Bu gelişme Bulgaristan’daki aşırılık yanlısı millîyetçi grupları rahatsız etse de, ülkenin istikrarı ve demokratikleşmesi açısından büyük önem taşıyor.
Bulgaristan'da 17 Haziran 2001'de yapılan parlamento seçimlerinde hiçbir siyasi gücün tek başına iktidara gelecek oranda oy elde edememesinin ardından, 2. Simeon'un başkanlığında kurulacak koalisyon hükümeti için protokol imzalandı. Protokolle beraber, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) 21 milletvekili ile koalisyon ortağı oldu.
"Hak ve Özgürlükler Hareketi" ile birlikte Balkanlarda yaşayan Türkler 1912 yılından beri ilk kez iktidara gelmiş oldular. Makarios dönemi Kıbrıs Cumhuriyeti hariç tutulduğunda, Türkiye dışında Türkler, azınlık kabul edildikleri bir ülkede ilk kez hükümet ortağı durumuna geldiler. Dört yıllık hükümet deneyiminden sonra 25 Haziran 2005'te yapılan seçimde de %14.17'lik oy alan HÖH, Bulgaristan’ın geleceği için olumlu rol oynamaya devâm edecek.
Seçim sonuçlarını değerlendiren HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan, partisi olmadan bir koalisyon hükümetinin kurulmasının 'hayal' olacağını söylemişti. Doğan, "Sosyalistler ve 2. Simeon Ulusal Hareketi'nin çoğunluk için bize ihtiyacı var. Biz üçüncü siyasi güç olduk" demişti.
HÖH'ün Sosyalistler ile koalisyon kurması halinde, bunun 80'li yıllardaki isim değiştirme kampanyasının üstesinden gelinmiş olduğu anlamına gelip gelmediği şeklindeki soruya karşılık Doğan, "İsim değiştirme sürecinin acısının üstesinden gelmek için elimizden geleni yaptık. Amacımız devletin sorunlarına çözüm için formül aramaktır" diye konuşmuştu.
Aynı seçimlerde Türk karşıtı ATAKA'nın meclise 21 milletvekili sokmayı başarması, tedirginlik yaratmıştı. ATAKA lideri Siderov, HÖH'ün Anayasa'ya aykırı bir parti olduğunu iddia etmiş ve “HÖH Anayasa'ya aykırı bir partidir, ancak yasaklanmasına gerek yok. Sadece Anayasa'yı uygulamamız gerekiyor. Bulgaristan'da resmi dil Bulgarca’dır. Doğan, Türkçe’yi 'yasadışı' kullanıyor ve teröristlerin anıtı önünde boyun eğiyor" şeklinde konuşmuştu.
HÖH’ün hükümette yer almasının Bulgaristan’ın iç huzuru, iç barışı, istikrarı ve modernleşmesi için çok değerli olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Ülkede AB karşıtlığının da simgesi durumunda olan faşist ATAKA partisinin beklenmeyen yükselişinin Bulgaristan toplumsal ve kültürel yapısı üzerinde yapabileceği muhtemel tahrifatların HÖH’ün yönetimde yer alması ile sınırlanabileceği yorumlarda ciddi bir artış dikkat çekiyor.
Bulgaristan kurulduğunda birçok yörede Türkler çoğunluktaydı. Bu durum göçlerle azaltıldı. 1934 sonrası Bulgarlar, bir toprak ihtilali yaparak Türklerin elindeki arazilere el koydular. II. Dünya Savaşı başladıktan sonra Bulgaristan, 1 Mart 1940'ta Berlin Paktı'na girmiş ve Almanya safında savaşa katılmıştır. Çünkü Bulgarlar; Dobruca, Makedonya ve Batı Trakya'yı almak istiyorlardı.
1 Aralık 1943 Tahran Konferansı'nda müttefikler, Bulgaristan'ı Sovyet nüfuzuna bırakma kararı aldılar. Bunun üzerine Rusya'nın yardım ve desteği ile kurulan gizli vatan cephesi militanları 1942'de Bulgaristan'da bir iç savaş başlattılar. Bulgar toprakları, 5 Eylül 1944'ten itibaren Sovyet Kızıl Ordusu tarafından işgal edildi; 15 Ekim 1944'de ise ülke, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adını aldı. Savaş sonrası 1946'da yapılan referandumla da ülke, sosyalist aile üyelerinden biri oldu.
