BULGARİSTAN'DAN YETİŞEN MÜELLİF ve MUTASAVVIFLAR
Prof. Dr. H. Kamil YILMAZ
GİRİŞ
Bulgaristan’daki Türk-Müslüman nüfus varlığı Osmanlılardan önceki dönemlere kadar uzanmaktadır. Polonyalı Türkolog Tadausz Kowalski, XX. Yüzyılda Kuzeydoğu Bulgaristan’da konuşulan Türkçe’den yola çıkarak bu bölgede bir grup Kuzey Türkünün yaşadığım ve bunların daha sonra 1261’de Anadolu’dan gelen İzzeddin Keykavus’a tabi Türklere karıştığını belirtir.
Bu Anadolu Türkleri, Keykavus’un bölgeden ayrılmasından sonra orada kalmışlardır. Her ne kadar 1300 yıllarında mânevî liderleri Sarı Saltuk’un ölümüyle bir bölümü Anadolu’ya dönmüşlerse de bir kısmı orada kalmaya devam etmiştir.[1]
Sarı Saltuk ve Yesevî tarîkatına bağlı erenler, Bulgaristan Türklüğünün mânevî hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu konuda yazılı kaynaklardaki bilgiler çok sınırlıdır. En eski kaynak sayılabilecek Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Bulgaristan’da etkinlik sahibi üç ereni Yesevî mensûbu olarak sayar: Varna-Batova’da Akyazılı Baba (III, 377-378), Filibe yolu üzerinde Kademli Baba (III, 377-378), Kaligra’da Sarı Saltuk (I,656-660).
Çalışmamızda Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden yola çıkarak, 1285/1866 yılında Rusçuk’ta basılan Tuna Vilâyeti Salnamesini, vakıf ve arşiv kayıtlarım inceleyip Osmanlı’nın kuruluşunda tekke ve dervişlerin yerini araştıran Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri”[2] adlı makalesini, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Osmanlı Mimarisi (İstanbul, 1982) adlı eserinin Bulgaristan’ı içine alan IV. cildini temel kaynak olarak kullanacağız. Ayverdi cihat defterlerinden hareketle başbakanlık arşivi ve vakıf kuyûdatından belli başlı şehirlerdeki tekke sayılarını adları ile tesbit etmeye çalışmıştır.
Kanunî Sultan Süleyman döneminde yapılan vakıf tahrirlerine göre Rumeli’nde 205, Paşa livâsında 67, Silistre livâsında 20, Çirmen livâsında 4 zaviye ile bu yörede toplam 297 zaviye bulunduğu görülmektedir.[3] Tuna Vilâyeti Salnamesi’nde (1285/1868) bu sayı 86, Ayverdi’nin eserinde ise 174’tür.
Biz söz konusu kaynaklardan hareketle Bulgaristan sınırları içinde kalan topraklarda tasavvuf, tarîkat ve tekkelerle ilgili bir panaroma çıkarmak isterdik. Ancak bir tebliğ kapsamında bunun mümkün olmadığı açıktır. Bununla birlikte Tuna Vilâyeti Salnamesi ile Ayverdi’nin eserinde verilen il ve ilçelere âid tekke ad ve sayıları bu konuda bir fikir verir düşüncesindeyiz.
Salname’ye göre Rusçuk’ta 7, Şumnu’da 10, Razgrat’ta 4, Eskicuma’da l, Plevne’de 5, Niğbolu’da l, Tutrakan’da l, Varna’da l, Hacıoğlupazarcığı’nda 2, Vidin’de 7, Berkokofça’da 2, Vıraça’da 2, Rahova’da l, Sofya’da 18, Köstendil’de 16, Samakov’da 2, Tırnova’da 4, Lofça’da l, Osmanpazarında l olmak üzere toplam 86 tekke bulunmaktaydı. Filibe, Aydos tarafı bu sayıya dahil değildir.
Ayverdi’ye göre ise: Aydos’ta l, Çırpan’da 3, Çirmen’de 2, Dubniçe’de 4, Filibe’de 15, Hasköy’de l, Razgrad’da 5, İhtiman’da l, Karinabad’da 3, Kızanlık’ta 5, Köstendil’de 11, Lofça’da 5, Niğbolu’da 10, Plevne’de 3, Pravadi’de 2, Rusçuk’ta 15, Samakov’da 5, Silistre’de 9, Hacıoğlupazarcığı’nda l, Sofya’da 16, Şumnu’da 13, Tatarpazarcığı’nda 10, Tırnova’da l, Varna’da 5, Vidin’de 7, Vıraça’da 2, Yanbolu’da 8, Yenizağra’da 4, Eskizağra’da 7 olmak üzere toplam 174 tekke tesbit edilmiş bulunmaktadır.
