Kategori: Türk Halk Kültürü Ve Balkanlar — admin @ 01:01
OSMANLININ İLK DÖNEMLERİNDE TÜRK VE BALKAN KÜLTÜRLERİNDE ETKİLEŞİM
Doç. Dr. Erman ARTUN
Ç.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
Bilinen eski çağlardan bu yana insanlar dünyada çeşitli uygarlıklar
kurmuş, her ulus kendi tarihini oluşturmuştur. Yaşanılan coğrafi
yer, komşuları, sosyal ve kültürel yapısı toplumların tarihlerini
etkilemiştir. Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla
birlikte ağırlıkla Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde
bulunmuşlardır. Anadolu Balkanlar ekseni Orta Asya’dan göçler
sonunda oluşmuştur. Türklerin ana vatanı Orta Asya olmakla birlikte
bu gün bu kavram değişmiş görevi Anadolu üstlenmiştir. Türkler
tarihin genel akışı içinde Orta Asya’dan Anadolu’ya geçip Ortadoğu
ve Anadolu’nun tarihini değiştirmiştir. Geçtikleri yerler gibi
geldikleri Anadolu ve Balkanlarda insanlarla, coğrafyayla
bütünleşmişler ve dost olarak yaşamışlardır. Gittikleri yerlerdeki
kültürleri koruyarak oralara adalet, hoşgörü ve uygarlık
götürmüşlerdir.
Balkan yarımadası, bir coğrafya parçası olarak adını dahi Türkçe’den
almış, Türk kültürüne beşik olmuş, Türk, Slav ve Germen
kültürlerinin dönem dönem hakimiyet mücadelelerine sahne olmuş bir
bölgedir. Bir coğrafi terim olarak Balkan “sıradağ” ya da “dağlık”
anlamındadır. Halen coğrafya, tarihi coğrafya, siyasi ve kültürel
coğrafya deyimi olarak kullanılmaktadır. Balkanlar; Avrupa’nın
güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya,
Yunanistan ve Türkiye’nin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır.
Türkler; MS. 4. yüzyılda Batı Hun Türkleri’nin yerlerinden kopmaları
ve Orta Avrupa’ya gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar . Bu
yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa dünyasının biçimlenmesine ve
bu günkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Kuzeyden ve güneyden
gelen Türkler 13. yüzyıl içinde Avrupa’da birleşir. Türk kültürünün
bu coğrafyada etkisi bu yıllara dayanır (Yıldırım,1998:8).
Balkan tarihi bilinen Türk tarihi kadar eskidir. XI. ve XII.
yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlara gelip
yerleşirler. Hunlardan itibaren çeşitli Kıpçak Türk boylarının
yanısıra Oğuz Türk boylarının da farklı zaman dilimlerinde bölgeye
yerleşmeleri ve kültür katmanları oluşturmalarıyla belirlenmiş bir
tarihtir (Özönder;2001:203-209). Erken dönem Osmanlı kaynakları
fetih siyaseti çerçevesinde Anadolu’daki Türk unsurunun Balkanlara
getirilip iskan edildiğini haber vermektedir. 14 yy. ve 15yy.da
gerçekleştirildiği anlaşılan bu iskan hareketi özellikle erken
dönemde zorunlu bir göçtür (Şahin,2001:639.
Osmanlıların Balkanlara yerleşmeleri üç şekilde olmuştur. 1. İlk
fetihler sırasında Anadolu’daki yakın bölgelerden yeni alınan
yerlere devlet eliyle göçmen nakledilmesi. 2. Fetihlere gönüllü
olarak katılan gazi-alperenler ve gaza için gelen aşiret
mensuplarının bir bölümünün fethedilen kalelerde muhafız olarak
bırakıp bir bölümünün de istedikleri yerlere yerleştirilmesi. 3.
Kolonizatör Türk dervişlerinin stratejik noktalarda kurdukları tekke
ve zaviyelerin faaliyetleri ve çevrelerinde yerleşim merkezleri
kurulması (Alp,1989:47). Balkanlarda tekke ve zaviyeler yalnızca
dini-tasavvufi kurumlar olmayıp birer sosyal, siyasi, iktisadi,
askeri, ilmi ve kültürel kurumlardır. Osmanlı-Türk kültürü
Balkanlara gelince Balkan kültürüyle karşılaştığı yerler kültürel
canlanma yaşamıştır. Bu yerlerde ortak Balkan kültürünün temelleri
atılmıştır (Yazıcı, 2001:135).
Balkanlarda asıl ve kalıcı ilişkiler Osmanlıların
kuruluş yıllarından itibaren Osmanlıların bu topraklara ayak
basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve Rumeli
Fatihi olarak da anılan Süleyman Paşa’nın 1354 yılında Çanakkale
Boğazı’nı geçerek Gelibolu’ya adım atmasıyla fetih hareketi
başlamıştır (İsen,1997:513; Öztuna,1990:17). 13. yüzyıl ortalarında
Moğol istilasından kaçan Horasan erenlerinden Sarı Saltuk ile
sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek
Dobruca dolaylarında 10-12 bin kişilik bir İslam topluluğu
oluşturmuştur.
Türkler 1354 yılında Gelibolu üzerinden Balkan yarımadasına geçerek
1361 yılında Edirne’yi fethettikten sonra başta üç küçük Bulgar
krallığı olmak üzere feodal devletleri yıkıp Balkanları ele
geçirdiler. Balkan yarımadasının Osmanlı hakimiyetine bu kadar
çabuk girmesi ve hakimiyetin yıllarca ciddi bir muhalefetle
karşılaşmadan devam etmesi siyasi, sosyal ve kültürel nedenlere
dayanmıştır (Karpat,1992:25-32).
Osmanlı devletinin siyasi bakımdan gelişmesinden bir süre sonra
kültürel gelişmeler başladı. Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri
belli uzaklıklarla izler. Bir şehir siyasi anlamda ne kadar
gelişirse kültürel gelişme de bunun doğal sonucu olarak kendini
gösterir. Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve
Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu
şehirlerde vermiştir. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli
fatihleriyle büyük ölçüde Balkanları yurt tutan siyasi yapı bu kez
oralarda kültürün gelişip serpilmesine imkan hazırlamışlardır.
