“Medenileştikçe Barbarlaşıyoruz”
Sayısız savaşa sahne olmuş yorgun dünyamızın bu acısına bizzat tanıklık etmiş ve aslında kendi içinde bu yorgunluğu paylaşmış olan Embiya Çavuş’un ağzına öyle çok yakışıyor ki “Savaşlar sürmesin” çağrısı. O’nun savaşlar, insan hakları ihlalleri, işkenceler ve sürgünler arasına sıkışıp kalan yaşamı, insanın insana karşı ne kadar acımasız olabileceğini anlatan bir film senaryosunu andırıyor. Medenileştikçe barbarlaştığımızı dile getiren Embiya Çavuş kendi yaşadıklarından yola çıkıp, tüm insanlığın yaşadıklarını resimlerinde anlatıyor.
EMBİYA ÇAVUŞ HER AY DERGİMİZDE YAZIYOR... OLAY YARATACAK, GÜNDEMDEKİ KONULARIN DERİN ANALİZİNİ SAKIN KAÇIRMAYIN...
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Bulgaristan’ın Şumnu ili Mahmuzlu köyünde 1926 yılında doğdum. 1933 yılında ilköğretime başladım. 1937’de Kemaller şehrinde bir yıl olmak üzere rüştiye (ortaokul), 1938 – 1941 yılları arasında Şumnu ilinde medrese eğitimimi tamamladım. Okul hayatı devam ederken resme merak sarmıştım ve amatör çalışmalarda bulunmuştum. 1944 yılında Ermeni asıllı okul müdürünün hışmına uğrayarak ilelebet Bulgaristan eğitim sisteminden mahrum bırakıldım. Ancak1945 yılında komünist rejimin başa gelmesiyle eğitim sistemine geri alındım. 1945 yılında nüvvab (lise) okuluna başladığımda, Türk okulları kapatılmıştı. Bunun üzerine 5 arkadaşımla birlikte sonradan Türkiye tarafından tescil edilecek olan “Bulgaristan Türklerinin Varlığını, Benliğini Koruma Teşkilatı”nı kurduk.
1946 yılında kırkbeş günlüğüne çalışma kampına gönderildim. 1947 yılında Gümülcine dönüşünde askeri istihbarat alanında (RO) yaralanmış olarak bulundum ve Varna’ya gönderildim. Varna’da işkencelerle geçen bir yılın ardından; 1948 yılında teşkilat kurmaktan, casusluktan ve Tito ve Georgi Dimitrov’a suikast girişiminde bulunmaktan ölüm cezasına çarptırıldım.
1949 – 1956 yılları arasında “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile Belene’de kaldım. Batı dünyasının baskıları sonucu komünizmin birçok ağır hapishanesi kapatılırken, beni önce Plevne’ye sonra Sofya’ya naklettiler. 1963 yılında şartlı salıvermeden yararlanarak serbest kaldım.
1965 yılında Yenipazar’daki porselen fabrikasına porselen uzmanı olarak işe başladım. Porselenden tablolar, vazolar yapmaya başladım. Çalışmalarımı büyük bir titizlikle yaptım. Eserlerim Almanya, İngiltere, Finlandiya ve Rusya’da sergilendi. 1974 yılında Polonya’ya, 1976 ve 1977 yıllarında Rusya’ya davet edilerek porselen konusunda istişarelerde bulundum.
1979 yılında arzu ettiğim gibi anavatanım Türkiye’ye yarı mübadele sonucu geldim. Dış İşleri Bakanlığı’ndaki kısa bir çalışma evresinden sonra İzmir’e yerleştim. 1985 yılında İzmir Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin (BAL – GÖÇ) kurucu üyesi olarak dernek faaliyetlerine resmettiğim eserler ile başladım. 1999 yılına dek BAL – GÖÇ’te başkan yardımcılığı görevinde bulundum. 1999 yılında Celal Öcal ile birlikte Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği’ni kurduk. Halen bu derneğin fahri başkanıyım.
Ayrıca, ABD Balkan Ülkeleri İnsan Hakları Konsey üyeliği, Amerikan İnsan Hakları Derneği üyeliği, New York Bulgaristan Türkleri Derneği üyeliği, Amerikan – Türk İslam Kültür Derneği üyeliği görevlerinde bulunmaktayım.
