında ise, bölgeye Kelt savaşçıları geldi. Büyük İskender’in ölümünden sonra Tuna’yı aşarak bütün bölgeyi yağmaladılar. Ancak, güneyde başarısız olunca, kuzeye çekildiler ve Morava Vadisi ile Trakya’da yerleştiler.
Makedonya’nın çöküşünden sonra bir süre bağımsız yaşayan Trakyalılar, İllyrialılar ve Dacialılar daha sonra Roma akınlarına uğradılar ve İ.Ö. 2. yüzyılda bölge tamamen Roma İmparatorluğu’na bağlandı. Bu dönemde, bölge bir yandan savaş ve istilalardan korundu, diğer yandan Romalılaşmaya başladı. Trakça’nın ve Dacia dilinin yerini Latince aldı. Ticaret yolları ile şehirler birbirine bağlandı. Ticaret ve el sanatları gelişti. İ.S. 2. yüzyılda Roma’nın kurduğu merkeziyetçi yapı kırılmaya başladı. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra, Trakya Doğu Roma’da kalırken İllyria Batı Roma’ya bırakıldı.
İ.S. 3. yüzyılda Balkanlara giren Gotlar, Romalılarla savaşarak 214’te Dacia’yı ele geçirdiler. Ardından Trakya’ya yöneldiler. Gotların kurduğu devlet 200 yıl kadar ayakta kaldıktan sonra, bölgeye gelen Hun Türkleri tarafından yıkıldı.
Balkanlardaki İlk Türkler
Balkanlarda ilk Türk yerleşimi, Orta Asya’dan göç eden İskit Türklerinin bölgeye gelmesi ile gerçekleşti. Daha sonra, İ.S. 4. yüzyılda Hunlar, 5. yüzyılda Avarlar, 9. yüzyılda Peçenekler, 11. yüzyılda Kuman Türkleri bölgeye yerleşti. Kuman Türklerine, daha sonraları bölgeyi işgal eden Osmanlı Türklerine yardım etmelerinden dolayı slav dilinde “yardım eden” anlamında “pomak” (pomaga) denilmiştir.
Hun Türkleri, 4. yüzyılın başlarında Kuzeydoğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya göç ettiler. Zamanla güneydoğuya kayarak Orta Avrupa’ya, Balkanlara ve Tuna Vadisine yerleştiler. 4. yüzyılın ortalarında bölgenin kuzeyinde yerleşik Ostrogotlar’ı (Doğu Gotları) hakimiyetleri altına aldılar ve daha sonra Tuna’yı aşarak Trakya’ya kadar ilerlediler. Önce Doğu Roma’yı haraca bağladılar ve Atilla zamanında da 70 kadar Bizans şehrini topraklarına dahil ettiler. Atilla’nın ölümünden sonra, bir kısım Hunlar Avarlara katılmış, diğerleri ise Slav ve Germenlerle karışmıştır.
Orta Asya’da Göktürklerin bağımsızlıklarını kazanmaları üzerine, bir kısım Türk boyları İ.S. 552’den sonra Avarlar adıyla Orta Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldılar. Hunların gittikleri yolu izleyen Avar Türkleri, Batı Rusya ve bugünkü Polonya’nın Pripet, Dinyeper ve Dinyester bataklıklarında yaşayan Slavları da önlerine katarak Balkanlara inmiş ve böylece Balkanların büyük ölçüde Slavlaşmasına sebep olmuşlardır. İ.S. 626’da Sasaniler ile birlikte Konstantinopolis’e (İstanbul) girişilen saldırının başarısız olmasından sonra Avarlar gerileme sürecine girdi.
9. yüzyılda bu defa Türklerin Oğuz kolundan olan Peçenekler bölgeye geldi ve önce Tuna’nın verimli ovalarına yerleştiler, daha sonra yerleşim alanlarını Sofya, Niş ve havalisine kadar genişlettiler. Zaman zaman Tuna’yı aşarak güneye inip, Makedonya’ya, Sırbistan’a kadar ilerlediler ve Bizanslılarla defalarca çarpışmalara girdiler. Ancak, 11. yüzyılda dillerini ve benliklerini yitirmeye başlamış ve bir müddet sonra da bir kısmı Macarlarla, bir kısmı da Bulgarlarla karışarak silinmişlerdir.