İstanbul’un fethine kadar Osmanlı devletinin önemli kültür
merkezleri Bursa dışında Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi,
Üsküp, Manastır, Filibe, Selanik, Belgrat, Prizren ve Priştine gibi
Rumeli coğrafyasında yer alan şehirlerdir. Osmanlı kültür
coğrafyasında Anadolu’daki kültür merkezleri İstanbul’un fethinden
sonra oluştu (İsen, 2001:116).
Türk Kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en önemli
kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin oluşmasını
sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur (Saatçı,1996:42).
Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden şekillenen ve
oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Balkanlarda yerli
halkın kültürünü etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Halk kültürü
ögeleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin
bütünüdür. Halk kültürü ürünleri yaşadığı toplumun dokusu, milletin
söz sanatındaki sembolüdür (Fığlalı,1996:3).
Balkan yarımadasının dağlık oluşu kültür, dil ve geleneklerin çok
farklı bir biçimde gelişmesine neden olmuştur. Balkanlar kendine
özgü özellikler gösterir. Coğrafya toplumlar arası iletişimi
güçleştirdiği için her bölge kendine özgü kültür, dil ve din
gruplarının gelişmesine sahne olmuştur. Balkanlardaki karmaşık halk;
kültür, dil, din mozayiğinde Osmanlı Türk kültürü birleştirici bir
unsurdur. Balkanlar dini, kültürel karşıtlıklar yeridir. Balkanlara
kök salarak yerleşen Türkler geleneklerini, göreneklerini ve
dinlerini koruyarak yaşamışlardır.
Balkan yarımadası Osmanlıların eline geçtikten sonra Balkanlardaki
halkların yaşama biçimleri gelenek görenekleri, kültürleri, Türk
dilinin yaygınlaşması cami, hamam, medrese, tekke, türbe, çeşme,
köprü, kervansaray vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle
değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle, Türk kültürüyle iç içe
yaşayan Balkan halkları Türk kültüründen etkilenmişlerdir
(Hafız,1985:5-10).
Türkler 14. yüzyılın ortalarından itibaren Balkanlara damgalarını
vurmuşlardır. Türkler doğal olarak Balkanlardaki yerli
topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim
olarak kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges
Castellan, 14-18. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve
dinlerini değiştirmeden Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle
yetinmez, şunları da ekler: O dönemin seyyahları Balkan kentlerinin
hatta Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bile yaşama
biçiminin Türk karakterinde olduğunu belirtir. Buna göre “Selanik,
Belgrat, Sofya’da herkes çarşaf giyiyordu ve pek çok kilise kadın ve
erkekleri ayıran tahta parmaklıklarla bölünmüştü. 19. yüzyıla kadar
Belgratlı Sırp kadınlar çarşaf giyiyor kocaları da sarık sarıp
nargile içiyorlardı. 1829′da Vuk Karaciç de bunları doğrular.
Şehirde Sırplar Türk adetlerine göre yaşıyorlardı
(Castellan,1995:148). Bu konuda 1665′te Rycaut’un verdiği örnek
çarpıcıdır. Rycaut “Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan
Sofya kendi için öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin
kendilerinden daha antik görünen hiçbir şey yok” der
(Koloğlu,1999:7).
Makedonya’da ve Bosna’da Türklerin hayatlarına imrenen Hıristiyan
halk kitleler halinde İslam dinine geçiyordu. Osmanlılar akılcı
iskan politikalarıyla Balkanlarda işgal ettikleri topraklara konar-
göçer Türk oymaklarını getiriyor, şehir ve kasabalara
yerleştiriyorlardı. Ayrıca yeni yurtlarına bağlanmaları ve
hayatlarını sürdürebilmeleri için çiftçi ve zanaatı olan Türk
göçmenlere toprak veriliyordu.
Romen tarihçisi Beldiceanu günümüzde hala Türk kültürü damgasının
yaşadığını şöyle anlatmıştır (Koloğlu,1999:7). “…….Gelenekler ve
Osmanlı söz hazinesi halklarının dillerinde yaşamağa devam ediyor.
Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonyalılar, Boşnaklar,
Sırplar ve Romenlerin miras aldıkları bu hazineye bir göz atılırsa
Osmanlı uygarlığının ne derece kendini kabul ettirmeyi becerdiği ve
Balkanlardaki yaşamın bazı yönlerini şekillendirdiği fark edilir.
Bir evin mobilyası, oda eşyası, giyim, yiyecek ve kent çevresine ait
en az iki yüz kelimenin Türkçe olması anlamlıdır”. Yazarın bu
değerlendirmeyi izleyen yargısı ise daha da önemlidir. Yazar, “Doğu
Avrupa halkları üzerine vurulan bu damga, Balkanlarda yeni bir kent
uygarlığının ilk temellerini Türklerin attığını ve bu roldeki
önemlerini iyi yansıtmaktadır (Hafız,1985:5-10). Sırp araştırmacı
Milan Vasic de işin Hıristiyan çocuklara Türk ismi vermeğe kadar
vardığını, iki kültürün birbirini etkilemesi sonucu tam bir ahengin
yaratıldığını belirtiyor (Koloğlu,1999:7).
Türk halk kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş
kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerler bütünüdür. Halk kültürü
ürünleriyle yaşadıkları yöre arasında bir bağ vardır. Bu ürünlerin
şekillenmesinde tarihi ve kültürel mirasın önemli bir rolü vardır.
Gelenekler, içinde bulundukları çevrenin sosyo-ekonomik durumuna
göre davranış kalıpları geliştirirler. Kendine özgü bir halk kültürü
olan Balkanlar, Türklerin gelip yerleşmesiyle bir kültürleşme
sürecine girmiştir. Bu etkileşim günümüzde de sürmektedir.
Türk halk kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en
önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin
oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur. Türklerden
atasözlerine mani dörtlüklerinden tekerlemelere kadar Türk
dünyasıyla benzerlik gösteren bu kültür hazineleri daha uzun yıllar
Balkan Türklerinin kimliklerinin belirlenmesinde büyük rol oynamaya
devam edecektir (Saatçı,1999:42).