İntişâr-ı İslam Târihi kaynakları Türk dünyasının İslamlaşmasında; İslam’ın Anadolu, Kafkasya ve Balkanlarda yayılmasında “Alperen” denilen Horasan menşeli Babaî dervişleri ile Yesevî mensuplarına ve Ahilere ayrı bir önem atfederler. Özellikle 615-616/1218-1219 yılları arasındaki Cengiz-Moğol istilası Orta Asya menşeli tasavvuf ricâlinin yerlerinden oynayıp Anadolu ve Balkanlara doğru hareketine vesile oldu.
Târihçi Aşık Paşazade’nin Rum erenleri dediği; Abdalân-ı Rûm, Ahiyân-ı Rûm, Baciyân-ı Rûm, Gaziyân-ı Rûm diye dörde ayırdığı Ahiler, Balkanlar’da ünlü seyyah İbn Batûta’nın da dikkatini çekmiştir.
Horasan menşeli bir Yesevî sayılan Hacı Bektaş Veli’nin Osman Gazi ve Orhan ile ilgili menkıbeleri târihî açıdan çok sağlıklı rivâyetler kabul edilmese de, serhad yörelerindeki gazalara iştirak eden Türkmenlerin ekserisinin Bektâşî dervişi olduğu söylenebilir.
I. Murad döneminde Rumeli’ne geçen Ahilik daha sonraki yıllarda Şumnu, Varna ve Dobruca ile diğer Hıristiyan yörelerde Osmanlı akınlarına öncülük etmiştir.
Ahiler Anadolu’da esnaf teşkilatına dönüşürken Balkanlarda ise tarîkat hüviyetini muhafaza etmekteydiler. Nitekim Yıldırım Bayezid, Dimetoka’da bir zaviye yaptırıp ona vakıflar tahsis etmişti. Bu devrede Yeni Zağra’da Kılıç Baba zaviyesi, Çirmen’de Musa Baba zaviyesi gibi Paşa livâsında 67 zaviye vardı.[4]
Bulgaristan yöresinde kuruluş döneminde açılan tekkelerin büyük çoğunluğu Rumeli’nin İslamlaşma sürecinde görüldüğü gibi Yesevî yoluna bağlı Bektaşî mensuplarındandı. Abdurrahman Küçük, Bulgaristan’daki cami, medrese, tekke ve türbelerin çokluğuna bakarak Bulgaristan Türklerinin inanç yapısının Horasan-Anadolu inanç yapışı ile benzeştiğine dikkat çekmektedir.[5] Özellikle Deliorman Bölgesi bu anlamda önemli bir merkez durumundaydı. Şeyh Bedreddin’in, isyanında kendisine üs olarak burayı seçmesi bunu destekleyen bir delildir.
Osmanlı döneminde Alevîlik’in Anadolu’da; Bektâşîlik’in de Rumeli’nde belli bir etkinliği vardı. Nitekim Bektâşî tekkelerinin kapatıldığı yıllarda (1826’dan sonra) Bulgaristan’da hayli mal varlığına sahip on beş kadar Bektâşî tekkesi bulunmaktaydı. Deliorman’ın genellikle Razgrad, Rusçuk, Niğbolu yörelerinde bulunan bu tekkelerin bölgedeki tesirlerinin sürekliliğini göstermektedir.[6]
Çalışmamızın temel konusu Bulgaristan’da yetişen müellif mutasavvıflar olduğundan biz, çok kısa biyografik bilgilerle yetineceğiz. Bulgaristan doğumlu olmamakla birlikte faaliyetleri ve isyanı sebebiyle bu yörede etkili olduğundan Şeyh Bedreddin olayına da kısaca temas etmeliyiz. Çünkü onun başlattığı bâtınî-şiî tasavvufî hareket daha sonraki yıllarda Bulgaristan’da hep varlığını hissettirecektir.
