|
|
|
|
|
|
|
|
Balkanlarda konuşulan ve özünde çok farklı olan diller arasında dil bilgisi, sözdizimi, sözcük dağarcığı ve ses bilimi açısından mevcut bazı benzerlikleri açıklamak için ortaya atılmış bir dilbilim kuramıdır. Kuramın Rumeli Türkçesini ilgilendiren yönleri de bulunmaktadır. Ancak öncelikle, hepsi Hint-Avrupa dilleri olan, Yunanca, Arnavutça, üç Slav dili (Bulgarca, Makedonca, Sırpça) ve iki Latin dili (Romence ve Vlahca) arasındaki ilişkileri konu etmektedir.
Yukarıda dört grupta anılan diller arasındaki ortak sözcük varlığı görece azdır. Ancak dilbilim ve sözdizimi çözümlemelerinde dikkat çekici ortak eğilimler mevcuttur.
Tarih
Balkan dilleri arasında mevcut bu benzerliklere ilk kez Sloven dilbilimci Jernej Kopitar tarafından 1829 yılında dikkat çekilmiştir. Ancak kuram, özellikle Gustav Weigand ve Kristian Sandfeld-Jensen'in katkılarıyla 1920'li yıllarda olgunlaştırılmıştır. "Balkan dil birliği" terimi ilk kez 1958'de Romen dilbilimci Alexandru Rosetti tarafından ortaya atılmıştır. Sözcük dağarcıkları apayrı olan bu dillerde esasen birlikten ziyade yapısal benzerlikler sözkonusu olmakla birlikte, bu terim geniş ölçüde benimsenmiştir. Yapısal ögeler arasındaki yakınlığın bu anlamda bir birlik oluşturduğunu öne süren dilbilimciler de bulunmaktadır. Tartışma bu benzeşmelerin ne ölçüde coğrafi yakınlıkla, ne oranda da bu dillerin kendi içlerindeki evrimleriyle ilgili olduğu üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Birliğin Kökeni
Bu konuda tartışmalar sürmekte olup, çeşitli varsayımlar ortaya atılmıştır.
Trakça, Daçça ve İllirce
Balkanlardaki Latin ve Slav dillerinde göze çarpan bazı özellikler diğer coğrafyalardaki Latin ve Slav dillerinde görülmediğinden, kuramın ilk olarak geliştirildiği dönemlerde araştırmalar yürütmüş olan dilbilimciler bu özelliklerin Balkanların eski yerli dillerinin kalıntıları olabileceğini, Trakça, Daçça ve İllirce'nin böylece günümüz Balkan dilleri için bir alt katman (substratum) teşkil etmiş olabileceklerini öne sürmüşlerdir. Ancak bu tarihi diller üzerindeki bilgi çok az olduğundan Balkan dil birliğine giren özellikleri bulundurup bulundurmadıkları da bilinmemektedir.
Eski Yunanca
1930'larda ortaya atılmış bir varsayım, Yunan kültürünün diğer Balkan dillerinin kültüründen daha ileri aşamalarda bulunmuş olduğu savından hareketle, Balkan dil birliğine yol açan bütün etkenlerin eski Yunanca'dan nüfuz etmiş olduğudur. Ancak Balkan dil birliğine giren özelliklerin hiçbiri eski Yunanca'da bulunmamaktadır. Bizzat günümüz Yunanca'sındaki Balkanizm unsurları Klasik Dönem ve Bizans İmparatorluğu'dan sonra girmiş yenilikler görünümündedir. Yunanca'nın Balkan dil birliğine dahil edilebilecek yönleri de daha azdır.
Latince
Roma İmparatorluğu Balkanların tamamını belli bir süre yönetimi altında tutmuş olduğundan, Romence'nin atası olan Latin diyalektinin bütün Balkan dillerine etkide bulunmuş olması ve sonradan gelen Slavlar için de bir substratum teşkil etmiş olması mümkündür. Ancak diğer coğrafyalardaki Latin dillerinde bu Balkan dil birliği unsurlarına fazla rastlanmamaktadır. Öte yandan, Latince'den türemiş Vlahca'nın Makedonca için bir alt katman işlevi görmüş olması mümkündür. Ancak, bu düşünce de Balkan dil birliği unsurlarının Vlahca'ya nasıl girdiğini açıklamamaktadır.