Türk halk kültürü çok zengin bir yapıya sahiptir. Bu
zenginlik köklerini tarihin derinliğinden almaktadır. Türkler,
Sibirya’dan, Balkanlar’a, Yemen’den Hindistan’a, Çin’e kadar çok
geniş coğrafyaya yayılmış, bu coğrafyalarda devletler kurmuş, bir
çok uygarlığa etki etmiş çeşitli uygarlıklardan aldığı kültür
ögelerini de Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk
kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır. İki binli yıllarda bu
dinamikler dünyada hareketlenmiş, çınar ağacı hem köklerinden hem
dallarından filizler vermeğe başlamıştır (Fığlalı,1996:5). Balkan
Türk kültürü, tarihsel açıdan bir geleneğin devamıdır. Osmanlı
Türkleri’nin, Balkanlara egemen olmalarıyla başlayan siyasal
bütünleşme sonrası kültür kurumlarının işlemesiyle kültürel
bütünleşme sağlamıştır. Kültür kaynaklarının Orta Asya’dan
Anadolu’ya Anadolu’dan Balkanlara uzanan çağlar boyu devam eden
süreçte Balkan Türk kültürünü şekillendirici bir etkisi vardır.
Halk kültürü ürünleri bir milletin meydana getirdiği kültürel
değerlerin bütünüdür. Her toplumun kendine özgü kalıplaşmış
değerleri vardır (Fığlalı,1996:3). Halk kültürü ürünleri halkın
kültür yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz
sanatlarındaki semboldür. Balkanlardaki Türk halk kültürü
ürünlerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi
bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi
vardır. Bu halk kültürü ürünlerinden Balkanlarda yaşayan Türk
halkının estetik modelini, beğenisini, sosyal tarihini, toplumun
ahlâk anlayışını ve örnek değerlerini öğrenebiliriz.
Balkanların Osmanlı Türk tarihinde çok önemli bir yeri ve konumu
vardır. Osmanlı Balkanlarda büyük bir uygarlık kurmuştur.
Balkanların bu günkü yeri almasında Osmanlının payı büyüktür.
Balkanlar en huzurlu dönemini Osmanlı döneminde geçirmiştir. Balkan
yüzyıllarca Türk idaresinde kaldı. Osmanlı Devletinin bıraktığı
eserlerin sayısı çoktur. Balkanlarda bir çok şehir Osmanlı döneminde
şehir haline gelmiştir. Osmanlı döneminde yapılan camiler,
kervansaraylar, konaklar, hamamlar, çeşmeler, köprüler vd. bir kısmı
günümüze de gelmiştir. Bu Osmanlı kültür miraslarında Osmanlı
mimarisi vardır.
14. - 18 . yüzyıllar arasında Balkan halkları dil ve dinlerini
değiştirmenden Türk usulü yaşamışlardır (Castellan,1995:17).
Makedonya’da ve Bosna’da Hıristiyan halkı kitleler halinde İslam
dinine geçmişlerdir. Balkan yarımadasının Osmanlılar’ın eline
geçtikten sonra Balkanlar’daki halkların yaşama biçimleri, gelenek
ve görenekleri, kültürleri Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam,
medrese, tekke, türbe, vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa
edilmesiyle değişme uğramıştır (Koloğlu,1999:7 ;
Hafız,1985:5).
Bugün Balkanlarda tekerlemeler, masallar, halk hikayeleri,
bilmeceler, atasözü ve deyimler türküler, maniler (martifal)
ninniler, ağıtlar vb. yaşamaktadır. Bir çok Türk atasözü Balkan
dillerine çevrilmiş ve kullanılmaktadır. Bir çok Türk türkü ezgisini
Balkan şarkılarında görüyoruz. Balkanlarda Türk kültürünün yöre
halkına ne denli etki ettiğinin en açık göstergesi ise onların
dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Sırpça-Hırvatça’ya yedi bin,
Makedonca’ya yedi sekiz bin, Bulgarca’ya beş bin, Rumca’ya üç bin,
Arnavutça’ya sekiz bin, Macarca ve Romence’ye de çok sayıda Türkçe
kelime girmiştir (Genç,1998:2).
15. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal alanda da
önemli olduğu bir dönemdir. Bu dönem edebiyatta da önemlidir.
Böylece Balkanlar kendilerini Anadolu’da gelişip yeniden şekillenen
Türk edebiyatının içinde bulmuştur (Kaya,1986:7). Balkanlar’a gelen
âşıklar sazını ve bağlı bulundukları âşıklık geleneğini de taşıyarak
buralara yaymışlardır. Âşıklık geleneği özellikle Müslümanlar
arasında kabul görerek Balkanlarda Balkan kültürüyle yeniden
yapılanmıştır. Çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler gelerek
tekkeler kurmuşlardır. Şehirlerde medreseler kurulmuştur.
Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Balkan divan edebiyatının ve
Balkan Türk tekke edebiyatının temellerini atmışlardır
(Hafız,1983:133-155). Balkanlarda doğmuş bir çok şair de İstanbul’a
giderek şöhret olmuşlar. Türk edebiyatının dönüm noktalarından
olan Yeni Lisan Hareketinin Balkanlar’da başlatılması Balkanların
bir dönem önemli kültür merkezlerinden biri olduğu hakkında yeterli
bilgi vermektedir.
Balkanlarda halk kültürü ürünleri, Türk kültürünün yayılmasında
önemli rol oynamıştır. Âşıklar köklü bir Balkan âşıklık geleneği
oluşturmuşlardı. Priştine, Prizren, Üsküp’te güçlü bir âşıklık
geleneği vardı. Âşık kahvehanelerinde âşık fasılları yapılıyordu.
Anadolu’dan gelen âşıklar âşıklık geleneğini Balkanlara
taşımışlardı. Balkanlı âşıklar da İstanbul’a gelerek âşık
kahvehanelerinde Balkan aşıklık geleneğinin örneklerini sunmuşlardır
Balkanlı divân şairleri hakkında bilgimiz bulunmasına rağmen âşıklık
geleneği ve âşıklar hakkında fazla bilgimiz yoktur (Hafız,1985:5-
10).
Balkan Türk edebiyatçıları Balkan’daki kültür mozayiği
ile Anadolu’dan taşınan dil, edebiyat, kimlik , kültür değerlerini
eserlerinde yansıtıyorlar. Balkan Türk edebiyatının çeşitli kültür
ve dillerle beslenmesi zenginliktir. Yazı diliyle konuşma dili
arasındaki açının daralması dilin gelişmesini sağlayacaktır. Osmanlı
sonrası Balkan Türklerinin, Türkçe ve Türk edebiyatıyla bağı kopunca
çağlar boyu süren kültür hayatı tahribata uğramış, bundan kültür ve
sanat faaliyetleri olumsuz yönde etkilenmiştir (Sağlam,1996:1-5).
