(Anılar, Anlatılar, Edebî Eserlerden Satırlar)
Prof. Dr. Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy
Rodop Dağları, Bulgaristan ve Yunanistan topraklarının bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu coğrafî bölge Doğu Rodoplar ve Batı Rodoplar olarak ikiye ayrılır.
Daha büyük yerleşim yerleri: Kırcaali, Madan (Osmanlılar zamanında-belgelerde=Madanköy), Smolyan (1934’e kadar=Paşmaklı), Velingrat (1948’e kadar: Çepine, Lıjene/Ilıcalar ve Kamenitsa), Peştere.
Daha küçük kentler: İvaylovgrat (1934’e kadar=Ortaköy), Krumovgrat (1934’e kadar=Koşukavak), Momçilgrat (1934’e kadar=Mestanlı), Cebel, Ardino (Eğridere), Zlatograt (1934’e kadar=Darıdere), Rudozem (1934’e kadar=Palas), Devin (1934’e kadar=Dövlen), Dospat, Batak, Çepelare (Çepelli), Lıki.
Rodoplar
Bu dağlık bölgede yoğun olarak Müslümanlar (Türkler ve Pomaklar) yaşamaktadır. 1880’lerin başında Rodoplar’ı da ziyaret eden ünlü tarihçi K. İreçek, etnik tabloyu görünce Kırcaali ve Arda nehri vadisi gibi arı (temiz) Osmanlı bölgesi başka yerde yoktur, diye yazılarında vurgulamıştır1.
Osmanlılar döneminde buralarda Türk-İslâm kültürü gelişti. Zamanın eğitim merkezleri olan medreseler bölgenin kültürel kalkınmasında önemli rol oynadı. XIX. yüzyılda sadece Doğu Rodoplar’da 50’den fazla medrese vardı. Akpınar (Beli izvor), Paşmaklı (Smolyan), Çepinli (Çepintsi) medreseleri ise en meşhur eğitim ocaklarıydı. Rodop halkı huzur içinde yaşamaktaydı. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında huzurun yerini büyük felâketler aldı. Olanlar buradaki Müslüman halka da oldu. Birçok tarihî olaylar sanat eserlerine konu oldu. Çekilen çileler belleklerde derin izler bıraktı. Anıları, anlatıları ve sanat eserlerinden bazı sayfaları kaynak olarak seçtim ve gerçekleri sergilemeye çalıştım. Gelişen tarihî olayları takip edelim:
1876 BULGAR İSYANI
A. Otlukköy Olayları. Bulgar İsyanı olarak tarihe geçen olaylar Güney Bulgaristan’ın Filibe ve (Tatar) Pazarcık bölgesinde patlak verdi ve Türk, Müslüman halka da derin yaralar açtı. Nisan Ayaklanması olarak da bilinen isyanın söz konusu bölgede patlak vermesi bir rastlantı değildi. Rusya’nın teşvikiyle Osmanlı Devleti sınırları dışında hazırlanan bu isyanın Bulgar halkı tarafından desteklenmediği bir gerçektir. Sadece Filibe bölgesinde gerçekleşti, çünkü Filibe İstanbul’a yakındı ve Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Graf İgnatiev’in etkisi burada güçlüydü. Filibe’de Viskonsolü görevinde bulunan Bulgar Nayden Gerov, bu bölgenin Avratalan (Koprivştitsa) köyünde doğmuş, Rusya’da (Odesa’da) eğitim görmüş, Rusya uyruklu biriydi. Otlukköy’ün de isyanın bir merkezi olarak seçilmiş olması bir rastlantı değildi-Nayden Gerov’un doğduğu bölgeydi ve buralarda kendisini destekleyenler bulunabilirdi. İsyancıların lideri Georgi Benkovski de Avratalan (Koprivştitsa) doğumluydu.