Çoklu Etkileşimler
Günümüzde en sık dile getirilen açıklamadır. Bütün ortak unsurların tek bir kaynaktan gelmediği ve diller arasında karşılıklı etkileşimler cereyan ettiği şeklindedir. Yunan, Latin ve Slav dillerinin özelliklerinin farklı gruplardaki dillere nüfuz etmesi gibi, Romanya'da Latinler öncesi, güney Balkanlarda Slavlar öncesi kavimlerin dillerinden aktarılmış bir alt katman da rol oynamıştır. Bizans İmparatorluğu'nun şaşaalı döneminde ve Osmanlı İmparatorluğu boyunca da 500 yıl Balkan yarımadasının tek bir devletin sınırları içinde olması da diller arası alışverişleri kolaylaştırmıştır. Nüfus hareketleri ve bireylerin birden fazla dil konuşma alışkanlığı Balkan dillerine ortak eğilimler kazandırmıştır. Bulgarların Slavlaşmasından önce ve Osmanlı yönetiminde Türk unsurların siyasi hakimiyetinin sözkonusu olduğu da unutulmamalıdır. Arnavutça ise hem Latin hem de Slav dillerinden etkilenmiştir.
Bellibaşlı dil temas alanları
İlk temaslar, muhtemelen, Arnavutların ataları ile uzantıları bugünkü Makedonya ve kuzey Yunanistan'da mevcut Vlah toplumu olan Latin kökenli halklar arasında M.S. 1. yüzyıl ve 5. yüzyıl arasında gerçekleşmiştir. Arnavutça'daki Balkan Latincesi kökenli kelimeler ve Vlahca'dan alıntılar bunu doğrulamaktadır. Dil birliğinin Romence için de geçerli olması, bu temasların Balkanlardaki Latin halkları dağılmadan önce gerçekleştiğini doğrulamaktadır.
Bu dağılmada en önemli etken Slavların Balkanları istilası (8. yüzyıl - 12. yüzyıl arası) olmuştur. Sırpçada dil birliği unsurlarının azlığı ve bu unsurların özellikle Sırpça ve Bulgarca arasında bir ara diyalekt olan Torlakçada belirmesi, Sırpçanın dil birliğine en son girmiş dil olduğunu göstermektedir. Arnavutçanın coğrafyası ise Osmanlı yönetiminde genişlemiş ve bu arada çeşitli bölgelere Türk nüfus iskan edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması ve Hristiyan Balkan halklarının Avrupa'da gerçekleşen yenilikleri (sağlık, eğitim gibi) daha erken benimsemiş olmaları nüfus dengelerinin ibresini Slav ve Yunan halkları lehine çevirmiştir.
Gramer özellikleri
İsim halleri
İsim hallerinin azalması bütün Balkan dillerinde görülmüştür. Edebi Sırpça bu eğilimin tek istisnasıdır. Özellikle genitif (iyelik hali) ve datif (-e hali) kaynaşması dikkat çekicidir. Gelecek zaman İngilizce'de olduğu gibi analitik hale gelmiş, başka bir deyişle fiilin şeklinin değiştirilmesinden ziyade fiilden önce bir yardımcı fiil (İngilizcede 'will') kullanma alışkanlığı yerleşmiştir.
Mastar halinin seyrekleşmesi
Fiilerin mastar hali Balkanlar dışındaki Latin ve Slav dillerinde ve standart Türkçede canlılığı korumakta iken, bu dillerin Balkanlardaki tamsilcilerinde genelde dilek kipi ile değiştirilmektedir.
- Makedonca,Yunanca ve Tosk Arnavutçasında fiillerin mastar hali dilden tamamen kaybolmuştur.
- Vlahca, Bulgarca ve güney Sırp diyalektlerinde (Torlakça) fiillerin mastar hali dilden neredeyse tamamen kaybolmuştur.
- Gheg Arnavutçası and Megleno Romencesi (Yunanistan'da birkaç bölgede az sayıda kişi tarafından konuşulmaktadır) fiillerin mastar hali kısıtlı sayıda ifade tarzlarında varlığını sürdürmektedir.