Balkan Türk edebiyatı, Türk edebiyatının yanı sıra
Balkanlar’daki ulus ve halkların edebiyatlarından da yararlanarak
beslenmiştir. Balkan Türk edebiyatı; Türk edebiyatıyla, Balkan
edebiyatlarının bir sentezidir (Dzindjiç-Tanaskoviç, 1976:221-230).
Bu edebiyat dil ve ifade imkanları itibariyle Türkçedir. Ama
unutulmamalıdır ki Balkanlar’da boy verip Balkan ülkelerinin
havası içinde yetişip gelişmiştir. Bu edebiyatlar konu ve olaylara
bakış açısından yaşadıkları ülkelerin özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu nedenle Balkanlar’daki Türk edebiyatları bir yandan tarihi
geleneğimizden yararlanırken diğer yandan da çağdaş Balkan edebi
faaliyetlerinden de etkilenmektedir (İsen,1997:15).
Töreler, tarihsel, sosyal, kültürel nedenlerle ve göçlerle
değişikliğe uğrayarak çıkış zamanlarındaki asıllarından
uzaklaşabilirler. Tarih boyunca Balkanlar coğrafyası Türk dünyasında
önemli bir yer olmuştur. Balkan kültürünün coğrafi konumu ve
tarihsel bağlarıyla kendine özgü bir durumu vardır. Tarih boyunca
göçlerin çeşitli kültür ve birikimlerin Balkan kültürünü oluşturan
ana etmendir. Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden
şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü,
Balkanlarda yerli halkın kültürlerini etkilemiş, onlardan da
etkilenmiştir. Kültür, doğası gereği değişkendir. Gelenek zaman
boyutunda başka bir geleneğe dönüşür.
Osmanlının Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Türk kültürü
ve Türk dilinin etkisi azalmış, yabancı dil, kültür ve
edebiyatlarının etkisi artmıştır. Bu nedenle yeni coğrafyalarda
yeniden yapılanan Türk edebiyatı Osmanlı sonrası Türkçe ve Türk
kültürü bağı gevşeyince yabancı edebiyatların baskısı
yoğunlaşmıştır.
Sonuç:
Osmanlı devleti ve Balkanlar yüzyıllar boyunca birlikte
yaşamışlardır. Osmanlılar Orta Asya ve Anadolu kültürünü Balkanlara
taşımışlardır. Coğrafi yapının dağlık oluşu farklı dinlere
inanılması ve farklı dillerin konuşulması bu coğrafyada çeşitli
kültürlerin yaşamasına neden olmuştur. Osmanlı sonrası dönemde bu
toplulukları kaynaştıran Osmanlı kültürü olmuştur. Osmanlılar Balkan
kültürünü etkiledikleri kadar Balkan kültüründen etkilenmiştir.
Bunun sonucunda Anadolu kültüründen farklı bir Balkan kültürü
oluşmuştur. Günümüzde de bu ortak kültürün izleri vardır.
Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu kimliğine sahiptir. Bu ortak
kültürü oluşturan Balkanlar çeşitli dinleri ve dilleri bünyesinde
barındırır. Balkanlar bunca kültürel çeşitliliğine rağmen ortak
kültürel özellik gösterirler. Osmanlı-Türk kültürü bu ortaklığı
sağlamada ana etkendir. Balkanlarda yaşayanlar bir araya gelseler
aynı şeyleri yer, içerler, aynı halk oyunlarını oynarlar, aynı
türkülere eşlik edebilirler. Bu türküleri ayrı dillerde de
söylerler. Balkanlarda büyük bir kültürel olgunlaşma, büyük bir
kültürel birikim söz konusudur. Bu toplantının amacı bu ortak mirasa
sahip olma bilincidir.
Toplumların gelenek, görenek ve inanç sistemleri, sanat görüşleri,
dünyaya bakışları kültürlerini şekillendirir. Balkanlarda karşılıklı
kültürleşmeyle oluşan ortak Balkan kültürünün bir bütün olarak
yorumlanması kaçınılmazdır. Ortak Balkan kültürünün araştırılmasında
çeşitli nedenlerle geç kalınmıştır. Türkiye ve Balkanlarda yapılan
çalışmalardan uzun yıllar haberdar olunamamıştır. Bugün ortak Balkan
kültürü karşılaştırmalı yöntemle araştırılmalıdır. Araştırmacıların
kaynaklara ulaşma ve kullanmadaki problemlerine çözüm
getirilmelidir. Balkan kaynakları bir merkezde toplanıp Balkan
dillerini bilen uzman ve akademisyenlerin görev yapacağı
bir “Balkanoloji Enstitüsü” kurulmalıdır.
Bu tür toplantılar karşılıklı fikir alışverişi ve toplumların
birbirlerini daha yakından tanıması için önemlidir. Bu sempozyum bu
ortamı hazırlaması yönüyle çok yararlı olmuştur. Günümüzde kültürel
arka planı olabilen şehir azdır. Mostar’ın sempozyum yeri olarak
seçilmesi yerinde bir karardır. Şehirleri şehir yapan yalnızca imarı
değil kültürel konumudur. Atalarımızın Balkanlarda yüzyıllar boyu
birlikte oluşturdukları yaşanan ortak geçmişi, ortak kültürü yeni
kuşaklara taşımalıyız. Ortak bir tarih, kültür bilinciyle hareket
etmeliyiz. Geleceğin aydınlığı geçmişin derinliklerindedir.