İsyanın önderlerinden biri olan ve daha sonraları Bulgaristan Ulusal Meclisi Başkanı görevine kadar yükselen Zahari Stoyanov, Doksanüç Harbinden birkaç yıl sonra yayımladığı “Bulgar İsyanları Üzerine Notlar” adlı eserinde isyan hakkında gerçekleri açıklamış ve sadece Türk köylerini değil, Bulgar köylerini de kendilerinin yaktıklarını, birçok masum Türkü, nasıl vahşice öldürdüklerini itiraf etmiştir.
Yukarıda da belirtildiği üzre, (Tatar) Pazarcık şehrine bağlı Otlukköy (Panagürişte), ayaklanmanın merkezlerinden biri olduğundan, buradaki olaylar bütün şiddetiyle çok çabuk gelişir. Z. Stoyanov’un eserinden şu satırları okuyalım:
“Sükünetin koruyucuları veya daha doğrusu, Sultan idaresinin temsilcileri, Hükümet Konağı önündeki kanepelere, güneşe karşı uzanmışlar, ayaklarını yukarı kaldırıp rahatça geriniyorlardı. Bay İvan’ın evindeki silâh sesleri dahi onları hâlen ürkütmemişti”.
Ayaklanmanın liderleri Panayot Volov ve Georgi Benkovski isyancıları meydanda toplarlar ve burada bulunan beş-altı Türk öldürülür:
“Öldürülen beş-altı Türkün cesetleri yere serilmişti. Cesetler, fırıncı çeteli gibi doğranmış ve biçimsizleştirilmişti. Çünkü her gelen, bıçağını kanlamak için artık çoktan soğumuş cesetlere acımasızca saplıyordu. Birçokları da parmağını kana batırıp yalıyordu. Böyle bir hareketin şarapla ekmek yeme ayini yerine geçeceği anlamı vardı. P. H. S. sadece yalamakla tatmin olmadı ve cesedin üzerine eğilerek yaraların üzerinde birikmiş kandan bir avuç aldı ve şerbet gibi içti”.
Yazar, manzarayı bu biçimde açıklayarak isyancıların son derece iğrenç hareketinin Türklere beslenen kinin, nefretin bir ifadesi olduğunu ve her öldürülen Türk, Bulgarlar’da büyük sevinç duyguları yarattığını vurguluyor…
Ayaklanmanın lideri G. Benkovski ve yardımcısı Z. Stoyanov, köylüleri zoraki isyana teşvik etmek için Bulgar köylerinden Smolsko, Kamenitsa ve Rakovo’nun yakılmalarını uygun görüyorlar. Z. Stoyanov şöyle anlatıyor:
“Petriç’ten gitmeden önce sadece Benkovski ve ben (Bulgar köyleri olan-H. S. Y.) Smolsko, Kamenitsa ve Rakovo köylerini gizlice yakarak köylüleri isyana mecbur ettik”.
Bulgar köylüleri, köylerini Türkler ve Çerkezler tarafından yakıldığını sanarak, bunlara karşı nefretleri de artar. Bunun için köyleri alevler içinde bırakılmış Bulgarlar, isyancı çetelere bir kurtarıcı gözüyle bakmaya, isyancılara yardım etmeye başlarlar:
“Smolsko’dan olanlar, gözyaşlarıyla bize köylerinin nasıl yandığını anlattılar. Onlara göre, köyleri canavar Çerkezler tarafından yakılmıştır. Biz, Smolsko yönünden geldiğimiz ve Çerkezlerden kendimizi kurtarabildiğimiz için alkışlanıyorduk. Smolsko, Kamenitsa’dan olan isyancılar ise bizi görünce sevindiler. Çünkü bizim burada bulunmamızla köylerini daha iyi koruyabileceklerini sanıyorlardı. Zavallılar! Onlar, bizim en korkunç katiller olduğumuzu bilmiyorlardı”.
İsyanın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra isyancılar, çete başı G. Benkovski’yi öldürmek isterler:
“Akşama doğru çeteciler arasında, halka her türlü yardım ve başarı vaad ederek onları isyana teşvik eden voyvoda Benkovski’yi ve arkadaşlarını, Otlukköylü birkaç isyancının öldürmek istedikleri söylentileri ortaya yayıldı”.