- Standart Romence, Sırpça ve Hırvatçada fiillerin mastar hali ile dilek kipi arasında pek çok işlev benzerlikleri bulunmaktadır.
- Deliorman gölgesinde konuşulan Türkçede de fiillerin mastar hali dilden tamamen kaybolmuştur.
Bazı Balkan dillerinde "Yazmak istiyorum" aşağıdaki şekillerde söylenmektedir:
Yahya Kemal, "Türkçenin çekilmediği yer vatandır" derken dilin birleştirici ve bütünleştirici yönünü özellikle düşünmüş olmalıydı. Nitekim bir ulusun kültürünün temelde dil birliği çerçevesinde yoğrulması "vatan" kavramına yeni ve zengin bir boyut kazandırmış oluyor. "Vatan", yalnızca siyasal egemenlikle değil, kültür birliği ve yoğunluğu ile de bütünleşiyor. İsterseniz buna kültür egemenliği de diyebilirsiniz. Türkçenin bu zenginliği ile, bu genişliği ile Uzak Doğu'dan yakın batıya uzanan bir "vatan" birliği sergilediği hiç de yadsınamaz. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin ayrı ayrı kendi egemenliklerine kavuşması Türkçenin geniş coğrafyasındaki "vatan" kavramına ulaşmasını sağlamıştır, diyebiliriz.
Bu vatan Türkçenin vatanıdır. Türkçenin geniş coğrafyasındaki egemenliğidir.
Türkçenin yakın batıdaki varlığı ise Balkan ülkelerinde yoğunluk gösterir. Yukarıdan, eski Yugoslavya'dan, bugün ise Kosova bölgesi ve Makedonya'dan başlayan çizgi aşağıdan Batı Trakya ile kuzeye doğru Bulgaristan ve Romanya'ya uzanır. Böylece Balkan ülkelerinde Türkçenin vatanı ana hatlarıyla çizilmiş olur.
Türk Dil Kurumu, bugüne kadar Türkçenin bu geniş vatanı ile uzak veya yakın, az veya çok birtakım iş birliğinde, ortak çalışmalarda, bilimsel düzeyde bilgi şölenlerinde bir araya gelmişti ve gelmeye de devam ediyordu. Ancak, şimdiye kadar bu tür iş birliği çoklukla Orta Asya ülkeleri ile olmuştu. Balkan ülkeleri ile ortak çalışmalar veya bilgi şölenleri, ne yazık ki pek gerçekleştirilemedi. Bu bağlamda bire bir bilgi alış verişlerini, kongre ve konferans katılımlarını ayrı tutuyorum.
Geçen yılın Nisan ayında, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun'un, başkan yardımcısı Prof. Dr. Hamza Zülfıkar'ın ve benim, Belgrad Üniversitesinde Türkoloji bölümünün kuruluşunun 70. yıl dönümü kutlamalarına katılmamız ve oradan Kosova'yı ziyaretimiz; ardından Üsküp'te değişik kurum ve kuruluşlarla görüşmelerimiz, Türk Dil Kurumu olarak Balkan ülkelerindeki Türkçenin durumuna, eğitimine ve yayın hayatına gereğince eğilmediğimiz ve ihmal ettiğimiz gerçeğini bize açıkça göstermiş oldu. Bu gerçek bizde şöyle bir düşüncenin oluşmasını sağladı. Bütün Balkan ülkelerini kapsayacak ve "Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Yayın Hayatı"nı konu edinecek bir bilgi şöleninin gerçekleştirilmesi.