ŞEYH BEDREDDÎN OLAYI
Genel olarak “Bedreddin Simâvî” diye bilinen bu şahıs, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin adıyla meşhurdur. Simavlı olmadığı halde Simavna ile Simav’ın telaffuz yakınlığından, ya da eserlerine şerh yazmış bulunan Abdullah İlahî’nin Simavlı oluşundan karıştırılarak “Simâvî” lakap ve nisbesiyle anılır olmuştur.
Şeyh Bedreddin bugün Yunanistan sınırları içinde bir köy olan Samavina (Ammovounon)’da doğdu. Babasının burada kadı olduğu rivâyet ediliyorsa da bu kaleyi fetheden gazilerden olma ihtimali daha yüksektir. Çünkü annesi Dimetoka Rum beyinin ihtida etmiş kızı olduğuna bakılırsa babasına savaş esiri olarak verilmiş olmalıdır.
Şeyh Bedreddin Edirne, Bursa ve Konya’da bir eğitim gördükten sonra Kudüs ve Kahire’ye gitti. Oralarda bir süre kaldı. Muhtelif hocalardan ders okuduktan sonra hacca gitti. Hac dönüşü tekrar Kahire’ye döndü ve orada Sultan Berkuk’un oğluna üç yıl süreyle öğretmenlik yaptı.
Mısır’da bulunduğu sırada önceleri çok sıcak bakmadığı tasavvuf yoluna sülûk etti ve Hüseyin Ahlatî’ye intisâb etti. Sıkı riyâzat sonucu hastalanınca şeyhi kendisini doğuya seyahate gönderdi. Tebriz’de Timur’un otağına misafir oldu. Daha sonra tekrar Kahire’ye dönerek sülûkünü tamamladı ve şeyhinin vefatından sonra yerine geçti. Anadolu’da Karaman, Germiyan, Aydın, Tire ve diğer Alevîlerle meskûn bölgelerde dolaştı.
Şeyh Bedreddin Anadolu’yu dolaştığı sırada genellikle Alevi-Türkmen gruplarıyla temas etti, tasavvufî-bâtınî bir üslub ile bir kıyam harekelinin tohumlarım attı. Anadolu’dan Rumeli’ye geçti ve Edirne’ye yerleşti. Şeyh Bedreddin’in faaliyetlerinin yoğunlaştığı yıllar Ankara savaşından sonra Osmanlı devletinin parçalandığı fetret dönemine rastlar.
Edirne’de hükümranlığım ilan etmiş bulunan Musa Çelebi Bedreddin’i kazasker tayin edince nüfuz ve şöhretini artırmış oldu. O bu durumdan yararlanarak şeyhliği şahlığa çevirme sevdasına kapıldı.
Yeniden Osmanlı birliğini kurmaya çalışan Çelebi Mehmed, kardeşi Musa Çelebi’ye galip gelince Şeyh Bedreddin’i kazaskerlik görevinden azletti, iki oğlu ve kızıyla beraber İznik’te ikamete mecbur etti.
Şeyh Bedreddin’in halîfeleri Börklüce Mustafa İzmir’de Urla yarımadasının kuzeyinde yer alan Karaburun’da; Yahudi dönmesi Torlak Kemal Manisa’nın kızılbaşlarla meskun yörelerinde isyan başlattılar.
Şeyh Bedreddin de hac bahanesiyle İznik’ten ayrılıp Kastamonu ve Sinop yoluyla Karadeniz’e; oradan Eflak voyvodasının yanına gitti. Eflak’tan da o günün Osmanlı toprakları olan Silistre, Dobruca ve Deliorman bölgelerinde taraftar toplamaya başladı. Kendisi için ayaklanma merkezi olarak, potansiyel itibariyle Bektaşî ve Alevî etkisi fazlaca olan Deliorman bölgesini seçti. Şerafettin Yaltkaya, 622/1225 yılında Baba İshak taraftarlarının Dobruca’ya geldiğini belirtir.[7] Börklüce Mustafa, etrafına topladığı 5000 kişilik grupla isyan etti ve İzmir Sancak Beyini katl ile Saruhan sancak beyini bozguna uğrattı. Nihayet Bayezid Paşa ve Şehzade Murad komutasındaki ordu Börklüce ve adamlarını mağlub etti. Manisa’da etrafında 3000 adamıyla isyan eden Torlak Kemal ve adamlarım aynı ordu dağıttı ve isyanın Anadolu ayağı bastırılmış oldu.