Olayların böyle cereyanından sonra isyancılar çarpışmak istemez ve:
“İsyanına da, çarlığına da, voyvodasına da lânet olsun!” derler.
İsyancılar gizlenmek için dağlara çıkar. Voyvoda G. Benkovski, alevler içindeki köyleri işaret ederek:
“Amacıma ulaştım artık! Zalimin (Türk Devletinin-H. S. Y.) kalbinde öylesine bir yara açtım ki, bu yara hiçbir zaman kapanmayacak! Rusya’ya gelince-emretsin, yeter!... dedi ve gidip bir kayın ağacının altına oturdu”.
Kocabalkan’da sefil bir durumda dolaşan isyancılar, hayal kırıklığına tamamen uğramış ve bu kişileri teselli edecek herhangi bir tatlı söz söyleyecek bulunamamıştı:
“Allahım, O (Benkovski-H. S. Y.), nasıl tavsiyelerde bulunabilirdi ki, nasıl bir umut olabilirdi? Artık yalanlar da bitmişti”.
Çetenin voyvodası G. Benkovski ile gitmek isteyen isyancılar:
“-Voyvoda! Papaz dede! Bizi bu ıssız, güneş görmeyen ve rutubetli yerde bırakıp gitmeyin! Köylerimizi yaktırmak için bizi aldattınız şimdi de bizden kaçıyorsunuz!.. arkamızdan ümitsizlik, çaresizlik içinde acı acı bağırıyorlardı”.
Millî karakteri olmayan ve dışarıdan hazırlanan bu ayaklanmayı gerçekleştirenlerin ardında Rusya’nın bulunduğunu Bulgar halkı çok iyi biliyor:
“Üç sığırtmaçtan en yaşlısı, kuzey yönünü parmakla işaret ederek:
Sizin bu işinizin arkasında büyük “Ayı” Rusya duruyor galiba ve sizlere onun adamları desem yanılmam”, dedi1.
B. Batak Olayları. Batı Rodoplar’ın Batak köyündeki olaylara da Bulgarlar sebebiyet verir. İsyancılar 200’ü aşkın Türk, Müslüman kadın ve çocuğunu diri diri yakmışlardır3. Bölge halkı arasında yaygın olan anlatılara göre öldürülen Türk ve Müslüman erkekler arasında Tımraşlı Ahmet Ağa’nın iki oğlu da bulunmaktadır. Vergi memuru olarak oralarda bulunan ve vergi toplayan iki kardeş Bataklı isyancılar tarafından vahşice öldürülürler… Bu acı haber duyulur duyulmaz Tımraşlı Ahmet Ağa başkanlığında Müslüman halk, isyancılardan intikam alır. Rusya’nın Filibe Viskonsolü Nayden Gerov, etraf köylerin mezarlıklarından da taze mezarları açtırarak, çıkarılan cesetleri Batak köyüne taşıttırıp Türk Müslüman kafalarını üst üste yığdırmış ve resim çektirmiştir. Bu acımasızlık, Türklerin Bulgarlara yaptığı bir vahşet olarak dünyaya ilân edilmiş, Avrupa Komisyonu bu köye götürülmüştür. Böylece bir dünya kamuoyu oluşturulmuş ve Osmanlı Devletinden suçlu Müslümanların cezalandırılması istenmiştir. Nice masum Türkler, nice masum Müslümanlar haksız olarak cezalandırılır… Rusların yaygaraları sayesinde Avrupa’ya ve dünyaya Bulgar katliamı olarak tanıtılan olaylar, aslında bir Türk, bir Müslüman katliamı olarak da gelişmiştir…
1877/78 OSMANLI-RUS HARBİ
1876 Bulgar İsyanında yaşanan acı olayların onulmaz yaralarına bir yıl sonra, 1877/78 Osmanlı-Rus (Doksanüç) Savaşının büyük felâketi de eklenince, neden Filibe ve (Tatar) Pazarcık bölgesinden göç edenlerin sayısının pek çok olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu savaş bir fırsat bilinerek masum Türklerden, Müslümanlardan 1876 yılı isyanının intikamı vahşi bir biçimde alınmıştır.