1944'de yönetime gelen komünistler, azınlık desteğini temin için önce baskı politikasına son verdi. Ancak 1946 sonrası özel okul statüsündeki Türk okullarını devletleştirdi ve arkasından da tek tip bir sosyalist Bulgar toplumu oluşturmaya kalkıştı. Okullardan din derslerinin kaldırılmasını Türkçenin yasaklanması ve Türk adlarının değiştirilmesi izlemiştir. Bu dönemde Türk azınlık okullarının sayısı, 1200'e kadar ulaşmış, Türkçe kitaplar bile basılmıştı.
Bulgarca hariç diğer tüm dersler Türkçe yapılan bu okulların giderleri, soydaşlarımız ve vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Ancak 12 Ekim 1946'da çıkarılan bir yasa ile; okul ve camilere ait vakıflar kamulaştırıldı ve özel statüdeki Türk okulları devletleştirildi.
Böylece Türklerin gelecekle ilgili endişeleri artmış ve göç istekleri kamçıladı. Ancak 2. Dünya Savaşı esnasında Türklerin satacakları mal bedellerini ülke dışına çıkartma yasağı göçü engellemiştir.
Türk azınlık okullarının devletleştirilmesi sonrası yeni ders kitapları da hazırlanmıştı. 1947/48 öğretim yılından itibaren okutulmaya başlandı.
Türkiye'nin bağımsızlığını kazanması akabinde Türkiye ve Bulgaristan arasında 18 Ekim 1925'te Ankara imzalanan ikamet sözleşmesi ile Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçler konusu hukuki temellere oturtuluyordu. Bu sözleşme sonrası yıllarda da çeşitli Türk göçleri yaşanmıştı. Örneğin 1923-39 yılları arasında yaklaşık 200 bin soydaş Türkiye'ye gelmiştir. 2. Dünya Savaşı başları ve sonrası yıllarda ülke dışına çıkışlar yasaklanmış olduğundan benzer göçlerde bir yavaşlama olmuş ve böylece göçmen sayısı 20 binde kalmıştı.
II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan'da rejim değişikliği oldu ve ülkede bir komünist dönem başladı. Bu yıllarda büyük işgücü ihtiyacı duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü engelleme çabasındayken; diğer taraftan da, Türk sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursuzluk ve göç isteğini artırma gibi çelişkili bir tutum içindeydi.
Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar ellerinden alınmaya, okullar devletleştirilmeye ve Bulgarlaştırılmaya, önemli Türk aydınlar tutuklanmaya başlandı. Özellikle 1947 sonrası artan bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerinde infial yarattı ve milli benlik ve yeni nesilleri koruma endişesine sevk etti.
Böylece büyük bir soydaş kitlesi, Türkiye yetkili ve diplomatik temsilciliklerine müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir. Bu talepleri değerlendiren Türk hükümeti, 31 Mayıs 1947'de aldığı bir kararla II. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği'nden Avrupa'ya sığınan soydaşlarımızdan mülteci kabulü ile Bulgaristan'dan serbest göçmen (hükümetten yardım almıyacak) kabulünü karara bağlıyordu.
Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl 1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmişti. Ama 10 Ağustos 1950'de Bulgar hükümeti, Türkiye'ye bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 kişinin üç ay içinde Türkiye'ye göçmen olarak alınmasını talep etti.
Bunun üzerine gergin olan Türk-Bulgar ilişkileri daha da kötüleşti ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi. Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile Türk ekonomisini felç etmek istiyordu. Ayrıca Bulgaristan, göçmen kitleleri arasına bazı zararlı insanlar sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına satmalarını arzuluyordu. Türkiye, Bulgaristan'dan gelecek soydaşlara vize uyguladı ve bu kapsamda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri arasında 212.150 kişiye Türkiye'ye giriş vizesi verdi.
Türkiye, Ocak 1950'den başlayan ve gittikçe artan oranlarda göçmen kabul etti. Türkiye, 7 Ekim 1950'de sınırı kapattı. Vizesiz kimselerin geri alınacağı ve bir daha da benzer olayların yaşanmayacağının Bulgarlarca kabul edilmesi üzerine, Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950'de tekrar açıldı.