Yirmi bir yıl içinde aralarında ABD (New York, Washington elçilikleri ve BM Teşkilatı) ve Kanada da (elçilik) olan, yüz bir resim sergisi açtım.
Acılarla yoğrulmuş bir hayatınız var. İnsanlığın ortak acılarını kendi acılarınızla harmanlayıp eserlerinize yansıtıyorsunuz. Amacınız nedir?
Misak-ı Milli hudutları dışında kalmış topraklarda yaşamanın acılarını bilir misiniz? “Atalarımın beş yüz yıllık Osmanlı esaretinin intikamını senden alacağız” denilen bir ülkede var olmak için işkence, dayak ve hakaretler altında yaşamaya çalışırsınız. Yaşamaya çalışırken sizi ayakta tutan şey vatan sevgisidir. Bu nedenle bir insanın vatanını sevmesi için yurtdışında yaşayıp, hasretlik çekmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ben, gelecek nesillere uyarı ve ibret olsun diye Türk dünyası insan haklarına yöneldim. İnsan hakları ve demokrasiyi bir yerlere götürenler Türklere yapılanları görmezlikten gelirken, yaşanılan dramatik hayat, “acıları çeken bilir anlayışıyla” ihlal edilen insan haklarını duyurmak için yola koyulduğumda Türk kimliğine yapılanları gördüm ve eserlerimde aktarmaya çalıştım.
Bize barbar diyen “Uygar Batının” dilini ve dinini kabul edenler köle olarak çalıştırılmış, diğerlerine ise yaşama şansı tanınmamıştır. Çalıştırılan kölelerin de tüm yeraltı ve yerüstü varlıkları ellerinden alınmıştır. Uygarlık ve insan hakları alanında üzerine toz kondurmayan Batı, arkasına dönüp “dünkü” tarihine ve bugününe bir baksın, baksın ki uygar kim barbar kim görsün!
Dünya bizim kadar evrensel düşünmüyor. Kelimenin adı var ama yalnız bizi aldatmak için kullanıyorlar.
Osmanlı Orta Avrupa’ya kadar gitti. Birçok topluma hakim oldu. Bunların ne din, ne dil, ne mal-mülk, ne kadınına, erkeğine, çocuğuna dokundu. Batı ile Amerikalıların yaptığını yapmamıştır, burunlarını bile kanatmamıştır. Zaten bunun için varlığını uzun yıllar sürdürmüştür. Nereye baksan Osmanlı’nın izleri var. Buna rağmen barbar olarak adlandırılmıştır.
Yıllardır anlatmaya çalıştığım, uyardığım Türk dünyasının karşılaştığı veya karşılaşacağı tehlikeleri eserlerimde bir kez daha belirttim. Bu zamana kadar hiçbir tablomu satmadım Çünkü benim amacım para değil, insanlığın insana karşı yapmış olduğu kötülüklerin belgelenmesi. Gelecek nesiller de görsün.
Kısaca Anadolu dışındaki Türklere bakışınızı öğrenebilir miyiz?
Ortaasya’dan geldik. Bana göre dünyanın üçte biri Türk kökenli. Bu ırkçılık değil. Türklerin yaşam tarzının kökeninde Şaman geleneği yatıyor. Şamanizm’de dürüstlük, çalışkanlık, temizlik, insanlık esastır. Bizim törelerimiz din kadar kutsaldır. O zamanki insanlarda boş konuşmak yoktu, her söz atasözü kadar kutsaldı, geri dönüş yoktu.
Ortaasya toplulukları komünizm devrinde Türkiye’yi anavatanı olarak görüyordu. Ama komünizm çöktükten sonra bizim işadamlarımız gitti. Bunun yanı sıra üç kağıtçılar da gitti. Bu tür olaylardan dolayı Türkiye’ye karşı soğuk baktılar. Böyle olduğunu bilmiyorlardı.
İkinci Dünya Savaşı ile günümüze dek dünyadaki olaylara bakışınız nedir?
Komünizm savaş sonrasında çok güçlü çıktı. Elinde silah, ordu mevcuttu. Komünizm Batı dünyasına karşı cephe almıştı ve çok güçlüydü. Açıkçası dünya hakimiyetine oynuyordu Moskova. Sovyetler Birliği dışarıdan getirdiği ve komünizmin özü ile eğittiği gençleri ülkelerine gönderip maddi destek sağlıyordu. Amaç tüm dünyaya komünizmi yaymaktı. Ancak sadece Fidel Castro başarılı olabildi.