Kaynakça:
Castellan, Georges, 1995, Balkanların Tarihi (Çev. Ayşegül Yaraman-
Başbuğu), Milliyet Yayıncılık, İstanbul
Çauşev, A. İsmail, 1999, “Bulgaristan Türklerinin Çocuk Şiirleri”,
2. Uluslar arası Kıbrıs ve Balkanlardaki Türk Edebiyatı Sempozyumu
Bildirileri, İzmir
Dzindjiç, Slavolyup- Tanaskoviç, Darko, 1976, “Poeskija Turske,
Narodnosti u Jugoslaviji”, Streljesenga, sayı. 2, Priştine
Fığlalı, Ethem Ruhi, 1996, “Önsöz”, Türk Dünyası Halk kültürü
Üzerine Araştırma ve İncelemeler, (Ali Abbas Çınar), Muğla
Genç, İlhan, 1998, “Balkanlarda Türk Divan Edebiyatı ve İzleri”,
Uluslararası Kıbrıs ve Balkanlar Türk edebiyatları Sempozyumu
Bildirileri, İzmir
Hafız, Nimetullah, 1983, “Yugoslavya’da Yayınlanan Kitapların
Bibliyoğrafyası”, Sesler Dergisi, sayı.180, Üsküp
Hafız, Nimetullah, 1985, Kosova Halk Edebiyatı Metinleri, Priştine
İsen, Mustafa, 1997, ” Çağdaş Prizren Şairleri”, Ötelerden Bir Ses,
Ankara
İsen, Mustafa, 1997, Ötelerden Bir Ses, Ankara
Karpat, Kemal H., “Balkanlar”, D.V.İ.A. c.5, İstanbul
Kaya, Fahri, 1993, Çağdaş Makedon Şairleri Antolojisi, Ankara
Koloğlu, Orhan, 1999, “Mostar” 2004, Gazete Milliyet Pazar, 10 Ekim
1999, İstanbul
Özönder, M.Cihat, 2001, “Balkan Gelişmeleri, Makedonya Sorunu”, Kök
Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt, 3, Sayı 1, Ankara
Öztuna, Yılmaz, 1990, Rumeli Kaybımız, İstanbul
Saatcı, Suphi, 1996, “Kerkük İle Kıbrıs ve Balkanlarda yaşayan Türk
Topluluklarının Edebiyatları Arasında Varolan Benzerlikleri”, İkinci
Uluslar arası Kıbrıs ve Balkan Türk Edebiyatı Sempozyumu
Bildirileri, İzmir
Sağlam, Feyyaz, 1996, “Ortak Türk Edebiyatı Açısından Yunanistan
Türklerinin Konumu, Önemi ve ProblemleriÜzerine Düşünceler”,
Yunanistan Türkleri Edebiyatı Üzerine İncelemeler , İzmir
Sağlam, Feyyaz, 1998, “Türk Dünyası Edebiyatlarında Yeni Bir Adım:
Yunanistan Türklerinin Edebiyatları”, Birinci Uluslar arası Kıbrıs
ve Balkan Edebiyatları Sempozyumu Bildirileri”, İzmir
Yıldırım, Dursun, 1998, “Türk Dünyasına Toplu Bakış” , Türk Bitiği,
Ankara
Yorumlar (1)
19 Nisan 2007
Kategori: Türk Halk Kültürü Ve Balkanlar — admin @ 16:27
BALKAN ÜLKELERİNDE MÜSLÜMAN-TÜRK KÜLTÜR MİRASI
OSMANLI Devleti’nin, Balkanlar’daki hakimiyeti yaklaşık 500 yıl sürmüştür. Bu uzun dönem boyunca Müslüman-Türk kültürüne ait önemli eserler inşa edilmiş, bölgenin gayrimüslim halkları da bu zengin kültürden faydalanmıştır. Osmanlı Devleti imar çalışmalarına büyük önem vermiş; yollar, köprüler, camiler, medreseler inşa etmiş, ardında sayısız eser bırakmıştır. Ancak kültür mirası, mimari eserlerle sınırlı değildir; Balkan topraklarında yerleşen Müslüman-Türk gruplar, beraberlerinde halk ve tasavvuf edebiyatını, çeşitli sanat kollarını, yeme-içme kültürünü, daha doğrusu Müslüman-Türk medeniyetinin bütün unsurlarını bu bölgeye taşımış, yaygınlaştırmış ve günümüze kadar yaşamasını sağlamışlardır. Örnek olarak Türk yemek kültürüne ait birçok unsur bugün Balkanlar’da gelenek haline gelmiştir; bu çerçevede pide, börek, kebap, dolma, somun, gevrek, sarma, helva, boza, salep, kahve, şerbet, kadayıf, baklava, fincan, bardak, tas, cezve gibi sayısız kavram Balkan kültürüne geçmiştir. Bugün Balkan ülkelerinde gezen bir turist, hemen her adımında Osmanlı’dan kalma bir eserle karşılaşmakta, o kültürün izlerini takip edebilmektedir. Uzun yıllar boyunca ihmal edilen ve ancak son zamanlarda yeni yeni ilgi görmeye başlayan bu eserler 500 yıl boyunca kök salmış bir kültürü temsil etmektedir.
2.1. Mimari Eserler
Balkanlar’da, Osmanlı dönemine ait Türk şehir mimarisinin en güzel örnekleri verilmiştir. Bu çerçevede şehir merkezlerine cami-mescit, tekke-zaviye ve türbe gibi dini yapılar; han, bedesten, kervansaray, arasta ve çarşı gibi ticari yapılar; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve saat kulesi gibi sosyal yapılar; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim merkezleri; kale, kule-ocak, burç ve tabyalar gibi askeri yapılar inşa edilmiştir.
Mimari zenginliğin de İslam ahlakının uluslara kazandırdığı bir vasıf olduğunu belirtmek gerekir. İslam öncesinde Ortadoğu ve Orta Asya halkları mimari yönden oldukça geri bir düzeyde olmalarına karşın, İslam ahlakıyla şereflenmelerinin ardından, diğer pek çok kültürel alanda olduğu gibi mimari alanında da büyük bir yükseliş yaşamışlardır. Kuran’da Hz. Süleyman’ın estetik zevkini ve yaptırdığı büyük mimari eserleri bildiren ayetler tüm Müslümanlar için yol gösterici olmuştur:
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık… Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı… (Sebe Suresi, 12-13)
Bu şuurla yapılan mimari eserleri, İslam tarihinin her döneminde görmek mümkündür. Osmanlı ise bu alandaki zirveyi temsil etmektedir. Türk mimari tarihinin ünlü isimlerinden Ekrem Hakkı Ayverdi, uzun araştırmalar sonucunda yayınladığı Avrupa’da Osmanlı Mimarisi adlı eserinde, Osmanlı’nın sadece Balkanlar’da 15.787 adet mimari yapı inşa ettiğini ortaya koymuştur.Sadece Bulgaristan’daki mimari eserlerin sayısı 3399 adettir; bu sayı, 2356 adet cami-mescit, 142 medrese, 273 mektep, 174 tekke-zaviye, 42 imaret, 116 han, 113 hamam-ılıca-kaplıca, 27 türbe, 24 köprü, 16 kervansaray, 74 çeşme, saat kuleleri, hastaneler, bedestenler, kütüphaneler ve çeşitli sanat eserlerinden meydana gelmiştir. Günümüzde bu eserlerin büyük bir kısmı yok olmuştur; orijinal halini koruyan eser sayısı ise çok azdır.