Eski Zağra’dan sonra ilerlemekte olan dehşet saçan Kazaklar ve öteki Rus askerî birlikleri katliamları sürdürmüşlerdir. Filibe ile Pazarcık arasındaki Kırçma (Kriçim) vadisinde canavarlıklar geniş boyutlara ulaşmış, Türk köylerinin, Türk evlerinin yağmalanması, yakılması olayları Türk halkını panik içinde göç yollarına düşürmüştür. Söz konusu vadide Rus askerleri ve Bulgarlar tarafından onbinlerce Türkün öldürüldüğü, Türk köylerinin yakılıp yerle bir edildiği ve sadece Pazarcık’ta 938 evin, caminin ve okulların tahrip edildiği bildirilmektedir4. Köylerini, kasabalarını terk edenler İstanbul yolunu tutmuş ve göç yollarında soğuktan, açlıktan can vermişlerdir. Bir Alman demiryolu memuru, Pazarcık’ın güneyindeki tepelerde soğuktan donan 400 kişilik göçmen kafilesinin içinde hayatta kalabilmiş küçük bir kız çocuğunu cesetler arasında bulmuş ve kurtarmıştır5. Kırçma (Kriçim) arazisinin kuzeybatısında Aydınköy (İsperihovo)-Yeniköy (Novo selo) yolunun yakınında bulunan tepeler arasındaki alçakta katledilen Türklerin kanları dere gibi akmış ve bu yer günümüzde de Kanlıdere olarak bilinmektedir. Onbinlerce Türk de Rodoplar’a, Müslüman kardeşleri yanına sığınmıştır. Canını kurtarmak için çırpınan Türkler ahırlarındaki hayvanlarını da unutmamışlardır. Bölgedeki yaşlı Bulgarlardan edinilen bilgilere göre, Türkler evlerini terk ederken, ahırlardaki hayvanları açlıktan ölmesin diye, bunları korulara, kırlara salıvermişlerdir.
Hasköy ve Mustafa Paşa bölgesi halkı da Rus askerlerinin canavarlıklarına maruz kalmış, birçok köy yerle bir olmuştur. Gelişen olaylar, Türklerin, Müslümanların direnişine sebep olmuş, geçici Rus idaresine boyun eğilmediği gibi, Rodoplar’ın Doğu Rumeli’ye bağlanması da kesinlikle kabul edilmemiştir. Böylece 1886 Türkiye-Bulgaristan Antlaşmasıyla Kırcaali ve Rupçaz (Rupçoz) bölgleri Osmanlı Devleti sınırları içinde kalabilmiştir.
Rodoplar’ı terennüm ederken, Eğridereli şair İzzet Dinç (1890-1965) Rus askerlerine karşı koyan direnişçilerin kahramanlıklarını da şiirlerinden birinde şöyle dile getirmektedir:
“Kırcali’nin ovası…
Hayran etti herkesi
O aslanlar yuvası…
Türkleri çakmaklı
Millî müthiş bir ordu,
Bir tarafı Paşmaklı
Kurtarmıştı o yurdu.
Başkanları Salima (ğa)
Canavardı İsmail…
Olmuşlardı Ruslara
O tüfeklerle hail…”6
BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913)
Türklerin, Müslümanların üzerindeki etkisi bakımından Balkan Savaşları, Doksanüç (1877/78) Harbinde görülenlere çok benzer etkiler yaratmıştır. Her iki savaşta da öldürme, ırza geçme ve soygunlar Türklerle diğer Müslümanları evlerinden-barklarından söküp atmış, Osmanlı Devletinin elinde kalabilmiş topraklara sürmüştür.