Dünya ikiye ayrılmış ve diğer tarafta kapitalist batı dünyası vardı. Ancak kapitalizmin komünizm ile mücadele edebilecek gücü yoktu. Sömürgeci Batı dünyasının sömürdüğü insanların torunları Komünizmin eşitlikçi sloganlarından etkilenmişler ve cephe alamamış hale gelmiştir Batı.
Ancak Sovyetler Birliği içinde komünist idarecilerin keyfi ekonomik uygulamaları, ekonomik açıdan Moskova’yı zora sokmuştur. Doğu Bloku ülkeleri arasında Varşova Paktı imzalanarak Batı’nın NATO’suna karşı güç gösterisi amaçlanıyordu. Ancak Macaristan ve Çekoslavakya içinde Batıya karşı bir ilgi vardı. Yaşanan Macaristan olayları neticesinde Batı dünyası yavaş yavaş dünya sahnesinde rol almaya başladı.
Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanacak Kore, Vietnam savaşları gibi savaşlar arasında hep Batı Kapitalizmi ile Komünizm arasında yaşanan “soğuk savaş” ürünleridir.
Son Sovyet başkanı Gorbaçov’un Batı dünyası ile tuttuğu sıcak ilişkiler Sovyetler Birliği’nin çökmesine neden oldu. Bence Batı dünyası Gorbaçov’un büyük bir anıtını dikmeli.
Komünizmin çökmesi ile artık Batı Dünyası, Dünya hakimiyeti için oynamaya başladı. ABD şu an başrolde; ancak unutmayalım ki tarihte sürekli olarak roller değişir. Batı kapitalizmi vahşet saçıyor. Neden mi; çünkü Yahudi ve Anglo Sakson işbirliği ile Dünyaya sahip olmak amacındalar. Bakın düne ve bugüne neler oluyor. Irak, Lübnan’da, Filistin’de bebekler ölüyor. Amaç Ortadoğu topraklarına yani, Dünya hakimiyeti için yolun “kutsal topraklardan” geçtiğini biliyorlar. Birileri demokrasi vaadiyle çıkıp insan haklarını ihla ediyor ve herkes buna seyirci kalıyor. Ama durum ABD için vahimdir. Yahudi zihniyetli ABD ve kapitalizm çökmeye başlamıştır. Sömürdükleri ülkelerden getirdikleri insanların nüfusları artıyor ve belki de daha fazla. Artık Fransa’da Fransız bulmak zor. Sömürülenler ülke idare eder hale gelmiştir. Sırada İngiltere ve ABD yer alıyor.
Nazi Almanyası’nın nasıl dünya hakimiyeti için hayalleri suya düştü ise, Yahudi destekli ABD çökmeye başlamıştır.
Günümüz Türkiye’si ile dünya politikasını değerlendirir misiniz?
İnsan varolduğundan beri bütün mücadeleler din üzerine kurulu. Savaşların temelinde insanları gruplaştırma ve köleleştirme ya da belirli çıkarlar doğrultusunda toplumları yok etme isteği yatıyor. Örneğin Yahudiler yüzyıllar boyunca büyük acılar çeken bir toplum. Bence bu yüzden dünyanın en merhametli milleti olmaları gerekirken bir asker için bebekleri öldürüyorlar. Amerika’nın da ne kadar vahşi olduğunu hepimiz görüyoruz.
Türkiye dış politikasında gerçekten büyük hatalar yapıyor. Çünkü dış politikamızı Amerika’nın istekleri belirliyor. Dünyanın en hassas noktasında yer alıyor Türkiye. Bu nedenle Avrupa ve Amerika bizim Orta Asya ile birleşmemizden de korkuyor.
Bizim için AB’den önce Orta Asya gelmeli. Avrasya Birliği bizim için daha mühim. Geçenlerde Şanghay toplantısı oldu. Rusya, Kore, Çin, Hindistan, İran, Pakistan ve Türk Cumhuriyetleri bu toplantıya katıldı. Bizi de davet ettiler, ancak Türkiye’den kat