Hun ve Avarların ardından Balkanlara Bulgar Türkleri geldi ve Peçenek Türklerinin işgal etmediği bölgelere yerleştiler. Bunları, Türklerle akraba olan ve kısmen beraber yaşamış olan Macar kabilelerinin Tuna havzasına göç ederek yerleşmeleri takip etti. Bulgarlar, batıda Morova Suyuna ve Sırbistan’a, güneyde ise Makedonya’ya kadar uzanan topraklarda siyasi varlık gösterdiler. Macarlar ise, İ.S. 896’dan itibaren Peçeneklerin boşalttığı Tuna ve Tisan’ın suladığı ovalara yerleşerek, diğer Türk boylarına karşı Bizanslılarla ittifak yaparak yaşamışlardır.
Bulgar Türkleri, Hristiyanlığı kabul edip Bizans Ortodoks Kilisesine tabi olduktan sonra, zamanla Slavlaşmışlar ve 10. yüzyılda dillerini tamamen unutmuşlardır. Macarlar ise, Bulgar Türklerinin akibetine uğrayıp Slavlaşmamak ve dillerini kaybetmemek için Hristiyanlığın Katolik mezhebini seçmişler ve sonraki yüzyıllarda, bir kısım Kuman ve Peçenek kabilelerini de bünyelerine alarak sayılarını arttırmışlardır.
Türklerin bölgeye büyük kitleler halindeki göçü ise 11. yüzyılda olmuştur. Bölgeye gelen Kuman (Kıpçak) Türkleri, Peçenek Türklerini mağlup etmişler ve dağınık bir durumda kalan Peçenekleri aralarına alarak bir devlet kurmuşlardır. Kuman Türkleri, bölgenin güneyine akınlar düzenliyerek Bizanslılarla savaşmış, önemli kazanımlar elde etmiştir. Bir kısım Kuman Türkü ise, Bizans ordusuna katılmıştır. Bunlardan bazıları, 1071’deki Malazgirt Savaşı sırasında Bizans ordusunda savaşırken Selçuklu ordusu tarafına geçmiş ve Alparslan’ın savaşı kazanmasında önemli rol oynamıştır.
Kuman-Peçenek Devletinin 1091 yılında yıkılmasından sonra, Trakya ve Rodoplar ile Makedonya ve Bulgaristan’ın dağlık bölgelerinde kalmış olan Kumanlar, Osmanlıların Balkanları fethetmelerine kadar, Şaman dinine mensup olarak yaşamışlar, 1389’daki Kosova Savaşından sonra kendi arzuları ile Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Diğer bir kısım Kumanlar ise, Hristiyanlığı kabul etmekle birlikte, dillerini muhafaza etmişler ve bulundukları yerlere kendi dillerinden isimler vermişlerdir. Örneğin, Makedonya’daki Kumanova, Sofya’da Komaniçe, Nevrokop’ta Komanca ve Kesriye’de Komaniçeve gibi köy ve mevki isimleri bunlardandır.
Tarihteki Balkanlara son Türk göçü ise, Osmanlı Devleti’nin kurulmasından sonra oldu. Osmanlılar, belirli bir iskan siyaseti sonucu, Anadolu’dan Rumeli’ye Yörükler ve Türkmenler ile bazı konar-göçer aşiretleri naklettiler. Bu politika yaklaşık 450 yıl devam etti ve 1850’lerden sonra Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve buralardaki milliyetçi cereyanlar sonucu bağımsız devletler kurulmasıyla bu defa göç yön değiştirmiş ve Rumeli’den Anadolu’ya dönmüştür.