Nitekim bu düşünce, uluslar arası düzeyde, titiz bir çalışma, iyi bir plânlama ve Uludağ Üniversitesinin de katkı ve desteği ile 20-24 Nisan 1998 günlerinde Bursa'da gerçekleştirildi.1
Bu bilgi şölenine, "Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Yayın Hayatı Bilgi Şöleni"ne Kosova bölgesinden Prof. Dr. Nimetullah Hafız, Tan gazetesi müdürü Raif Vırmiça ve eğitimci Salih Lika; Makedonya'dan Fahri Kaya, eğitimci Zerrin Abbas ve Makedon televizyonu Türkçe yayınlar müdürü Gayur Şeh; Batı Trakya'dan eğitimci-sosyolog İlknur ****** Şerif Şerafettin ile gazeteci Mücahit Mümin; Bulgaristan'dan gazeteci İsmail Çavuşev ile Yusuf Kerim; Romanya'dan gazeteci Altay Kerim ve eğitimci Prof. Dr. Enver Mahmut ile Doç. Dr. Nedret Mahmut katıldılar. Balkan ülkelerinden gelen bu soydaşlarımıza Türkiye'de bulunan Doç. Dr. Hayriye Süleymanoğlu-Yenisoy ile Feyyaz Sağlam da bildirileri ile katkıda bulundular.2 Gene Türkiye'den Türk Dil Kurumu Yürütme Kurulu üyeleri ile Bilim Kurulunun bazı üyeleri de bilgi şöleninde tartışmacı olarak yer aldılar.
Üç gün boyunca yoğun bir çalışma düzeni içinde gerçekleştirilen bilgi şöleninin ilk günkü sabah oturumunda açılış konuşmaları vardı. Burada özellikle Balkan ülkelerinde Türkçenin önemi ve değeri vurgulandı. Ayrıca bu toplantının neden Bursa'da yapıldığı üzerinde duruldu. Çünkü Bursa, Balkan ülkelerinden göç eden soydaşlarımız yoğun olduğu bir büyük merkez idi. Bilgi Şöleni ağırlıklı olarak beş oturumda yoğunlaştı ve her oturum, bir ülkedeki Türkçe eğitim ve yayın hayatını konu edindi. Altıncı ve son oturum ise "genel değerlendirme"yi kapsadı.
Burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum. Bilgi şölenine katılan her konuğumuz gerçekten konusunu ciddiyetle ve titizlikle ele almış, en ince ayrıntısına varıncaya kadar sorunları hazırladığı bildirisinde dile getirmiş. Doğrusu bu özveri ve ciddiyet bizleri son derece mutlu etti. Adlarını tek tek anmadan hepsini yürekten kutluyorum; Kurumumuz adına kendilerine teşekkür ediyorum.3
"Balkan ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Yayın Hayatı Bilgi Şöleni" adından da anlaşılacağı üzere iki önemli konuya ağırlık veriyordu: Eğitim ve yayın.
Her iki konu da Balkan ülkelerindeki siyasal, sosyal ve ekonomik koşullar ile benzer durumlar ve özellikler gösteriyordu. Ayrılıklar ise ülkelerdeki siyasî ve sosyal değişmelere bağlı kalıyordu. Ancak bunların temelinde de ekonomik sıkıntılar büyük rol oynuyordu.
Eğitim konusu, ne yazık ki azınlıkların ortak kaderi gibi görünüyor. Türk soylu insanın eğitimi, kendi ana dili ile içinde yaşadığı ülkenin eğitim politikası arasında sıkışıp kalmış. Egemen güç, her ülkede azınlığı ezmiş; üstelik yok etmeyi amaçlamış. Bu bağlamda eski Yugoslavya'nın eğitim politikası şöyle şekillenmiş:
"Eğitim bakanlığı ile öteki siyasetçilere göre, Türklerin Sırp okullarında tahsil görmeleri daha uygun bulunuyormuş. Sırpların bu konuda yaptıkları incelemelerle Türk çocukları, Sırp okullarında okudukları takdirde Sırp milletini ve devletini daha çok sevecek ve böylece yeni oluşacak nesil öncekine bakarak daha Sırpçılık duygularıyla yetişecek. "4
Bu durum öteki ülkelerde de benzerlikler gösteriyor. Söz gelişi Bulgaristan'da sık sık okulların kapatılması; Türklerin değişik baskılarla yüz yüze gelmesi, sürekli ve düzenli bir eğitim sisteminin oluşturulmamasını yaratmıştır. Romanya'da ise 1960-1990 dönemi tam bir karanlık durum olarak değerlendirilir: "1960 yılında tüm Türk okullarının, 1965 yılında Mecidiye Medresesinin, 1974 yılında ise Bükreş Üniversitesi Tatar bölümünün kapatılması, aynı yıldan itibaren Türk dili bölümüne hiçbir Türk gencinin alınmaması... "5 sırf Türklük duygusunu yok etmeye yönelik çabalar olarak değerlendirilmiştir.