Öte yandan, Doksanüç Harbiyle 1912/13 Balkan Savaşları arasında farklılıklar da vardır. Doksanüç Harbi sadece Rusya’nın güdümünde yapılmıştı: Türkleri göç etmeye zorlayacak planları bunlar yürürlüğe koymuşlardı. Balkan Savaşlarında ise, savaşan birkaç devlet vardı. Zafer kazanan her birisi de zaptettiği topraklarda Türklerin, Müslümanarın varlığının son bulmasını istemekteydi. Savaşlara katılan her Balkan ülkesi, Türk-Müslüman halkı kendisinin zaptettiği ülkeden ötekinin ülkesine sürüyor, hatta oraya sürülenlerin oradan da gerisin geriye sürüldükleri oluyordu. Bunun Müslümanlar üzerindeki etkisi nasıl nitelenirse nitelensin, şurası kesindir ki Doksanüç Harbinden daha kötü oldu. İçlerinde baş gösteren ölüm telefatı, 1878’de görüldüğünden daha yüksekti7.
Önceki tarihî devirlerde ortaya çıkan haydutluk, çetecilik, daha sonraları da komitacılık harekâtı, yeni tarihî koşullarda da yeni adlar ve yeni biçimleriyle Türklere, Müslümanlara yönelik ırza geçme, yol kesme, öldürme gibi eylemler devam etmiştir. Belirli dönemlerde ve özellikle Balkan Savaşlarını izleyen yıllarda geniş boyutlara ulaşan böylesi olaylar türlü varyantlarıyla destan, efsane, menkıbe, ağıt gibi Türk folklor türlerinde ifadesini bulmuştur. Birkaç varyantta bilinen bir ağıtta al duvaklı bir gelinin başına gelenler şu dizelerde canlandırılmıştır:
Aldılar beni ana
Kına gecemde
Götürdüler beni ana
Ulu balkana, ulu balkana
Sordular bana ana
Kimin kızısın
Ben gene dedim ana
Ali (H)ocanın küçük kızıyım.
……………………………………………
Kayın yaprakları ana
Döşeyim oldu
Kayın kökleri ana
Yatsıyım oldu
Komita kebesi ana
Yorganım oldu
……………………………………………………….8
Balkan Savaşlarını Doksanüç Harbinden farklandıran bir özellik daha vardır-Müslümanları zorla Hristiyan yapma, isimlerini değiştirme emellerinin insanlık dışı yöntemlerle gerçekleştirilmesi. S. Selvi, bunu şöyle dile getirmiştir
“Balkanlar deyince, aklıma rahmetli anacığımın gözyaşları gelir hep… Babamın çatık kaşları… Teyzemin nasıl dağa kaldırıldığı gelir… Kızarım, köpürürüm kendi kendime… Dolarım, dolarım da boşalamam…
Balkanlar deyince…
Drama’nın Âlî köyünün ahalisinin papazlar tarafından camiye nasıl kapatıldığı, nasıl din değiştirilmeye zorlandığı, “Muhammed’den ayrılın!” emirleri gelir gözümün önüne…
Balkanlar deyince…
Bu, zorla din değiştirme operasyonunda, papazların vaftiz suyunu, nasıl Âlî Müslümanlarının üzerine serptikleri, nasıl isimlerinin değiştirildiği ve “Artık Hristiyan oldunuz!” sözleri gelir…
Balkanlar deyine…
Yine o operasyonda, zorla Müslümanlıktan çıkarılan günahsız insanların arşa varan ahları… Ve… bu ahlara dayanamayan taş duvar caminin zangır zangır titrediği ve direklerin çatladığı gelir aklıma…
Balkanlar deyine…
Zorla din değiştirmeye maruz kalan bu insanların, “Eyvah… Hristiyan mı olduk?”, şüphesiyle tekrar iman tazelemeleri” ve “gusül abdesti” almalarını hatırlarım…
Balkanlar deyince…
Rahmetli anacığımın bu anlattıkları gelir gözümün önüne ve gözyaşları…
Balkanlar deyince…
Rahmetli teyzemin Bulgar komitacıları tarafından nasıl dağa kaldırıldığı gelir, Yunan komitacıları tarafından hayvanları nasıl gaspedildiği gelir…
……………………………………………………
İşte, Balkanlar deyince…
Benim aklıma, gözümün önüne hep bunlar gelir… Kızarım, köpürürüm kendi kendime… Dolarım dolarım da boşalamam”9.
