Bulgaristan’da, Türklere ve müslüman kesime ait eğitim ve kültür örgütlerinde dernek ve cemaatler arasında ağır sürtüşmeler ve birbirine karşı koymalar dönemi yaşanıyor. Bu karşı koymaların temelinde, Kemalizm’e ve Kemalist reformlara karşı bakış açıları yer almaktadır. Ve bu bakış açılarında, Türk topluluğunun geleceğini, kim nasıl görüyor, düşüncesi vardır.
Atatürkçülük ya da Kemalizm, 1919-1923 yılları arasında, Türk halkının ulusal kurtuluş savaşı verdiği yıllarda doğmuştur. Ve bu yıllara takiben, Türkiye koşullarında feodal kalıntıların ortadan kaldırıldığı ve yavaş yavaş kapitalist bir düzenin yerleştiği dönemi, yani yirmi yılı kapsamaktadır. Bu hareketin başı sayılan Kemal Atatürk, Türk halkının öz gelenek ve göreneklerinden ve Batı düşüncesinden büyük ölçüde etkilenmiştir.
Kemalizmin temel ilkeleri, daha 1920’li yıllarda vücuda getirilip, “ulusal program”da ve “Hakimiye-i Milliye” gazetesinin sayfalarında yer almıştır. Ama Kemalizm’in esasları, tam bir bütün olarak 1931 yılında kabul edilen Cumhuriyet Halk Partisi programında altı ok biçiminde ortaya çıkar. Bu ok halinde gösterilen ilkeler şunlardır: Cumhuriyetçilik. bu padişahlık yönetiminin tam karşıtıdır. Ulusçuluk, ki bu ilkenin anlamı, ulusal egemenliğe ağırlık verilip, bağımsız bir gelişme yolu izlenmeli. Halkçılık ki, yönetim halkın elinde olup, sınıf ve sınıf çatışması yadsınmaktadır. Etatizm’e gelince de Türk devletinin gelişmesi devlet eli ile devlet kapitalizmi ile gerçekleştirilsin, anlamına gelir. Laiklik ilkesinin anlamına gelince de din işlerinden devlet elini çekmeli, eğitim laik bir eğitim olmalı. İnkilapçılık ilkesi ise ulusal burjuva inkilabı ilkelerine sadakat gösterip, bunları koruyup geliştirmek, Kemalizm’e sadık kalmaktır.
Kemalizm birleştirici bir rol oynuyor. Ulusal kurtuluş hareketini, ülkenin her yerine ve kesimine taşıyarak insanları, bu büyük davanın hedefleri, her şeyden önce ülkenin her yönlü gelişmesi, kalkınması düşüncesinde birleştirici bir güç olarak ortaya çıkıyor... Öyle ki Kemalizmin tüm bir ulusun politik felsefesini oluşturup milli kurtuluşu elde ettikten sonra geleneksel bir toplum düzeninden çağdaş bir toplum düzenine geçişi, bir başka deyişle, feodalizmden kapitalizme geçişi sağlamaktadır.
Atatürkçülüğe göre bağımsız bir devlet olmak ve çağdaşlığı yakalamak bir sıra köklü reformlar gerektirmektedir. Bu reformlar, politik, ekonomik ve kültürel alanları kapsar.
Milli egemenliği sağlayan Kemalistler, çok köklü siyasi reformlara gidiyorlar. Saltanat ve halifelik ortadan kaldırılıp, cumhuriyet yönetimi kabul edilir. Bu reformlar, 1924 yılında kabul edilen anayasada da yer alır. Artık laik bir yönetim söz konusudur. Şeriat düzeni, şeriat kanunları ve mahkemeleri de ortadan kaldırılmıştır. Bu değişiklikler sonucu, Türk toplumunda kadın, erkeklerle aynı haklara kavuşuyor.
1920’li yılların sonunda ve 30’lu yıllarda Türkiye’de birçok reformlar gerçekleştiriliyor. Bu reformlar sayesinde her şeyden önce eğitim sisteminde köklü sonuçlar hedefleniyor. Eğitim birliği kanunu ile, eğitimin tek bir çatı altında gerçekleştirilmesi amaçlanıyor. Bu eğitim programlarına da yansıyor. Bu arada bir sıra dini okullar kapatılıp çağdaş düzeyde ilk, orta ve lise düzeyinde okullar açılıyor. İstanbul ve Ankara üniversitelerinin yeni taleplere göre temelleri atılıyor. Eğitim sisteminde son derece önemli bir uygulama olan Latin alfabesi üzerine hazırlanmış yeni Türk alfabesi kabul ediliyor. Ve Türkçe de devlet dili olarak ilan ediliyor.
