Rumeli yazılarımıza günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan Filibe ile devam ediyoruz. Osmanlı devrinde Filibe olarak bilinen şehrin şu andaki adı Plovdiv. Osmanlı hâkimiyetinden önce de çok eski bir geçmişe sahip olan şehir önemini hiçbir dönemde yitirmemiştir. Güney Bulgaristan’da yer alan Filibe’nin M.Ö. 4500 – 6000 yılları arasında kurulduğu tahmin ediliyor. Filibe 1363 yılında Murad Hüdavendigâr döneminde, Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa tarafından fethediliyor ve şehir bu tarihten sonra yapılan ciddi yatırımlar sonucunda bölgenin en önemli ticaret ve ekonomi merkezlerinden biri oluyor. Evliya Çelebi’nin “Şehr-i azam” diye bahsettiği Filibe Osmanlı döneminde inşa edilen cami, mescid, han, medrese, bedesten, hamam, köprü ve kervansaray gibi yapılarla çok daha farklı bir şehir görünümü kazanıyor ve XV. yüzyılda Rumeli Beylerbeyliği’nin merkezi oluyor. Bu dönemde Anadolu’dan getirilen aileler Rumeli’de birçok bölgeye olduğu gibi buraya da iskân ediliyor. Bu zorunlu iskânlar sonucunda yeni gelen Türkler sayesinde zaman içerisinde şehrin nüfusu Türkleşmeye başlıyor. Bu yeni nüfus hareketi şehrin sosyal dokusunda, kültüründe, sanatında, ticaretinde ve gündelik yaşantısında ciddi değişikliklere sebep oluyor.
Osmanlı hâkimiyeti sırasında Rumeli Beylerbeyliği’nin merkezi olma gibi çok önemli bir konumda bulunan şehir günümüzde de bu önemini devam ettiriyor. Sofya’dan sonra Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri olan Filibe, Meriç Nehri’nin hayat verdiği büyük bir ova üzerinde kurulmuştur. Şehir merkezinde bulunan Nöbet Tepe, Cambaz Tepe, Cendem Tepe, Sahat Tepe, Pınarcık Tepe ve Taksim Tepe adlı altı tepeden dolayı altı tepeli şehir olarak ta biliniyor. Bu tepelerden Nöbet Tepe, Cambaz Tepe ve Taksim Tepe birbirine çok yakın bir konumda bulunuyor. Bu sebeple bu bölge Üçtepe olarak adlandırılıyor. Osmanlı döneminden kalan tarihî eserlerin çoğu bu bölge yer alıyor. Filibe, Bulgaristan’da Sofya ve Varna ile birlikte bölgesel idari birimleri olan üçüncü şehirdir. İdari bölünmeye göre şehirde bir belediye başkanı bir de bölge başkanı görev yapıyor. Şifalı termal tesislerin yer aldığı Filibe, Bulgaristan’ın fuar şehri olma özelliğini de taşıyor. Filibe’de bulunan “Uluslararası Fuar Merkezi” çok farklı fuarlara ev sahipliği yapıyor. 1936 yılından beri Uluslararası Fuar Birliği üyesi olan bu merkez, Balkanlardaki en büyük fuar alanıdır. Filibe fuarlar şehri olma özelliğinin yanı sıra bir üniversiteler şehri olma özelliğini de taşıyor. Şehirde bulunan Plovdiv Üniversitesi, Müzik ve Dans Sanat Akademisi, Tıp Enstitüsü, Teknik Üniversite, Yüksek Tarım ve Hayvancılık Enstitüsü ve Yüksek Gıda Sanayi Enstitüsü adlı altı yüksek öğretim kurumunda toplam 30 bin öğrenci öğrenim görüyor. Sahip olduğu termal tesisler ve tarihî eserlerden dolayı şehrin Bulgaristan turizminde çok önemli bir yeri bulunuyor.