Balkan Savaşlarında Rodop Müslümanlarının dinini ve adlarının değiştirilmesi sırasında yaşanmış korkunç olaylar, yaşlıların hafızasından silinmiş değildir. Gazeteci yazar Salih Bozov, “Bir Ad Uğuruna (V imeto na imeto) adını verdiği eserinde Rodop Müslümanların acı anılarını, acı anlatılarını bir araya getirerek büyük bir sıcaklıkla, büyük bir insanlık anlayışıyla bunları kitaplaştırmıştır. Araştırmacı yazarın kitabından şu satırları okuyalım:
“Kasap bıçağı, kılıç, tüfek dipçikleri ve süngüler havada öylesine savruluyor ki, masum insanların başları düşüyordu. Kılıç öylesine savruluyordu ki, bundan sonra gelecek papazın, vaftiz kandiline, kutsal su ve tamyana ve haça yol açıyordu. Minareler devriliyor, camiler yıkılıyor, yıkılan camilerin altında masum Müslümanlar can veriyordu. Çırılçıplak eller havaya kalkarak kılıçlara karşı koymaya çalışıyorlar. Bir kılıç savruluşunda parmaklar gidiyor, ikincide bilekler paramparça oluyor! Bir bakmışsın ki, eller kollar da aynı akıbeti paylaşmış…
Bunlar yazılmadık tarihin sayfalarından alıntılar. Anılar, anılar, bu anılarda köyler, mezralar artarda diziliyor. Ve böylece Rodop insanının kara talihinin kara çergesi dokunuyor. Dökülen kanlar çoktan taş toprağa dönüşmüş ama bu çoktan bıçaktan kılıçtan geçirilmiş insanların hâlâ yaşayan çocukları ve torunları, taşa toprağa dönüşmüş olan kanı sımsıcak bir hâle getiriyor, avuç avuç ellerinde tutarcasına… Şimdi bu taş toprağa dönüşmüş olan kandan candan yeni kilimler, çergeler dokunmaktadır. İçten, çok derinlerden gelen bir ses, tane tane anlatıyor o günleri, o korkunç yaşantıları”10.
Balkan Savaşlarını takip eden günlerde büyük güçlerin ve Türkiye’nin desteğini kazanmak amacı, Bulgaristan yöneticilerini geri adım atmak mecburiyetinde bıraktı-Müslümanların adları iade edildi, camilerde ibadet etmelerine, geleneksel kıyafetlerini giyebilmelerine izin verildi.