Bunun üzerine 1950-51 kışının Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 20'şer binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye'ye sığındı. Nisan'da Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Ocak 1950'den beri Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmekte olan tüm göçmenler "iskanlı göçmen" statüsüne alındı. 1951 yazı esnasında sayıları gittikçe azalmakla birlikte göç yürüyordu; Ama Bulgaristan, yine göçmenler arasına bazı vizesiz ve Türk olmayan kişileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran-Ekim 1951 tarihleri arasında altı nota vererek istenmeyen kişilerin geri alınmasını ve sahtekarlık yapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti.
Bulgarların Türk notalarına olumlu bir cevap vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951'de ikinci kez Türk-Bulgar sınırını kapattı. Buna karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951'de Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçü kesin olarak yasaklıyordu. 1950-51 yıllarını kapsayan dönemde toplam 154.393 soydaş Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçmen olarak geldi.
Sosyalist bir ülkeden kapitalist Türkiye'ye göç, komünist camiada hoş karşılanmamış ve Stalin'in emri ile durduruldu. Ayrıca Stalin, Bulgaristan Türklerinin ileride Türkiye'de yapılacak sosyalist devrimin öncüleri olarak yetiştirilmelerini de emretti. Bunun üzerine Bulgaristan'da kapatılmış olan Türk okulları Türkçe eğitim verecek şekilde yeniden açıldı.
Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük göçle yetişmiş elemanların çoğu Türkiye'ye göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekildi. Bu problemin çözümü için Bulgaristan Türklerinin eğitiminde "Azerbeycan" model seçilir ve 1952 yılında bu ülkeden Bulgaristan'a birçok Azeri uzman ve danışman getirildi.
Azeri uzmanlar Bulgaristan Türk eğitimini inceledikten sonra hazırladıkları raporda Türklerin eğitim açısından çok geri kaldığı ve alınması gerekli tedbirleri belirtiler. Bunun üzerine Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu iyileştirmek için 5 Ağustos 1952 günü bir dizi kararlar aldı.
Bir süre sonra Türklere ait ana, ilk ve ortaokullar ile liseler kapatıldı, Türk tiyatro faaliyetleri durduruldu, komünist propaganda içerikli hariç Türkçe kitap basımı yasaklandı, Türkçe radyo yayını sona erdi. Komünist rejim döneminde Bulgaristan'da sanayileşme ve ağır sanayi geçiş çabalarında konunun sosyal boyutu düşünülmedi. Böylece köyler boşaldı. Diğer taraftan kooperatiflerin yaygınlaşması ve özel mülkiyetin yasaklanması, tarımsal ve zirai üretimde verimsizliğe neden oldu. Bu durum, bir tarım ülkesi olan Bulgaristan'ın dış pazarlara tarımsal ürünler ve kaliteli sanayi mamülleri satamamasına sebep oldu.
10 Kasım 1989'da Jivkof rejiminin yıkılması akabinde Bulgaristan Devlet Konseyi, 1984 - 1989 arası dönemde Türk azınlığa karşı yapılan hataları kabul etti ve bunların düzeltileceğinin sözünü verdi. Böylece zorla değiştirilen Türk adları iade edilecek, Türkçe konuşma yasağı kalkacak ve Türk çocukları kendi okul ve anadillerinde eğitim yapabileceklerdi.
Temmuz 1991'de yürürlüğe giren yeni Bulgaristan Anayasası da, azınlıklara kendi anadillerini öğrenme ve kullanma hakkı tanıyordu. Buna rağmen Türk öğrencilerin Türkçe dersler alması sürekli erteleniyordu. Bunun üzerine Türk aileler, çocuklarını okullara göndermeme ve açlık grevi yapma gibi yöntemlerle Bulgar yönetimini protesto ettiler.
Bu tepkiler karşısında Eğitim Bakanlığı, Türkçe derslerin başlatılması kararı aldı. Ancak bu haktan ilk ve ortaokullara devam eden Türk çocuklarından sadece %40'ı faydalanabiliyordu. 89 büyük göçü ile Türk aydın ve öğretmenlerinin çoğunun Türkiye'ye gitmesi ile, Türkçe ders verecek eleman bulunamaması diğer bir olumsuzluktu. Böylece bir kez daha Türk öğretmen yetiştirilmesi gündeme geldi.