Türkmenler ve Yörükler
İ.S. 11. yüzyılda Orta Asya’dan göç eden ve göçebe hayat yaşayan Oğuzlar, İran’dan geçerek, Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya girdiler. Burada da eski hayat tarzlarını aynen devam ettirdiler. İlk zamanlar Oğuzların Türkmen adıyla anılan bir bölümü yerleşik hayata geçti. Anadolu’nun İslamlaştırılıp Türkleştirilmesi sırasında, Oğuz boyları, Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Bir kısmı yerleşik hayata geçen Oğuz boylarına Türkmen denilirken, göçebe hayatını devam ettiren diğerleri de Yörük adıyla anılır oldu.
Anadolu Selçukluları ve beylikleri dönemlerinde, Yörüklerden askeri güç olarak faydalanıldı. Selçuklular ve Osmanlılar, Yörükleri de sistemli bir şekilde toprağa yerleştirmeye çalıştılar. Orhan Gazi ve Yıldırım Beyazıd devirlerinde, geçitlerin, derbentlerin korunması Yörüklere yaptırıldı.
Osmanlıların Rumeli’ye geçişinden sonra, Yörüklerin önemli bir bölümü de Rumeli’ye göç ettirildi. I. Murad zamanında, Saruhan’dan (Manisa) Serez taraflarına kalabalık gruplar halinde sevk edilen Yörükler, iskan edildikleri yeni bölgelerde, yabancı unsurlar arasında dayanak noktası teşkil ettiler ve ileride yapılacak fetihlere yardımcı oldular. Rumeli’deki Yörükler, “Evlad-ı Fatihan” olarak anıldı ve yeni bir teşkilata tabi tutularak bunlardan askeri maksatlarla faydalanılmaya çalışıldı. Yörüklerin Rumeli’ye geçirilmeleri, Yıldırım Beyazıd zamanında daha yoğun bir şekilde devam etti.
II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed zamanlarında, yeni fethedilen yerlere, daha çok Yörük nüfus nakledildi. Fatih Kanunnamesinde Yörüklere, diğer ahaliye göre, bazı vergi muafiyetleri tanındı ve Yörüklerin resmi olarak ağnam (koyunlar) mükellefi ve askerlik mükellefi oldukları belirtildi. Orduda yardımcı kuvvet olarak görev alan Yörükler, Kanuni Sultan Süleyman devrinden itibaren, daha çok imar ve muhafaza hizmetlerinde kullanıldı. Bulundukları yerin coğrafi durumu itibariyle çeşitli hizmetler gören Yörükler, sahillerde gemi malzemesi temini ve gemi yapımında; derbentlerde ve ana güzergahlarda yol emniyeti, tamir, muhafaza, köprü inşası ve menzillere zahire toplanması ve korunmasında; madenlerde, ordunun nakliye işlerinde ve devletin kalelerinin onarımlarında da istihdam edildiler. Yörüklerin, geçtikleri yerlerde kalabilecekleri yaylak ve kışlak alanları belirlendi.
Yörüklerin Rumeli’ye geçirilmesi ve fethedilen yerlere yerleştirilmesi, daha sonra Osmanlı Devleti’nin genel bir siyaseti oldu. Ancak, sonraki devirlerde Yörüklerin Rumeli’ye yerleştirilmesi yavaşladı, fakat, 18. yüzyıl ortalarına kadar devam etti. Bu göçlerin bir kısmı isteğe bağlı olduğu gibi, bir kısmı da devlet siyaseti doğrultusunda mecburi olmuştur.
Yörüklerde esas evlilik şekli, tek evliliktir. Evlenen çocuklar, genellikle babayla birlikte yaşardı. Bu yüzden büyük aileler meydana getirirlerdi.
Osmanlıların Balkanları Fethi
Türkler fetihlerden önce de, muhtelif zamanlarda Bizans İmparatorunun isteği üzerine yardım amacıyla Anadolu’dan Rumeli’ye geçmişlerdir. Son sefer sırasında, İmparatora yardım eden Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa, geri dönerken Çimpi Kalesinde bir miktar kuvvet bıraktı. Daha sonra Gelibolu şehir ve limanı alındı. Böylece Osmanlılar, Rumeli’de yerleşmek için köprübaşları tesis etmiş oldular. Daha sonra Malkara, Tekirdağ, Bolayır alındı. Ancak, Orhan Gazi ve Süleyman Paşa’nın ardarda vefatlarıyla Rumeli’de Osmanlıların durumu zayıfladı. I. Murad’ın Anadolu’da duruma hakim olup Rumeli’ye yönelmesi ile fetihler tekrar hız kazandı.