Vardar Nehri üzerinde, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılan Taş Köprü (Fatih Köprüsü) ve Samokov’da bir Türk çeşmesi
Bu mimari yapılardan Romanya Babadağ’daki Sarı Saltuk Türbesi; Arnavutluk Kruya’da Sarı Saltuk Türbesi; Bosna-Hersek Blagay’da Sarı Saltuk Türbesi; Bulgaristan Obroçişte-Balçık’ta Akyazılı Tekkesi ve İmareti; Köstendil’de Koca İsnak Paşa Köprüsü, Uludere Harmanlı Köprüsü; Budapeşte’de Gül Baba Türbesi; Kosova Priştine’de Sultan Murat Hüdavendigar Türbesi; Üsküp’te Sultan Murat Camii, Kurşunlu Han; Filibe’de Sultan Murat Hüdavendigar Camii, Karagöz Paşa Medresesi, Hünkar Hamamı, Şahabeddin Paşa Hamamı; Saraybosna’da Gazi Hüsrev Bey Camii; Sofya’da Mahmut Paşa Camii ve Kervansarayı, Şumnu’da Şerif Halil Paşa Camii, saat kulesi; Yunanistan Kavala’da Mehmet Ali Paşa Medresesi, yeniden inşa edilen Mostar Köprüsü; Manastır-Bitola, Pirlepe’de saat kuleleri; Peç’te Kazım Paşa Camii gibi çeşitli örnekler günümüze kadar ulaşmıştır.. Ancak ne var ki, bu yapıların bazıları bakımsız ve ihmal edilmiş durumdadırlar. Özellikle Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Macaristan gibi ülkelerdeki eserler, Eski Yugoslavya’da bulunanlara göre çok daha kötü durumdadır. Türk kültür mirasının bir parçası olan bu önemli eserler, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. İhmal ve bakımsızlığın yanı sıra yıkılmayan bazı önemli tarihi binaların farklı amaçlarla kullanılması, bilinçsiz bir şekilde tadilat çalışmalarında bulunulması, eserlerin ideolojik olarak tahrip edilmesi bu mimari yapıların tükenmesine yol açmaktadır. Türkiye’nin bu eserlerin restorasyonu ve korunması için girişimde bulunması, Balkan ülkeleriyle bu konuda iş birliği imkanları araması son derece isabetli bir politika olacaktır.
Macaristan’da Osmanlı’dan kalan en büyük mimari eser olan Gazi Kasım Paşa Camii şu anda kilise olarak kullanılıyor. Caminin kubbesi, Hunyadi Yanoş heykeliyle yüz yüze Peç’in en kalabalık meydanına bakıyor.
Macaristan’ın her yerinde Osmanlı’nın izlerine rastlamak mümkün. İşte, Kanuni döneminde kuşatılmasına rağmen, kışın bastırması sebebiyle alınamayan, 1596 yılında III. Mehmed tarafından fethedilen Eğri Kalesi’nden bir görünüm. III. Mehmed, bu zaferden dolayı, Osmanlı tarihinde “Eğri Fatihi” olarak anılır.
2.2.Edebiyat Mirası
Balkanlar’da, Osmanlı yönetimi tarafından sürdürülen imar faaliyetleri, bilim, kültür ve sanat konusunda önemli ilerlemelere yol açmıştır. Özellikle bu dönemde inşa edilen medrese, mektep, tekke ve zaviyeler, yeni bilim ve sanat insanlarının yetişmesini sağlamıştır. Nitekim II. Beyazıd döneminden itibaren yazılı metinler üreten sanatçılara rastlanmaya başlanmıştır. Balkanlar, Osmanlı İmparatorluğu içinde, sanatçı, bilim ve devlet adamı üreten bir merkez haline gelmiştir. 16.-17. yüzyıllar arasında, devlet içinde görev alan 22 sadrazam Bosnalı’dır. 16. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı edebiyat eserlerinin büyük bir kısmı da Balkanlar’da üretilir olmuştur.
Bu konuda önemli eserler veren Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen yaptığı araştırmalara dayanarak bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “�Osmanlı sarayından başlanarak taşrada şehzade sancakları ve beyler, kendi konumlarına uygun bir sanatçı kadrosunu maiyetlerinde bulunduruyorlardı. Böyle bir kadro, yöneticiliğin şartlarından sayılıyordu. Osmanlı Rumelisi özel konumu nedeniyle çok sayıda akıncı ailesinin de barınma yeriydi. Bu yüzdendir ki akıncı beyleri, çevrelerinde maiyetlerindeki serdengeçtileri sürekli istim üzerinde tutacak derviş-meşrep şairlere ihtiyaç duyarlar ve onları himaye ederlerdi�
Bu ve buna eklenecek başka sebepler yüzünden Rumeli adeta şairler ocağıdır..” Ayrıca İsen’in araştırmasında, şair tezkirelerine dayanarak Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya gibi Balkan ülkelerinde yaşamış çok sayıda Osmanlı şair ve edebiyatçısını da tanıtılmaktadır.