Yıllar sonra yine Rodoplar’daki Müslümanlık hedef alındı. 1937 yılında Smolyan’da “Drujba-Rodina” (Dostluk-Kardeşlik) cemiyeti kuruldu, yayın organı “Rodopi” (Rodoplar) dergisi de çıkmaya başladı. Yeni kurulan cemiyetin amacı: Müslümanları Hristiyan yapmakla onlarda Bulgarlık bilinci uyandırmak, Müslüman adlarını Hristiyan adlarıyla değiştirmek, Türkçe konuşmayı yasaklamak, geleneksel Müslüman kıyafetlerini (fes, ferace, yaşmak, şalvar vb.) yerine Bulgar kıyafetlerini yaygınlaştırmak, sünnet geleneğini yasaklamak, Müslümanları domuz eti yemeye mecbur etmek vb. Tüm bunların gerçekleştirilmesinde Rodop’lardaki bazı Müslüman din yetkililer de kullanıldı, askerlik hizmetini yeni tamamlamış deneyimsiz Rodop gençleri de kullanıldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında da faaliyetlerini sürdüren “Rodina” cemiyet üyeleri Rodop Müslümanlarına kan kusturdu11.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÖNEM
İkinci Dünya Savaşından sonra idareye gelen komünistler, azınlıklara büyük vaatlerde bulundular, geçmişte yapılmış barbarlıkları kınadılar. Ancak zamanla bunların da eski yöneticilerden farklı olmadıkları görüldü. 1950’lerin ikinci yarısında Türk okullarının varlığına son verildi. Program dışı bırakılan Türkçe dersleri birçok öğrenciye yasaklandı, sonra da bu derslere tamamen son verildi. 1960’lı yılların başında Rodoplar’da Kültür İnkılâbı adıyla geniş çapta çalışmalar başlatıldı ve her türlü kültürel-ideolojik faaliyet bir vatanseverlik ifadesi olarak değerlendiriliyordu. Belirli aileler, belirli yöreler yine ad değişimi baskılarıyla sarsıldı. 1970-1972 arası dönemde tüm devlet güçleri harekete geçirilerek birçok masum Müslüman ve hatta birçok ev hayvanı tanklar altında ezilerek can verdi. Birçok insan cezaevlerine, Belene ölüm kampına gönderildi. Yazar Kâşif Kapsızov (Burovo, Smolyan D. 1941-Ö. Sofya 1992) bu olayları romanlaştırdı. “Küçük Çayların Bitişi (“Krayat na pototsite”) adını taşıyan romanı, ölümünden sonra ”Dar” Kütüphanesi tarafından yayımlandı12.
Bu eserinde yazar, Orfey’den sonra Rodoplar’da çınlayan türkülerin susturulmasını türlü imalarla sembolize eder. Bu türküleri yer altında akan küçük çaylarla kıyaslama yapar. Yazara göre Rodoplar’ın güzelliği, Rodop türkülerinden, ulu dağların senfonisinden bir kıtacıktır. Hayatı çilelerle dolu olsa da, türküler, özgür iradesinin bir ışığıdır.
Türkü bir bayram, hattâ üstün bir şey olsa gerek. Romanda adı geçen İsmail Dede’nin, canileri görünce türküyü yarıda kesip susması çok doğaldır. Çünkü totaliter rejim bu hususta son sözünü söylemiştir: Müslümanların türkülerini söylemeleri, okumaları yasaktır.
Yazar, “Yeniden doğuş” (Bulgarlaştırma) sürecine karşı çıkar. Adların değişimi sonucu üniversiteden kovulan, Belene ölüm kampına gönderilen gençler de onun gözünden kaçmaz. Karakterleri büyük bir ustalıkla tipikleştirir. Şirin’in babası Hasan Uzun, davranışları ve nitelikleriyle dikkati çeker.
Sıra artık Türklere gelmişti ve tanklar, kızıl bereliler, tüm devlet güçleri Mestanlı (Momçilgrat) meydanında masum insanların, bebeklerin üzerine yürüdü. Sonra olaylar tüm Bulgaristan’a yayıldı, ölen öldü, kalan kaldı... Totaliter rejim yöneticileri Bulgaristan’da Türklüğe, Müslümanlığa son verdiklerini sandılar... Korku, dehşet saçan günler, aylar, yıllar birbirini izliyor, halk kan ağlıyordu. Çekilen çileler, akan kanlı gözyaşları romanlaştırıldı, şiirleştirildi. Emine Hocaoğlu (Mestanlı, Kirkovo D., 1958) şiirlerinden birinde şöyle diyor:
“Zorbalık içinde büyüdük,
Bayramlardan neşeden uzak.
Diken olduk büyüdüğümüz toprakta
Kaderimiz yazılmıştı ezelden
Anlayan yoktu ki hâlden.
Tören şenlik bilemedik,
Namaz vakti namazı kılamadık
Ezan vakti ezanı duyamadık
|