Osmanlı’nın Balkanlardaki fetihleri başlarken egemenlik alanları şöyle idi: Doğu Trakya ile Selanik ve çevresi, Mora Yarımadası ve Güney Epir Bizansa bağlıydı. Makedonya, Serez, Drama, Kavala Sırpların elindeydi. Doğu Trakya’nın güneyindeki Enez şehri ve limanı, Taşoz Adası Cenevizlilere, Eğriboz adası ile Mora’daki sahil şehirleri Venediklilere tabiydi. Rodoplar batısı ile Nevrokop’tan, Tunanın güneyinden Karadeniz kıyılarına kadar olan ve Razgrad’ı da içine alan bölgede Bulgarlar hakimdi.
Osmanlının Balkanlardaki ilk siyasi planı, askeri önemi büyük olan Edirne’nin fethiydi. Önce Malkara, İpsala, Dedeağaç ve Dimetoka işgal edildi. 1361 yılında Lala Şahin Paşa’nın Edirne’yi fethinden sonra Osmanlı Türkleri Batı Trakya’ya tam anlamı ile ve kalıcı olarak yerleşmeye başlamışlardır. 1368 yılında, Edirne Osmanlı Devleti’nin (İstanbul’un fethine kadar) başkenti olmuştur.
1363 yılında Filibe fethedilmiş, 1364 yılında ise Sırp, Bulgar ve Macarlara karşı Sırp Sındığı Savaşı, Somakov ve İhtiman kaleleri zaptedilmiş, 1371 yılında da Sırplara karşı Çirmen zaferi kazanılmış ve İskeçe, Kavala, Drama, Serez, Nevrokop bölgeleri ele geçirilmiştir.
1373’te Makedonya üzerine harekatlara başlanılmış ve iki yıl sonra Niş ele geçirilmiştir. 1376’da Bulgar Krallığı Osmanlı hakimiyeti altına girdi ve 1382’de Sofya alındı. Daha sonra, Balkanlardaki devletlerin kendisine karşı birleşmesini önlemek isteyen Osmanlı Devleti, Bulgaristan’ın büyük bir kısmını işgal etti. 1393’te Razgrad, Rusçuk ve Bulgar Krallığının başkenti Tırnova fethedilerek bu devlet ortadan kaldırıldı.
Balkanlardaki fetihler, 120 yıl daha devam etti. Erdel, Eflak ve Boğdan bağlı prenslikler haline getirildi. Mora Despotlukları ortadan kaldırıldı ve Yunanistan’ın bütününe hakim olundu. Arnavutluk’un tamamı zaptedildi ve Hersek Dükalığı ilhak edildi. Sırbistan’ın fethi tamamlandı. 1521 yılında Belgrad’ın zaptı ile Karadağ ve Dalmaçya kıyıları dışında bütün Balkanlar Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine girmişti.
Osmanlıların Balkanlardaki ilerlemesi 17. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiş ve 1699 yılındaki Karlofça Antlaşması ile ilk toprak kaybı gerçekleşmiştir.
Osmanlıların Rumeli’deki İskan Politikası
Osmanlıların Rumeli’ye geçişlerinden itibaren buradaki yerleşmeleri de iki şekilde olmuştur. Bunlardan birisi, ilk fetihler sırasında Anadolu’nun yakın yerlerinden Rumeli’de fethedilen yerlere göçmenler nakledilmiş ve diğeriyse, buralardaki yerli Rum halkından askeri sınıfa mensup olanlarla nakilleri gerekenlerden bazıları da Anadolu’ya gönderilmiştir.
İlk iskan faaliyeti I. Orhan zamanında yapılmış, Karesi (Balıkesir) halkından bir grup göçebe 1357’de Gelibolu çevresine ve Hayrabolu’ya yerleştirilmiştir. Daha sonra I. Murat devrinde, Saruhan (Manisa) bölgesindeki yörükler, sınır bölgesinde hudut kuvvetleri oluşturmak üzere, Serez bölgesine yerleştirilmiştir.