Batı Trakya'da ise eğitim, her dönemde bir sorun olarak gündemde kalmış; Lozan Antlaşması'nın azınlıklara tanıdığı haklara rağmen Yunan hükûmeti Türk insanının eğitilmesine sürekli engel çıkarmıştır:
"Batı Trakya Türk azınlığının eğitim ve öğretim işlerini düzenleyen yasalar hiçbir zaman işletilmemekte, aleyhte yasalar çıkarılarak azınlığın çağdaş eğitim ve öğretimden yoksun geri bırakılmış insanlar topluluğu hâline gelmesine çalışmaktadır; Yunan yönetimi bunun için tüm olanaklarını kullanmaktadır. "6
Bu çarpıcı örneklerini verdiğimiz ortak sorunlar dışında, bazı bölgelerde asimilâsyon olaylarının da yaşandığı dile getirilmektedir. Söz gelişi Üsküp yakınlarında bulunan Koliçani köyünde Türkçelerini kaybetmiş bugün Torbeş olarak adlandırılan eski Peçenek Türklerinin varlığı herkesçe bilinmektedir. Aynı durum Kocacık köyünde yaşayan Jupa Türkleri için de geçerli.
Kısacası, eğitim ile ilgili sorunlar şöyle karşımıza çıkar.
1. Yerel yönetimden kaynaklanan sorunlar.
2. Eğitici kadroların yetersizliği.
3. Okul sayısının yetersizliği.
4. Okullarda okutulacak ders kitaplarının ve eğitim araç gereçlerinin yetersizliği.
5. Hepsinden öte kendi ana dilinde özgürce ve huzur içinde eğitim görememesinin getirdiği sorunlar.
Bu ve benzeri sorunlar yanında son yıllarda olumlu adımların ve gelişmelerin varlığı da bildirilerde dile getirildi. Söz gelişi Kosova bölgesinde eğitim veren okul ve öğrenci sayısı yanında Makedonya'daki gelişmeler şöyle değerlendiriliyor:
"Makedonya'nın her tarafında kurulan okullarda öğrenci sayısı artıyor ve çağdaş dünya eğitimine ayak uydurarak ders görmeye başlı- yorlar."7
Romanya'daki eğitim reformu 1995 yılında gerçekleştirilmiş ve olumlu gelişmeler kaydedilmiştir.
Batı Trakya'da ise 1951 Yunanistan-Türkiye Kültür Antlaşması çerçevesinde atılan adımların geliştirilmesi ve yenilenmesinin eğitime büyük katkı sağlayacağı gerçeği dile getirilmiştir.
Balkan ülkelerinde Türkçe yayın hayatı, Osmanlı dönemine kadar uzanıyor. Eski Yugoslavya döneminde başlayan süreli yayınlar ve kitap yayını günümüze kadar varlığını sürdürmektedir. İlk süreli yayın Prizren (1871) adını taşıyor. Buna İkinci Meşrutiyet yıllarında Enva-i Hürriyet, Şar ve Yıldız katılıyor. Bugün de yayınını sürdürmekte olan Tan gazetesi 1965 yılında çıkmaya başlıyor. Öteki yayınlar şöyle: Çevren (1973) dergisi, Kuş (1979) çocuk dergisi, Çığ (1990). Bay yayınları şunlar: Bay (1994) kültür, yazın, sanat dergisi; İnci (1995) çocuk dergisi; Genç Bay (1996) gençlik dergisi; Doğru Yol yayınları: Doğru Yol/Esin (1971); Filiz (1987) çocuk dergisi. Bu yayınlara öteki dernek ve kuruluşların etkinlikleri de ekleniyor. Makedonya'da da yayın faaliyeti oldukça zengin. İkinci Dünya Savaşına kadar 11 (on bir) süreli yayın çıkmış. Bunların başında Rehber, Uhuvvet ve Hak geliyor. Sada-yı Millet, Doğru Yol onları izliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise süreli yayın olarak Birlik (23 Aralık 1944) gazetesi çıkmaya başlıyor ve bugüne kadar bu gazete Türklerin gazetesi olarak yayın hayatında kalıyor.