Atatürk inkılapları, bundan başka toplumun tüm kesimlerini kapsayacak alanlara yansıyor...
Kemalistlerin ıslahatçı hareketleri Bulgaristan’da da çok geniş yankılar uyandırıyor. Kemalistler ilk başlarda tüm yönetim mekanizmalarını ele geçirmiş olup, komşu ülkelerdeki Türk azınlıklarını da bu yenilik hareketlerine çekmek için çaba yürütüyor, onların etnik kimliklerinin korunması ve geliştirilmesi için faal bir çalışma içindeler. Bu arada, Bulgaristan’daki daha uyanık ve aydın Türkler, Atatürkçülüğe ve Türkiye’de gerçekleştirilen yeniliklere karşı büyük ilgi duyuyor, ancak bu yenilikler sayesinde kendi kültürel ve sosyal kalkınmalarını sağlayacaklarını düşünüyorlar. Bu, onlar için Türk azınlığının seviyesinin Bulgar milletinin seviyesine ulaşması için çok iyi bir modeldir. Ama tutucu, dini kesim onların bu çabalarına karşı çıkıyor. Böylelikle Türk aydınları, bu sayıya hocalar da dahil olup ikiye bölünüyor, tutucu, muhafazakar ve çağdaş, ilerici kesim. Her iki kesim de Kemalizme ve yeniliklere değişik açılardan yaklaşım sergiliyor... Türk Muallimler Birliği üyeleri bir taraftan, bir taraftan da “Turan” örgütleri üyelerinin büyük çoğunluğu, bir sözle progresif görüşleri taşıyan aydınlar, Türkiye’deki reformları, hayatın tüm alanlarına yeni düşünce ve soluk getiren bir hadise olarak kabul ediyorlar.
Öte yandan İslamı Koruma Birliği çatısı altında toplanmış olan tutucu kesim ve bunlara Türkiye’den kovulan ve “150’likler” olarak bilinenleri de dahil edersek, ki bunlar şeriatçı bir düzenin devamından yanalar, Atatürkçülüğe karşı düşmanca bir cephe alıyorlar. Onlara göre Atatürkçülük, dinin temellerini, İslamı aile yapısını, aileyi, gelenek ve görenekleri yıkmak için bir ideolojik vasıtadır.
Bu konuda, Başmüftü H. Hüsnü şu görüşlerine yer vermektedir: “Hıristiyan alemi için bir komünist tehlikesi ortaya çıkmışken, Müslüman aleminde de Kemalizm adında bir Allahsız anlayışa halk oldu... ki, bu anlayışın taraftarları Anadolu’da, dini imanı olmayan, Islahatçı Türk Cumhuriyeti diye bir devlet kurmuşlar. (Başmüftü H. Hüsnü Ahmedov’un Dışişleri Bakanlığı’na verdiği rapor, DMA). Bu değinmeden de anlaşıldığı gibi Kemalizm bir ateistlik işareti olarak kabul edilip, topyekün reddedilmektedir.
Türk azınlığın yaşamında, kültürel ve sosyal alanlardaki yenilikler, reformların gerçekleştirilmesinin önemi büyüktür. Bu reformların başarılı bir şekilde yaşama geçirilmesi sonucu, ancak Türk ahalisi sosyal ilerleyişin tempolarını yakalayabilir. Türk aydınlarının bu reformların bir an önce gerçekleşmesini istemesi de bu yüzdendir. Bu aydınların girişimiyle eğitim sisteminde yeni düzenlemeler yapılması, yeni Latin alfabeleriyle oluşturulmuş TÜRK alfabesinin kabulü, kıyafet reformunun uygulanması, kadınlara seçme seçilme haklarının sağlanması, şeriat mahkemelerinin yükümlülüklerinin daha çoğunun çağdaş, medeni mahkemelere devredilmesi hareketleri başlatılmıştır...
Bu yeniliklerin uygulanmasında, ilahiyatçı kesimin muhafazakar kanadının çok ciddi mukavemeti ile baş başa kalınıyor. Bu kanadın anlayışına göre, “Türkiye’de gerçekleştirilen reformlar, İslam anlayışıyla bağdaşmıyor” (186 (Medeniyet Gazetesi, No.5.6.10.1933) Bu din adamları, sözü edilen reformların her birinde dinin herhangi bir temel ilkesini zedeleyen unsurlar olduğu düşüncesini savunuyorlar. Örneğin kadının feraceyi atması, başörtüsünü takmaması, erkeklerle eşit haklara sahip olması, Müslüman aile yapısını sarsıyormuş, yeni alfabenin uygulanması da gençlerin dini terbiyesine bir engel olarak görülüyor. H. Hüsnü’ye göre şapka taşımak dini ve milli geleneklere aykırıdır. 187 MDA.