Daha sonraki yıllarda, fetihlerin Trakya’dan başka Makedonya ve Bulgaristan taraflarına doğru ilerlemesi üzerine, buralarda Türk nüfusunu arttırmak için zaman zaman Anadolu’nun muhtelif yerlerinden Rumeli’ye nakiller yapıldı ve aynı şekilde işgal edilen bazı yerlerdeki halk da Anadolu’ya gönderildi.
1453 ile 1642 tarihleri arasında;
-Tanrıdağı (Karagöz) yörükleri Demirhisar, Kelmeriye, Nevrokop, Drama, Kavala, Sarışaban, Çağlayık, Yenice-i Karasu, Gümülcine, Eğrican, Dimetoka, Ferecik ile Doğu Trakya’ya ve Bulgaristan’da Rusçuk, Tırnova, Razgrad, Niğbolu gibi yörelere,
-Selanik yörükleri Makedonya ve Teselya’ya,
-Ofçabolu yörükleri Manastır, Kosova, Bulgaristan ve Dobruca’ya,
-Vize yörükleri Doğu Trakya ile Dimetoka ve Hasköy’e iskan edilmişlerdir.
Bu oymakların Rumeli’de çoğalmaları ve geniş alanlara yayılmaları, Osmanlı Devleti’nin bu bölgede yaşayan halka yönelik koruyucu ve kollayıcı kanun ve nizamnameler çıkarmasına yol açmıştır. Osmanlı Devleti, buralarda yaşayan yerli aristokrasiyi kendi askeri sınıfı içine almaya çalışmış, Ortodoks Metropolit ve Piskoposlarına tımar tahsis etmiş, önemli manastırların imtiyazlarını onaylamış, birçok şehrin eski imtiyaz ve vergi muafiyetlerini devam ettirmiştir.
Ayrıca Osmanlılar, yerli halkın dinine karışmamışlardır. Koyu bir katolik olan Macar Kralı Layoş, Papa’nın teşvikiyle kuzeyden Balkanlara inerek Ortodoks mezhebinde olan Bulgaristan’ı, Bogomil mezhebinde olan Bosna’yı katolikliğe sokmak için gaddarca davranırken, Osmanlılar Hristiyan halkın din ve vicdan hürriyetine dokunmadan buraları işgal etmesi, yerli halkın Osmanlı idaresini tercih etmesinin en önemli nedenidir.
Bu fetihlerin kısa sayılabilecek bir zamanda gerçekleşmesinde ve fetihler sonrasında bölgede istikrarın yüzyıllar boyunca sürmesinde etkili olan bir diğer faktör ise, asırlarca evvel Balkanlara gelerek yerleşen ve daha sonra Hristiyanlığı kabul eden Peçenek, Kuman, Gagavuz ve Vardarların da Osmanlılar ile aynı ırktan olmalarıdır.
Bu nedenlerle, neredeyse 450 yıl bu çok karmaşık bölgede Osmanlıya karşı bir isyan olmamış, Hristiyan ve Müslüman, Türk, Rum, Bulgar, Sırp birlikte yaşamıştır. Timur’un bir darbesi ile Anadolu’daki Osmanlı darmadağın olurken, Rumeli’deki Osmanlı çok küçük bir kuvvetle ayakta kalabilmiştir.
Ancak, 2. Viyana Kuşatmasının ardından gelen bozgun, sadece askeri alanda değil, idarede de otorite ve güç kaybına yol açtı. 19. yüzyılın başlarından itibaren, Rusya ve Avrupa devletlerinin, özellikle Balkanlara, giderek artan müdahaleleri, yönetim zaafiyet sonucu Rumeli’de çıkan isyanlarla birleşince, bölge halklarının Osmanlı İdaresine bağlılıklarının azalmasına ve Rumeli’nin elden çıkmasına yol açan olaylar zincirine neden olmuş ve Balkan Savaşları sonucunda Rumeli’de Osmanlı mevcudiyeti siyaseten sona ermiştir.