XX. yüzyılın başlarında Filibe’de bulunan 50 civarında camiden sadece dört tanesi günümüze sağlam ulaşmıştır. Bu yapılardan en önemlisi Murad Hüdavendigâr Camii’dir. Halk arasında Ulu Camii, Muradiye Camii ve Cuma Camii olarak da adlandırılır. Caminin bulunduğu semtin kadim adı “Cuma Önü Meydanı”dır. Cami ilk olarak Murad Hüdavendigâr tarafından 1367 yılında bir külliye yapısı olarak inşa ettirilmiştir. Kurşunlu Han, Büyük Bedesten ve Hüdavendigâr Camii’nden oluşan külliyeden günümüze sadece cami ulaşmıştır. Üç yuvarlak büyük kubbe ve altı tane de dikdörtgen kubbeden oluşan çatısı kurşunla kaplıdır. Caminin güneydoğu duvarında bir güneş saati bulunmaktadır. Kırmızı tuğla ile baklava desenleri bulunan zarif minaresi tek şerefelidir. İçerisi nakışlarla süslü olan caminin hariminde küçük bir de havuz bulunuyor. Duvar süslemeleri Seyyid Nakşî Mustafa Çelebi tarafından yapılmıştır. Caminin içindeki hat levhaları XIX. yüzyıla aittir. Kuzeyinde yer alan son cemaat yeri dükkân olarak kiralanmıştır. Bu bölümlerden birisi de Bölge Müftülüğü binası olarak kullanılıyor. 2006 yılı içerisinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İSTON A.Ş. tarafından başlatılan restorasyon işlemi 2007 yılının sonlarında tamamlanmıştır. Caminin etrafı eskiden olduğu gibi şimdi de çok hareketli ve kalabalık. Kenarında bulunan park küçük el sanatları ürünlerinin satıldığı tezgâhlarla dolu. Bu küçük tezgâhlar bölgeye ayrı bir işlev veriyor. Caminin batısında Roma Stadyumu kalıntısı ve hemen yanında ise bir sütun üzerinde şehre ismini veren II. Philip’in heykeli yer alıyor. Bu heykelden başlayıp güneye doğru giden geniş cadde ise yürüyüş yolu haline dönüştürülmüştür. İsmi Knyaz Aleksander Caddesi olan bu yolun iki tarafında güzel binalar ve markalı ürünler satan mağazalar yer alıyor. İstanbul’daki İstiklal Caddesi’nin benzeri olan cadde çok kalabalık bir yer. Filibeliler burayı bir gezinti alanı olarak değerlendiriyorlar.
Filibe’deki camilerden bir tanesi de Taşköprü Camii’dir. XVI. yüzyılda inşa edilen cami 6 Eylül Caddesi’ndedir. 1940’lı yıllara kadar ibadete açık olan cami şu anda içkili restoran olarak kullanılıyor. Kurşunla kaplı tek kubbesi bulunan caminin içinde değişiklikler yapılmış ve minaresi de yıkılmıştır. Ayrıca ana yapının kuzey tarafına bitişik çok çirkin bir bina yapılmıştır. Restorana bu binanın kuzeyinde yer alan kapıdan giriliyor. “Da Lina Cucina Italiana Ristorante” adlı İtalyan yemeklerinin verildiği restoran bir Yunanlı tarafından işletiliyor. 