Bulgaristan'da yayın hayatını oldukça iyi incelemiş olan İsmail A. Çavuşev, İkinci Dünya Savaşı sonrası gazeteleri tek tek tahlil etmiş. Dostluk (1947) ile başlayan süreli yayın faaliyeti Yeni Işık (1953) ile gelişiyor. Son yıllarda Işık-Svetlina, Güven, Filiz ile Hak ve Özgürlük büyük yankı uyandırıyor.
Romanya'da ise ilk gazete Dobruca (1Eylül 1888) olarak gösteriliyor. 1989 devrimine kadar 29 süreli yayın çıkmış. Ayrıca kitap olarak Türkçe yayınların oldukça zengin olduğunu Altay Kerim'in bildirisinden anlıyoruz.
Batı Trakya'daki yayın hayatını Feyyaz Sağlam bir bildiri ile anlattı. Yayınları "Türklerin çıkardığı ürünler", "Yunanlıların çıkardığı ürünler" olarak, iki bölümde değerlendirdi.
Balkan ülkelerindeki radyo ve televizyon yayınları konusunda en geniş bildiriyi Makedonya televizyonu Türkçe yayınları müdürü Gayur Şeh hazırlamış. Sayın Şeh, eski Yugoslavya döneminden, özellikle Tito yıllarından başlayarak Türkçe radyo yayınlarının gelişmesini ve televizyonda Türkçe yayın politikalarını özlü bir biçimde delegelere sundu. Onun yanında Raif Vırmiça, Kosova bölgesindeki radyo ve televizyon yayınlarına; Altay Kerim, Romanya'daki radyo yayınlarına; Feyyaz Sağlam da Batı Trakya'daki sözlü yayıncılık (radyo) konusuna yer verdiler.
Bu özlü değerlendirme sonunda "Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitimi ve Yayın Hayatı Bilgi Şöleni"nin ne denli yararlı ve verimli olduğunu açıkça görmekteyiz. Bugüne değin Balkan ülkelerindeki Türkçenin durumunu ve yayın faaliyetlerini yakından izliyorduk. Bire bir iletişimde veya bireysel ziyaretlerimizde o yörelerdeki sıkıntıları dile getiriyor ve çareler düşünüyorduk. Oysa Türk Dil Kurumunun gerçekleştirdiği ve bütün ülkelerden delegelerin birer bildiriyle katıldığı bu uluslar arası bilgi şöleni, geniş kapsamlı ve katılımlı, toplu görüşmeli ve tartışmalı yönüyle bir ilklik örneği sergiliyordu. Türk Dil Kurumu gecikmiş de olsa, çok önemli ve hayırlı bir işi başarmanın mutluluğu içindedir. Nitekim bilgi şölenine sunulan bildirilerin kısa bir süre içinde kitap olarak yayımlanması ile bu mutluluğumuz belgelenmiş olacaktır. Diliyoruz ki bu tür bilgi şölenleri her yıl bir ayrı ülkede yenilensin ve her yeni buluşmada konuya yeni bakış açıları getirilsin. Böylece Türkçenin çekilmediği o topraklarda Türkçe eğitimi ve yayın hayatı sürekli canlı ve gündemde olsun. Bu yolda Türk Dil Kurumu olarak bir yol açabildikse, karınca kararınca üzerimize düşeni yerine getirebildikse ne mutlu bize.