Balkanlar’da Türk edebiyatının tasavvuftan halk edebiyatına kadar her türünde önemli eserler verilmiş, bu edebi anlayış, bölgede kök salmış ve yerel halkların kültürüyle kaynaşmıştır. Balkan ve Türk grupların arasındaki kültür alışverişi, ortak bir kültürün temelini oluşturmuştur. Bölgede konuşulan Slav ve Türk dilleri alışverişe girmiş, sayısız Türkçe kökenli kelime, çok sayıda atasözü, deyim, fıkra Balkan kültüründe yerini almıştır. Bunun en güzel örneklerinden biri Nasrettin Hoca’dır. Anadolu’dan göç eden Türkmenlerle Balkanlar’a ulaşan Nasrettin Hoca fıkraları yerel halk tarafından benimsenmiş ve kendi halk kültürlerine maledilerek sahiplenilmiştir:
Sırpça-Hırvatça’da Türkçe kökenli kelimelerin sayısının 7000 dolayında olduğu yıllar önce tespit edilmiştir. Bulgarca’da bunların sayısının 5000 dolayında olduğu B.Tsonev tarafından ortaya atılmıştı. Ancak yapılan en yeni araştırmalar Bulgarca’daki Türkçe kökenli kelimelerin 6500′ün üzerinde olduğunu göstermektedir (Bkz.:Alf Grannes, Kjetil Rö Hauge, Hayriye Süleymanoğlu, Bulgarca’da Türkçe Kökenli Kelimeler Sözlüğü)� Ünlü Bulgar mizah yazarı Radoy Ralin, Bulgarca’da kullanılmakta olan Türkçe kökenli atasözlerinin sayısının 500 olduğunu söylüyor� Bulgarlar arasında bilinen Nasrettin Hoca fıkralarının 900, çeşitleriyle birlikte 2000 dolayında olduğunu yazıyor Sava Popov�
Türk edebiyatının Balkanlar’da geniş olarak özümsenmiş olduğunu gösteren örnekleri artırmak mümkündür. Bu konuda yapılmış çok sayıda bilimsel araştırma, Slav ve Türk kültürünün kaynaşarak ortak ve zengin bir edebi kültür oluşturduğunu, Balkan kültüründe Türk izlerini takip etmenin kolay olduğunu ortaya koymaktadır.
2.3. Sonuç
Buraya kadar incelediğimiz az sayıda örnekten de anlaşılacağı gibi, Balkanlar’da 500 yıldan fazla bir süre boyunca hakim olan Osmanlı Devleti, zengin kültürünü bu bölgeye taşımış, halkların kurduğu ilişkiler bu kültürün paylaşılmasını, bölgede kökleşmesini sağlamıştır. Bölgeye göç eden Müslümün-Türk halklar, beraberlerinde Anadolu-İslam kültürünü, mimarisini, el sanatlarını, Türk Orta Asya-Anadolu kültür ve geleneğini, folklorunu taşımışlardır. Gittikleri bölgelerde, yerel halkla sıkı dostluk ilişkileri kurmuş, ilişkiler sadece ticaretle sınırlı kalmamıştır.
İslam ahlakını yakından ve en güzel örnekleriyle tanıma imkanı bulan halkın bir kısmı toplu olarak din değiştirmiş, Müslüman olmuştur. Bu yakınlaşma, akrabalık ilişkileriyle perçinlenmiş, ortaya zengin bir kültür çıkmıştır. Yeme-içme, giyim-kuşam gibi günlük hayatın esas unsurlarından halk türkülerine, anlatılan fıkralardan atasözlerine kadar Müslüman-Türk yaşam tarzının bütün unsurları yerel halkın hayatına girmiş ve önemli bir yer kazanmıştır. Kimi bölgelerde, ırkı Slav, dini İslam olan, farklı diller konuşan bu gruplar, Anadolu’yla Batı arasında gerçek bir kardeşlik ve kültür birlikteliği kurmuş, barış ve huzur temsilcileri olmuşlardır.
Son dönemlerde, bölgede yaşayan Müslüman-Türk nüfusun azalması, bu insanların göçe zorlanması ya da etnik katliama uğraması, temelleri 500 yıl önce atılan mevcudiyetin izlerini silememiştir. Uzun asırlar boyunca oluşan, zenginleşen, halkların içine işleyen kültür mirası, zor kullanılarak yok edilemez; ancak gerekli ilgi ve ihtimam gösterilmezse, bir anlamda bu mirasa ihanet edilmiş olunacaktır.
..
Yorumlar (0)
Kategori: Türk Halk Kültürü Ve Balkanlar — admin @ 16:26
BALKANLAR’DA MÜSLÜMAN-TÜRK VARLIĞININ TARİHİ
BALKANLAR’DAKI Türk varlığının başlangıcı, genel kanının aksine, Osmanlı döneminden çok öncelere dayanır. İlk olarak Hun Türkleri’yle başlayan bu mevcudiyet, Orta Asya’dan göç eden çeşitli Türk boylarıyla devam etmiştir. Bu topluluklar bölgenin kültürel gelişimine büyük katkıda bulunmuş ancak büyük çapta asimilasyona uğramışlardır. Örneğin Volga boylarında yaşayan ve Türkçe konuşan Bulgar Türkleri, Slavların içinde asimile olmuş ve bir Slav topluluğu olarak anılmışlardır.
Osmanlı dönemindeki İstanbul’u resmeden bir tablo
Balkanlar’ın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethi, bölgede yeni ve parlak bir dönemin başlangıcı olmuştur. Yaklaşık 500 yıl süren bu iktidar döneminde bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı büyük bir gelişme göstermiştir. Günümüze kadar ulaşan kültür mirasının büyük bir kısmı bu dönemde inşa edilmiştir. Yine bu dönemde Türkler, Balkan topraklarında yaşayan çeşitli topluluklarla köklü bağlar kurarak bölgedeki Müslüman-Türk varlığını kalıcı hale getirmişlerdir.
Her dönemde büyük bir stratejik öneme sahip olan Balkanlar, Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da bu önemini korumuş ve Türk dış siyasetinde önemli bir yer tutmuştur. Ancak bu tarihten itibaren bölgede yaşayan Müslüman-Türk topluluklar açısından yeni ve zorlu bir dönem başlamıştır. Etnik kökenlerinden veya dinlerinden dolayı uygulanan baskılar ve göçlere rağmen varlıklarını muhafaza etmeyi başaran bu soydaş ve dindaşlarımız, günümüzde kısmen de olsa bazı sıkıntıları aşmış ve yeni imkanlar elde etmişlerdir. Şimdi, Balkanlar’daki Müslüman-Türk varlığının bu uzun tarihini daha yakından inceleyelim.
1.1.Osmanlı’dan Önceki Dönem
Hazar denizinin kuzeyindeki steplerde hüküm süren Hun Türkleri, Balkanlar ve Avrupa’ya ilk ayak basan Türkler’dir. 4. yüzyılın başından itibaren batıya doğru ilerleyen Hunlar, 376 yılında Volga nehrini geçerek Balkanlar’da yerleşmeye başlamıştır. İlerleyen yıllarda Hun İmparatoru Attila liderliğindeki ordular Fransa ve İtalya’ya kadar ulaşmışlardır. Ancak bu ilerleyiş uzun sürmemiş, Türk boyları kısa süre içinde eski etki ve güçlerini kaybetmişlerdir. Özellikle Slav göçlerini takip eden dönemde Türk boyları bölge halkının arasında asimile olmuştur.
Türkler’in Balkanlar’la olan ilişkisi Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu İmparatorluğu dönemlerinde de devam etmiştir. Bölgede Müslüman toplulukların oluşumu da bu dönemde başlamıştır. Özellikle II. Keykubat zamanında Bizans yönetimiyle iyi ilişkiler kurulmuş, Dobruca bölgesine Sarı Saltuklu Türkleri yerleştirilmiştir. Bu Müslüman Türk gruplar bulundukları bölgede İslamiyetin yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Saltukname adlı ünlü eser bu çalışmaları konu edinmektedir.
“İstanbul’da Yelkenliler”, duralit üzeri yağlıboya, Salvator Colacicco
13. yüzyıla kadar Balkanlar’da yaşayan Türk toplulukları burada Orta Asya’dan getirdikleri kültüre ait derin izler bırakmışlardır. Yapılan arkeolojik kazılarda Hunlara ait kazan, kupa, tas, deri aksesuar gibi çeşitli gündelik eşyalar ve silahlar bulunmuştur.
Özellikle Bulgaristan’da yaşayan ve “Eski Bulgar Türkleri” olarak adlandırılan gruplar zengin bir edebiyat mirası bırakmışlardır. Ponta Bulgarları, Gagavuz Türkleri, Kuman ve Kıpçaklar Türk folklorunu bu bölgede yaşatmış ve yaygınlaştırmışlardır.
Kısacası Türkler, Osmanlı İmparatorluğu bölgeye hakim olmadan çok önce Balkanlar’a yerleşmiş ve bölgenin etnik, sosyal ve kültürel yapılanmasında önemli bir rol oynamışlardır. Bu etki bölgenin adetlerine, geleneklerine ve hatta yemeklerine kadar günlük yaşamın bütün alanlarına yansımıştır.
Balkanlar’da gerçek anlamda Müslüman-Türk varlığının doruk noktasına ulaşması ise 13. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun fetihleriyle gerçekleşmiştir.
1.2. Osmanlı Döneminde Balkanlar
13. yüzyılın sonlarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla Anadolu’da birçok beylik kuruldu. Bunlardan biri olan Osmanlı Beyliği, kısa bir süre içinde Eskişehir, Bilecik, İnegöl ve Bursa’yı fethederek Osmanlı Devleti’ni kurdu ve Anadolu’daki otorite boşluğunu doldurdu. Aynı dönemde, Moğol baskısından kaçan Türkmenlere de kapılarını açan Osmanlı Devleti, 14. yüzyıldan itibaren Batıya doğru fetihler yapmaya başladı.
Osmanlı Ordusu 1321 yılında Mudanya’yı alarak Rumeli topraklarına ayak bastı. 1345 yılında Karesi Beyliği’nin fethiyle Rumeli’ye geçiş kolaylaştı. Bu tarihten itibaren Türkmenler, başta Trakya olmak üzere Balkan topraklarına yerleştirilmeye başlandı.
Ayvazovski’nin “İstanbul Manzarası” isimli yağlıboya tablosu
1352′de, tahtı ele geçirmek için Osmanlılardan yardım alan Bizans İmparatoru Kantakuzenos, bu yardımın karşılığı olarak Çimpe kalesi ve çevresini Orhan Gazi’ye bıraktı. Bu bölge, Süleyman Paşa’nın önderliğinde Balkanlar’a yayılmak için önemli bir üs olarak kullanıldı. Anadolu’dan getirtilen kuvvetler bu bölgeye yerleştirildi ve Osmanlı’nın Rumeli’deki varlığı kalıcı hale getirildi. Dönemin tarih kayıtlarına göre başta Bolayır ve Malkara olmak üzere, bölgede, Bulgurlu, Esendük, Şeyh Halil, Kara Ahi gibi Türkçe isimler taşıyan çok sayıda köy ve yerleşim yeri kurulmuştu.
1361 yılında Edirne’nin fethi, Balkanlar’da Osmanlı için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Kısa süre sonra devletin merkezi buraya nakledilmiş ve fetihlere ağırlık verilmiştir. Bu fetihlerde özellikle Evrenos Gazi, Hacı İlbeyi gibi akıncı beylerinin çok önemli faaliyetleri olmuştur.
I. Murat, 1363 yılında Filibe’yi fethetmiş ve Türkmen göçünü hızlandırmıştır. Bizans topraklarının fethedilmesi üzerine Papa’dan yardım isteyen Bizans, bir Haçlı ordusu kurulmasına ön ayak olmak istemiş ancak bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. 26 Eylül 1371′de yapılan savaşta Sırplar yenilgiye uğratılmış, bu sayede Batı Trakya ve Makedonya’nın yolu açılmıştır. Bu dönemde Vardar’ın doğusu ele geçirilmiş, 1372′de Selanik önlerine gelinmiştir. Daha sonra sırasıyla Sofya, Manastır, Pirlepe, Ohri ve 1386′da Sırbistan’ın anahtarı olan Niş, 1389 ise Sırbistan fethedilmiştir. 1392 yılında Üsküp’ün ele geçirilmesinin ardından bu şehir ve çevresi, Osmanlı Devleti’nin en önemli uç merkezlerinden biri haline gelmiştir. 1430 yılında Selanik’in fethinden sonra Semendire de Osmanlı topraklarına katılmıştır.
1448 yılında II. Kosova Savaşı’nın kazanılması, Balkanlar’daki Osmanlı hakimiyetini güçlendirmiştir. 1453 yılında İstanbul alınmış ve Fatih Sultan Mehmed döneminin sonuna gelindiğinde Yunanistan, Sırbistan, Arnavutluk ve Bosna dahil olmak üzere Balkanlar’ın neredeyse tamamında hakimiyet k