Bu kapsamda; 1992'de Şumnu Yüksek Pedagoji Ensititüsü ve 1993'de Kırcaali İlk ve Ortaokul Öğretmen Ensititüleri'ne Türkçe öğretmeni yetiştirecek sınıflar açıldı. Benzer şekilde 1990'da Sofya'da ön lisans düzeyinde İslam Ensititüsü ve Şumnu'da İmam-Hatip Lisesi açıldı. Bunları 1991'de Ruscuk ve Mestanlı İmam-Hatip liseleri izledi.
1989 sonrası Bulgaristan'da kurulan 160 civarındaki siyasi partinin 4'ü Türklere aitti. Bunlar Hak ve Özgürlükler Harekatı (HÖH), Demokratik Gelişim Harekatı (DGH), Demokratik Adalet Partisi (DAP) ve Türk Demokratik Partisi (TDP) adlarına sahipti.
Bu partilerden ilki olan HÖH Partisi, 1990 seçimlerinde 400 üyeli parlamentoya 23 milletvekili soktu. Aynı parti, 1991 seçimlerinde oyların %7.55'ini aldı ve milletvekili sayısını 24'e yükselti. Daha sonra yapılan yerel yönetim seçimlerinde ise, 27 belediye başkanı ve 653 köy muhtarlığı kazandı. Aralık 1994 seçimlerine üç Türk partisi katıldı. Bunlardan en büyüğü olan HÖH, %5.44'e tekabül eden 282.000 oy aldı.
Aralık 1994'de yapılan seçimleri, Bulgaristan Sosyalist Partisi kazandı. Türklerin zorla Bulgarlaştırıldığı dönemde Eğitim Bakanı olan Dimitrov yeni hükümetin Eğitim, Bilim ve Teknoloji Bakanı oldu ve Türklere baskı yapan emniyet mensupları da önemli görevlere getirildi. Bu dönemde hükümet, Müslüman halkın seçtiği Fikri Salih'i başmüftülük görevinden aldı.
Bulgaristan nüfusu ve aktif iş gücü, 89 göçü sonrası büyük oranda azaldı. Bu göçün dışında 250 bin dolayında Bulgar genci batı ülkelerine iltica etti. 1990'lı yılların ortalarında Bulgaristan halkının sıkıntıları ve sosyalist kökenli meclis üyeleri ile hükümete duyulan güvensizlik doruk noktasına çıktı. Ülke, çok büyük siyasi, ekonomik ve sosyal bunalım ve kaos içine düştü.
Ülke çapında yönetim aleyhtarı büyük gösteriler yapıldı. Bu durum, 10 Ocak 1997'de meclis binasının işgaline kadar vardı. Hükümet istifa etti ve erken genel seçimlere gidildi. 19 Nisan 1997'de yapılan genel seçimlerde 240 parlamento üyeliğinin 137'sini Demokratik Güçler Birliği Partisi kazandı
Günümüzde Bulgaristan Türklerine ait 8 gazete yayınlanıyor. Ayrıca Türkçe kitaplar da basılıyor. İlk ve ortaokullarda haftada 4 saat seçmeli Türkçe dersleri okutuluyor. Bulgaristan devlet radyosu da, haftada birkaç saat Türkçe yayın yapıyor.
1992 resmi nüfus sayımına göre Bulgaristan'da, toplam nüfusun %13'üne tekabül eden 1.000.000 dolayında Türk yaşıyor. Ancak bu ülkede 2 milyonu Türk olmak üzere 3 milyon dolayında Müslüman yaşadığı tahmin ediliyor. Günümüzde Bulgaristan Türklerinin en önemli sorunlarının başında işsizlik ve bunun sebep olduğu göç yer alıyor 1989 büyük göçünden bu yana 200.000'in üzerinde soydaşımız Türkiye'ye göç etti.
Bununla beraber HÖH’ün Bulgaristan’da son seçimlerde yakaladığı yükselişin Bulgaristan vatandaşı olan Türklerin sorunlarının çözümüne büyük katkı sağlaması ve uzun süre göz ardı edilen Türklerin haklarının garantiye alınmasında önemli bir rol üstlenmesi bekleniyor.