Balkan Türk Dili ve Edebiyatı Bilinen eski çağlardan bu yana insanlar dünyada çeşitli uygarlıklar kurmuş, her ulus kendi tarihini oluşturmuştur. Yaşanılan coğrafi yer, komşuları, sosyal ve kültürel yapısı toplumların tarihlerini etkilemiştir. Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla birlikte ağırlıkla Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde bulunmuşlardır. Anadolu Balkanlar ekseni Orta Asyadan göçler sonunda oluşmuştur. Türklerin ana vatanı Orta Asya olmakla birlikte bu gün bu kavram değişmiş görevi Anadolu üstlenmiştir. Türkler tarihin genel akışı içinde Orta Asyadan Anadoluya geçip Ortadoğu ve Anadolunun tarihini değiştirmiştir. Geçtikleri yerler gibi geldikleri Anadolu ve Balkanlarda insanlarla, coğrafyayla bütünleşmişler ve dost olarak yaşamışlardır. Gittikleri yerlerdeki kültürleri koruyarak oralara adalet, hoşgörü ve uygarlık götürmüşlerdir. Balkan yarımadası, bir coğrafya parçası olarak adını dahi Türkçeden almış, Türk kültürüne beşik olmuş, Türk, Slav ve Germen kültürlerinin dönem dönem hakimiyet mücadelelerine sahne olmuş bir bölgedir. Bir coğrafi terim olarak Balkan sıradağ ya da dağlık anlamındadır. Halen coğrafya, tarihi coğrafya, siyasi ve kültürel coğrafya deyimi olarak kullanılmaktadır. Balkanlar; Avrupanın güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Türkiyenin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır. Türkler; MS. 4. yüzyılda Batı Hun Türklerinin yerlerinden kopmaları ve Orta Avrupaya gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar . Bu yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa dünyasının biçimlenmesine ve bu günkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Kuzeyden ve güneyden gelen Türkler 13. yüzyıl içinde Avrupada birleşir. Türk kültürünün bu coğrafyada etkisi bu yıllara dayanır (Yıldırım,1998:8). Balkan tarihi bilinen Türk tarihi kadar eskidir. XI. ve XII. yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlara gelip yerleşirler. Hunlardan itibaren çeşitli Kıpçak Türk boylarının yanısıra Oğuz Türk boylarının da farklı zaman dilimlerinde bölgeye yerleşmeleri ve kültür katmanları oluşturmalarıyla belirlenmiş bir tarihtir (Özönder;2001:203-209). Erken dönem Osmanlı kaynakları fetih siyaseti çerçevesinde Anadoludaki Türk unsurunun Balkanlara getirilip iskan edildiğini haber vermektedir. 14 yy. ve 15yy.da gerçekleştirildiği anlaşılan bu iskan hareketi özellikle erken dönemde zorunlu bir göçtür (Şahin,2001:639. Osmanlıların Balkanlara yerleşmeleri üç şekilde olmuştur. 1. İlk fetihler sırasında Anadoludaki yakın bölgelerden yeni alınan yerlere devlet eliyle göçmen nakledilmesi. 2. Fetihlere gönüllü olarak katılan gazi-alperenler ve gaza için gelen aşiret mensuplarının bir bölümünün fethedilen kalelerde muhafız olarak bırakıp bir bölümünün de istedikleri yerlere yerleştirilmesi. 3. Kolonizatör Türk dervişlerinin stratejik noktalarda kurdukları tekke ve zaviyelerin faaliyetleri ve çevrelerinde yerleşim merkezleri kurulması (Alp,1989:47). Balkanlarda tekke ve zaviyeler yalnızca dini-tasavvufi kurumlar olmayıp birer sosyal, siyasi, iktisadi, askeri, ilmi ve kültürel kurumlardır. Osmanlı-Türk kültürü Balkanlara gelince Balkan kültürüyle karşılaştığı yerler kültürel canlanma yaşamıştır. Bu yerlerde ortak Balkan kültürünün temelleri atılmıştır (Yazıcı, 2001:135). Balkanlarda asıl ve kalıcı ilişkiler Osmanlıların kuruluş yıllarından itibaren Osmanlıların bu topraklara ayak basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazinin büyük oğlu ve Rumeli Fatihi olarak da anılan Süleyman Paşanın 1354 yılında Çanakkale Boğazını geçerek Geliboluya adım atmasıyla fetih hareketi başlamıştır (İsen,1997:513; Öztuna,1990:17). 13. yüzyıl ortalarında Moğol istilasından kaçan Horasan erenlerinden Sarı Saltuk ile sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek Dobruca dolaylarında 10-12 bin kişilik bir İslam topluluğu oluşturmuştur
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |