|
|
|
|
|
|
|
|
Son “Nobelli Osmanlı” ise belki romanlarını okuduğunuz ama Osmanlı olduğunu bilmediğiniz biri: Elias Canetti. 1905’de Bulgaristan’ın Rusçuk şehrinde bir İspanyol Yahudisi (Sefarad) ailesinde doğmuş. 6 yaşındayken ailesi Manchester’a göçmüş. Burada babasını kaybedince annesi çocuklarını alarak Viyana’ya dönmüş. 1994’te ölen Canetti, Nobel Edebiyat Ödülü alan “son Osmanlı” olmuş (1981).
Canetti’nin ölümünden sonra yayınlanan hatıraları (The Tongue Set Free adıyla 1999’da basıldı) onun Osmanlı arka planına güçlü ışıklar tutuyor. “Kendimi”, diyor yazarımız, “daima Türkiye’den gelmiş gibi hissetmişimdir. Sonraları yaşadığım hiçbir şey yoktu ki, Rusçuk’ta onu yaşamamış olayım.”
Canetti renk körlüğü yaşayan dünyamıza Osmanlı Rusçuk’unun rengarenk havasını yansıtıyor:
“Tuna nehri üzerindeki Rusçuk, bir çocuk için harika bir şehirdi ve şayet Rusçuk’un Bulgaristan’da olduğunu söylersem, o günlerin resmini yanlış aksettirmiş olurum. (Anlayın canım. Yazarımızın dili, o yıllarda iç işlerinde özerk ama resmen Osmanlı’ya bağlı olan Bulgaristan Prensliği’nde doğduğunu söyleyemiyor. Bu müthiş renklilik ancak Osmanlı gibi çoğulculuğa kucak açan bir bünyede var olabilirdi demeye getiriyor.) Burada en farklı kökenlerden gelmiş insanlar beraberce yaşardı. Bir Allah’ın günü yoktu ki, 7-8 dilin konuşulduğunu işitmeyesiniz. Genellikle kırsal bölgelerden gelen Bulgarların yanı sıra onlarla aynı mahallede oturan çok sayıda Türk vardı. Onun yanında İspanyol Yahudilerinin oturduğu mahalle bulunurdu. Rumlar, Arnavutlar, Ermeniler ve Çingeneler de eksik değildi. Tuna’nın öbür yakasından Romanyalılar gelirdi; asla unutamayacağım süt annem, Romanyalıydı. Bir de şuraya buraya dağılmış Rusları görürdünüz"
Batı kriterlerine göre gerçekten de inanılmaz olan bu çeşitlilik, bir çocuğa, 20. yüzyılın sonlarında böyle gülümsüyor ve ona şu unutulmaz sözleri söyletiyordu: “Bu çeşitliliğin mahiyetini gerçek anlamda hiç kavrayamadım ama onun etkileri de hiç bir zaman yakamı bırakmadı.” Böylece 20. yüzyılın en “kozmopolit” yazarlarından birisinin Osmanlı Rusçuk’unun çok-kültürlü havasından neleri miras aldığını öğrenmiş oluyoruz.
Böylece 3 Nobelli ‘yazarımız’ın Osmanlı arka-planlarına bakınca, ödülü kazanmalarını, Osmanlı dünyasının akıl almaz zenginliğine borçlu olduklarını görüyoruz. Bir başka şeyi daha: Çocukluklarında hafızalarına içirdikleri Osmanlı “nesîm”ini dünya edebiyatına yansıtmış ve özgünlüklerini o bir daha geri gelmeyecek büyük dünyaya borçlu olduklarını itiraf etmişlerdi. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|