1928 yılında yaşanan depremde Osmanlı döneminden kalan eserlerin çoğu zarar görmüştür. Bu dönemde hasar gören camilerin yanındaki arsalar gelirleri tamiratlarda kullanılmak üzere satılmıştır. Taşköprü Camii’nin 130 metrekarelik bahçesi de bu sebeple elden çıkarılmıştır. Ancak cami ve yanındaki vakıf binası müftülüğün malı olarak kalmıştır. Caminin yanındaki vakıf binasında kiracı olarak bulunan ekmekçi ve saatçi esnafı 1983 yılına kadar vakfa kira ödemiştir. Filibe Belediyesi 1983’de cami ve vakıf yerine el koymuştur. Belediye daha sonra cami ve vakıf yerini Todor Grozlikov adlı bir Bulgar vatandaşına satmıştır. 1992 yılında hak iddiasıyla yargıya başvuran Müslüman cemaat, belgeler Komünist yönetim tarafından yok edildiği ve böyle bir caminin olmadığı gerekçe gösterilerek davayı kaybetmiştir. Yıllardan beri burayı içkili bir mekân olarak çalıştıran kişi Türkiye’den ve Bulgaristan Müslümanlarından yapılan tekliflere rağmen burayı satmayı kabul etmemiştir. Bu binanın Müslümanlar için kutsal olduğunu bildiği için camiye çok yüksek bir bedel istemektedir. Yine durumu Taşköprü Camii gibi olan diğer bir cami ise Çukur Camii’dir. Filibe Müftülüğü’nün yakınındaki bu cami de içkili lokanta olarak kullanılıyor. Sadece Bulgaristan’da değil Rumeli’de yitirdiğimiz birçok şehirde ne yazık ki çok sayıda cami, medrese veya mescitlerimiz bu tür amaçlarla kullanılıyor. İbadethanelerin hangi dine ait olursa olsun amacı dışında kullanılması mutlaka önlenmelidir. Bu Türkiye’de de olsa yanlıştır, bir başka ülkede de olsa yanlıştır. Bizler nasıl bir camimizin içkili lokanta olarak kullanılmasına razı olmuyorsak diğer dinlere mensup kişilerde ibadet hanelerinin kötü amaçlarla kullanılmasına razı olmazlar. Eski ismi Hacı Hasan Bey Mahallesi olan aynı caddede bir de çifte hamam bulunuyor. Hamam Kazasker Hacı Hasanzâde Mustafa Efendi tarafından 1555 tarihinde yaptırılmıştır. İki bölümden oluşan hamamın caddeye bakan kısmı erkekler, arkadaki bölüm ise kadınlar kısmıdır. Hamamın soğukluk bölümünde kalem işi süslemeler bulunmaktadır. 2000 yılında restore edilen hamam şu anda sanat galerisi olarak kullanılıyor.
Filibe’de sağlam olarak kalabilen dördüncü cami ise Şahabeddin Paşa Camii’dir. Şehrin güneyinde Meriç Nehri’nin kıyısında yer alan camiye İmaret Camii de deniliyor. Cami 1444 yılında Sultan II. Murad döneminde Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa’nın oğlu olan Şahabeddin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Altı kubbeli caminin mihrabı, minberi ve minaresi Türk sanatının güzel birer örneğidir. Beş bölümlü bir son cemaat yeri vardır. Sultan II. Bayezid döneminde etrafına avlu yapılarak bir de imarethane eklenmiştir. Daha önce mezarlar yer alan avlu içerisinde bir de türbe bulunuyor. Ne yazık ki haziresi tahrip edilen külliyeden günümüze sadece cami ve türbe kısmı sağlam olarak ulaşabilmiştir. 1960’lı yıllarda Nikola Muschanov tarafından restore edilen caminin acilen ciddi bir tamirata ihtiyacı var. İç duvarları barok tarzı süslemelerle bezeli olan cami ibadete açıktır.