Kazasker bulunduğu sırada etrafına hayli adam toplayan Bedreddin ise Deliorman’da oturmuş Anadolu’daki isyanın büyümesini bekliyordu. Ancak Anadolu’daki taraftarları mağlub ve perişan olunca etrafına toplanan insanların mânevîyatı sarsıldı.
Çelebi Mehmed “Düzme Mustafa” adıyla isyan eden Yıldırım’ın oğlunun işini bitirmek üzere Taselya ve Selanik taraflarına gittiği bir sırada Deliorman’da Bedreddin vak’asını duydu. Oraya daha önce taraftarlarının işini bitiren Bayezid Paşa’yı gönderdi. Etrafındaki adamlarının bir kısmı dağılmış bulunan Bedreddin kolaylıkla ele geçirilip padişahın bulunduğu Serez’e gönderildi. Hakkında fetva olmadan idam edilmedi. Nihayet bir ulema meclisi toplandı ve cemiyet nizamım bozmaya kalkışan Şeyh Bedreddin’e idam cezası verildi. Kanı heder olmakla beraber “malı helaldir” denilmediğinden Serez’de bir dükkanın önünde asıldıktan (823/1420) sonra malı ailesine verildi.
Bedreddin Simâvî, idam edilerek siyasi bir ayaklanma bastırılmışsa da Balkanlarda bu fikrin taraftarları her zaman bulunmuş, zaman zaman haklarında birtakım kararlar uygulanmıştır.
Sünnî tarîk mensûbu bazı şeyhler Balkanlarda bulunan Işık zaviyelerinde Bedreddin’in fîkirlerinin devam ettiğini ve bunlarla mücadele edilmesi gerektiğim ilgili makamlara bildirmişlerdir. Nitekim Sofyalı Bâlî, Nureddinzade M. Mustafa ve Azîz Mahmûd Hüdâyî bunlardandır.[8]
Şeyh Bedreddin’in eserlerindeki cismanî haşir hususundaki fikri, umumî telakkiye aykırıdır. Ona göre beden için baka yoktur ve fenadan sonra beden cüzlerinin yeniden bir araya gelmesi mümkün değildir. Bu yüzden Bâlî Efendi, Kanunî’ye verdiği bir layihada, şeyhi: “Allah katında gazaba uğramış asılmış Şeyh Bedreddin” diye anlatır. Azîz Mahmûd Hüdâyî de sultana arz ettiği layihada “Vâridat adlı bir kitap telif ve içinde haşr-i ecsad ve eşrat-ı saat’i inkar ettiğim ve kendisinin ilhad ve ibaha üzere olduğunu” kaydeder. “Dobruca ve Zağra bölgelerinde bulunan Simavnavî taraftarlarının te’dîb edilmesini ve köylerine sünnî imam tayin edilmesini” ister.[9]
Nureddinzade ise Vâridat üzerine yazdığı şerhin her noktasında, hususiyle cesedlerin haşri meselesinde şeyhe şiddetle hücum eder.
Simavî’nin tasavvufa dair en önemli eseri Vâridat’tır. Bu eserin pek çok şerhleri vardır.
MÜELLİF MUTASAVVIFLAR
Bulgaristan’dan yetişen müellif mutasavvıfların tesbitinde Bursalı Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri adlı eserini esas aldık. Bu eserde eser sahibi on sûfî tesbit edebildik. Bunlara XIX. Yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılda yaşamış ve adı geçen eserde yer almayan iki müellif-mutasavvıfı ilave ettik. Ayrıca kütüphane kayıtlarında Bulgaristan şehirlerine nisbetle meşhur olmuş bazı müellif mutasavvıflara sadece isimleri ve eser adlarıyla temas edip geçtik. Eser sahibi olmayan sûfîler ise binlerle ifade edilecek sayıdadır. Onlara hiç girmeyeceğiz. Osmanlı Müellifleri dışındaki kaynaklardan bunlardan başka müellif mutasavvıf tesbiti mümkündür. Biz tebliğimizi onunla sınırladık. Biyografileri verirken hayatları iyi derecede bilinen ve ansiklopedilere geçmiş bulunanlarla ilgili bilgileri muhtasar tuttuk. Matbu kaynaklarda ve yeni çalışmalarda tanıtılan müelliflerin eserlerinin tanıtılmasında fazla detaya girmedik. Şimdi kronolojik sırayla müelliflerimizi tanıtalım.