Yukarıda adı geçen derneğin muhafazakar yöneticileri, reformlar konusunda kesin bir tavır içindeler. Medeniyet gazetesine göre “reformları kabul edip dine karşı çıkacaksın, ya da kendi dinine sadık kalarak reformlara karşı koyacaksın... 188 Medeniyet, 31.12.1935.
Atatürkçülüğün etkisi altında kalan ilerici, progresif aydınlar, etnik kimliğin öncülüğü bilincini kavrıyorlar. Bu dönem, öyle bir dönemdir ki, milli toplulukların bir bütün oluşturması sürecini Arap ülkeleri de yaşıyorlar. Bu arada sosyal dengesizlikler giderek artıyor. Bu da ayrıca bir takım çıkar grupları doğuruyor. Öyle ki halkın bir milli birlik sağlaması için yalnız dini bağlar, ilişkiler yeterli olmuyor. Milli özelliklere dayanır bir birlik sağlama gereksinimi duyuluyor. Bu da başlıca milli kültürün geliştirilmesi, genç kuşakları milli ruhta eğitmekle, kendi etnik grubuna karşı sevgi ve saygı bağlarını pekiştirmekle olabilir.
İleriyi gören aydınlar, asimile çabalarını da sezinliyorlar. Onlara göre, işte bu yüzden etnik bilinci güçlendirmek gerekiyor. Bu eğilim bir yandan değişik etnik gruplar arasında kültürel bağların objektif bir suretle genişlemesi sonucu, öte yandan da kimi şoven grupların subjektif yaklaşımları sonucu artmaktadır. Bununla ilgili Rehber gazetesi, gayet haklı olarak şu sonuca varıyor: “Dünyada iki eğilim göze çarpmaktadır. Hükümetler bir tek homojen bir millet yaratmayı amaçlarken, azınlıklar ise kendi kültürlerini geliştirip, özbenliklerini muhafaza etmeye çalışıyorlar... 189 Rehber gazetesi, No: 26 14.07.1928.
Sorunlara etnik bir yaklaşım sergileyen aydınlar şu sonuca varıyorlar. Bulgaristan’daki Türkler bir azınlıktır. Deliorman gazetesi ise, dini değil, milli bir azınlığın yanında olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. 190 Deliorman gazetesi No.19.08.1930...
(Kısaltılmıştır.)
NOT: Yukarıdaki yazı, yazarın kitabından alınarak Türkçe’ye çevrilmiştir.
Doç. Dr. İbrahim YALIMOV
1934 yılında Şumen ilinin Gradişte köyünde doğdu. 1953 yılında Şumen Türk Lisesi’nden mezun olduktan sonra, Sofya Üniversitesi’nin Felsefe-Tarih Fakültesi’ne yazıldı. Bundan sonra iki yıl Moskova’daki Toplum Bilimleri Enstitüsü’nde okudu. Daha sonra öğretmenlik ve gazetecilik yaptı.
Ayrıca 1971-1992 tarihleri arasında Bulgar Bilimler Akademisi’ne bağlı Çağdaş Sosyal Teoriler Enstitüsü’nde bilim işçisi olarak görev alır. Bunu takiben YYİE ve Sofya Yüksek İslam Enstitüsü’nde önce okutman, daha sonra rektör olarak çalışır. Yirmi yıldan daha fazla yazar, Bulgaristan’daki Türk topluluğu ile ilgili sorunları araştırmış, ilginç sonuçlar elde etmiştir. Bilimsel makale ve eserleri yayınlanmış, bildirilerle sempozyumlara katılmıştır. En son yayınladığı “Bulgaristan’da Türk Topluluğunun Tarihi” kitabında ilk kez bu ülkedeki Türkler’in yaşamı kitaplaştırılmış oluyor. Yazar, bunu yapabilmek için yüzlerce kaynaktan yararlanmış ve ortaya derli toplu, mükemmel bir eser çıkmıştır. Tarihi gerçekleri taraf gözetmeksizin tahlil edip yorumlamıştır. Bu açıdan eser, Bulgar ve dünya tarihçilerine de kaynak yapıt kabilindedir.
Değerli bilim adamımızı candan kutlar, yeni eserlerini bekleriz. (İbrahim Yalımov, İstoriya na Turskata obştnost v Bılgariya, pırvo iznadiye, İlinda-Ev
|