Sahat Tepe şehirdeki altı tepeden bir tanesidir. İsminden de anlaşılacağı gibi bildiğimiz Saat Tepe yani Saatli Tepe’dir. Filibe Saat Kulesi bu tepe üzerindedir. Doğu Avrupa’nın en eski saat kulelerinden biri olan Filibe Saat Kulesi Osmanlı şehirlerinin simgesi olan kulelerden biridir. Kapısının üzerinde yer alan inşa kitabesinden anladığımız kadarıyla kule Sultan II. Mahmud döneminde 1812 yılında yaptırılmıştır. Saat Kulesi 1930’lu yıllarda yangın kulesi olarak kullanılmıştır. Şehirde bu eserlerden başka genellikle tarihî evlerin de bulunduğu Üçtepe semtinde bir de Mevlevî Tekkesi bulunuyor. 1849 yılında Peçevi Ahmed Dede adına kurulan tekke günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. 1970 yılındaki restorasyon sırasında tekkenin sur kalıntıları üzerine inşa edildiği anlaşılmıştır. Cami, mektep ve bir arada jimnastik salonu olarak kullanılan tekke 1974 yılından beri restoran olarak kullanılmaktadır. Tekkenin bulunduğu bölgenin en gözde yapıları Türk Evleri’dir. Birbirine yakın üç tepeden oluşan semt, Filibe’de Osmanlı döneminde inşa edilen mahallelerden oluşuyor. Tarihî konaklar ve evler hâlâ işlevini sürdürüyor. Evlerin bazıları müze, sanat galerisi, yazarlar evi olarak bazıları da mesken olarak kullanılmaktadır. Mimari olarak Türk Evleri’nin tüm özelliklerini taşıyan evler Bulgaristan devleti tarafından isimleri değiştirilerek Bulgar Evleri gibi tanıtılmaya başlanmıştır. Çıkmalarıyla, sofalarıyla, pencereleri ve kapılarıyla her hallerinden Türk Evi oldukları belli olan binalar kapı kenarlarına asılan levhalarla Bulgar Evi gibi gösterilmiştir. Georgiadi Evi, Nedkovich Evi, Balabonov Evi, Lamartin Evi gibi o evlerde kısa bir dönem ikamet eden veya evlerin sahibi olan Bulgar vatandaşların isimleri bu levhalara yazılmıştır. Aslında bu yaklaşımın pek bir şey ifade etmediğini Bulgarlarda biliyorlar ama bu evlerin Türk Evi olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Hatta bu yalana “Plovdiv Barok Tarzı” gibi şık bir isim bile bulmuşlar. Bu evlerden Georgiadi Evi (Milli Mücadele Rönesans Müzesi), Nedkovich Evi (Belediye), Chomaka Evi (Ünlü Bulgar ressamı Zlatyo Boyacıyev’in galerisi), Balabonov Evi (Modern Resim Galerisi ve konser binası), Lamartin Evi ise Fransız şair ve diplomat Alphonse de Lamartine’nin kaldığı ev olarak yaşatılıyor. Sonuçta ne yaparlarsa yapsınlar bu evlerin klasik Türk Evi olduğunu cümle alem biliyor. Bulgaristan, Komünizm illetinden kurtulduktan sonra turizmin farkına varıp, bu sektöre yönelik yatırımlarını arttırmıştır. Filibe’nin geleceği turizm sektöründedir. Çok ciddi bir tanıtım faaliyeti sonucunda Filibe önemli bir turizm merkezi haline dönüşebilir. Termal tesisler, Uluslararası Fuar Merkezi ve tarihî eserler Filibe için iyi bir avantaj sağlıyor. Cumbalı evlerin çevrelediği Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda yürürken kendinizi bir Anadolu şehrindeymiş gibi hissediyorsunuz. Evlerin bazılarında Arap rakamlarıyla yazılan inşa tarihleri, Maşallah, tuğra ve kitabe gibi izler hâlâ duruyor. Üçtepe semtinde bulunan evlerin en görkemli olanlarından biri de Kuyumcuoğlu Evi’dir. Şu anda Etnografya Müzesi olarak kullanılan ev 1847 yılında inşa edilmiştir. Ev Filibe’deki geniş Ermeni toplumunun zengin bir üyesi olan Kuyumcuoğlu soyadlı bir Ermeni’ye aittir. Geniş ve mamur bir bahçesi olan iki katlı konak çok bakımlı bir binadır. 1952 yılında Etnografya Müzesi’ne dönüştürülen konakta Filibe çevresindeki kültürü yansıtan eşyalar, tarım, zanaat ve ticaretle ilgili eşyalar, geleneksel giysiler, işlemeler, kumaşlar, müzik aletleri ve çeşitli belgeler sergileniyor. Mimarî açıdan çok önemli şehirlerden birisi olan Filibe’ye iyi korunan bu evlerden dolayı 1979 yılında UNESCO tarafından mimarlık altın madalyası verilmiştir.