l- SOFYALI BÂLÎ EFENDÎ (ö. 960/1553)
Bâlî Efendi, bugün Makedonya sınırları içinde kalan Usturumca’da doğdu. Ancak tahsilini Sofya ve İstanbul’da tamamladı. Hayatının büyük bir kısmını Sofya’da geçirdiği ve orada medfûn bulunduğu için “Sofyalı” diye ünlüdür. Belgradî kendisini: “Rum meşâyıhının zübdesi ve asrı ulemasının a’lâ ve zübdesi” diye tanıtır. Halvetiyye’nin Çelebi Halîfe’ye bağlı kolundan Kasım Çelebi’ye müntesiptir.
Kanunî’nin iltifatına mazhar olmuş ve kendisiyle birlikte bazı seferlere katılmıştır. Sofya yakınlarında Salihiye denilen yere defnedilmiştir (960/1553). Kadı Abdurrahman tarafından kabrine türbe, yanma bir cami ve zaviye yaptırılmıştır. Uzun yıllar bir kültür merkezi gibi hizmet veren bu yapıların yerinde sadece sembolik bir mezar bulunmaktadır.[10]
Bulgaristan’da Bektaşî-Alevî menşeli tarîkatların etkisini gören Bâlî Efendi talebelerine, sünnî tasavvufun büyük mürşidi Gazzalî’nin eserlerim okumalarını tavsiye ederdi. Kanunî’ye Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin hakkında verdiği layiha, onun bu konudaki titizliğini göstermektedir.
Nureddinzade ve Kurd Mehmed Efendi’yi yetiştirmiştir. Şeriat-tarîkat çizgisinde bir yol izlediği anlaşılan Bâlî Efendi pek çok esere imza atmıştır.[11]
Eserleri
1. Şerh-i Fusûsu’l-hikem, İstanbul 1309, 444 sh.
2. Usûl-i fakr ismiyle anılan Etvâr-ı Seb’a, İstabul Belediye Ktp. O. Ergin Yzm. nr. 1213, vr. 28 Türkçe; Süleymaniye Ktp., H.Mahmûd Efendi, nr. 2996, vr.14 Türkçe.
3. Risâletü’l-kazâ ve kader, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 12, vr. 11 Arapça; Süleymaniye Ktp., Reisü’l-küttab, nr. 55, vr. 330-339 Arapça.
4. Mecmüatü’n-nasâyıh, Süleymaniye Ktp., İzmir, nr. 350, vr. 47 Türkçe.
5. Manzûme-i Vâridat, Süleymaniye Ktp., H.Mahmûd, nr. 2338, vr. 96 Türkçe.
6. Şerh-i hadîs-i kudsî küntü kenzen, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 3711,vr. 148 Arapça; Süleymaniye-Esad Efendi, nr. 3782, vr. 74-75, Arapça.[12]
Sofyalı Bâlî Efendi hakkında M. Ü. îlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı’nda Ali Haydar Bostancı tarafından Sofyalı Bâlî Efendi’nin Etvâr-ı Seb’ası adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (İstanbul 1996).
2- NUREDDİNZÂDE MUSTAFA MUSLÎHUDDÎN (ö. 981/1573)
Filibeli’dir. 908/1502’de doğdu. Bir müddet ilim tahsili ile meşgul olduktan sonra Halvetî ricâlinden Sofyalı Bâlî (ö.960/1553)’ye intisâb ederek halîfesi oldu. Şeyhülislam Ebu’s-Suud Efendi ile sohbetlerde bulundu. Onun delaletiyle Küçükayasofya zaviyesine şeyh oldu. Uzun yıllar bu dergâhta şeyhlik etti. Kanûnî ile Zigetvar seferine katıldı ve sefer sırasında vefat eden padişahın naâşını İstanbul’a getirdi. 981/1573 yılında vefat edince Edirnekapısı haricinde Sırttekkesine defnedildi.
Belgradî onun icâzet aldıktan sonra bazı tarîk erbâbına karşı çekilmiş bir kılıç kesildiğini ve Şeyh Bedreddin’in Vâridat’ına red için şerh yazdığını; (bk. vr 113a-114a) Bosnalı