Batı Trakya Türklerinden olan ve bu bölge hakkında yaptığı çalışmalarla tanınan Yard. Doç. Dr. Halim Çavuşoğlu, yıkıma giden süreci 'kuşkulu çalışmaların sonucu' olarak değerlendiriyor. Türkiye'nin Balkanlar'da yürüttüğü envanter çalışmasında uzun süredir görev alan Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nde Öğretim Görevlisi Neval Konuk, tahribatın sadece Yunanistan'da değil, tüm Balkan ülkelerinde sürdürüldüğü görüşünde. Ancak bu kıyımı bitirmenin yolunu arayan Batı Trakyalı Türkler, 3 Kasım'da Çin'de gerçekleştirilecek olan Birleşmiş Milletler HABITAT 4. Dünya Kent Forumu'na katılacak. Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF), Türk azınlığının çektiği ciddi sıkıntıları bu toplantıyla dünya gündemine taşımayı hedefliyor.
1933'te yapılan şehir planı bahane edilerek son Osmanlı eserleri de yok ediliyor!
Balkanlar da kıyım var
Yunanistan'ın uygulamaya başladığı şehir planının gerekçeleri ilk bakışta meşru ve masum nedenlere dayanıyor. Vakıf mallarının yıkımına, 'Yıkım karşılığında onarım', 'yıkım karşılığında yenisinin inşasına izin verilmesi', 'kamu yararına kamulaştırma' gibi gerekçeler öne sürülüyor. Celal Bayar Lisesi'ne ait yurdun ve yemekhanenin de yıkımının ardından Yunan resmi makamları, yıkılan binaların yerine kamu yararına kullanılacak bir yol geçeceğini ve yıkılan kısmın da var olan lise binasının içine eklenmesine izin verileceğini bildirdi. Bu durumu 'Uygarlık yıkma' suçuna bulunmuş bir kılıf olarak değerlendiren Yard. Doç. Dr. Halim Çavuşoğlu, yıkım faaliyetlerinin 'Osmanlı eserlerinin Romalılaştırılması' olarak niteliyor. Bunun en bariz örneği ise, yine Gümülcine'de yaşandı. Ircan (Arisvi) köyünde bulunan 360 yıllık Osmanlı köprüsü, 11 Eylül 2008 tarihinde 'Roma Köprüsü' olarak değiştirildi. Oysa köprünün kitabesinde iç savaş sırasında bombalanan köprünün suya düşen ve köylüler tarafından bulunarak köy camisinin minare içine betonla yerleştirilen kitabesinde, köprünün Mimar Hacı Kasım Ağa tarafından 1649 yılında yaptırıldığı açıkça belirtiliyor. Osmanlı eserlerini tahrip ederek Romalılaştırmak isteyen Yunanlıların, bölgede aralıksız var olduklarını gösterme çabalarının da bulunduğunu ve Osmanlı izlerini bölgede tamamen silmek için gayret sarf ettiklerini anlatan Çavuşoğlu, "Özellikle Balkan Kolu civarındaki kilise, manastır, ayazma gibi Yunan ve Ortodoks yapılarına da, Batı Trakya dışından getirilen eski taş ve levhalar iliştirilmesi ve üzerlerine oldukça eski inşa tarihlerinin yazılması çok manidar." diyor.
Tahribat hep vardı
Batı Trakya'da Türklere ait vakıfların malları ve tarihî eserler üzerinde uygulanan tahrip ve tahrif Yunanistan'ın bağımsızlığını ilan etmesinden hemen sonra başlıyor. Ancak bu yıkım süreci, özellikle 1967-1974 döneminde Yunanistan'da iktidarı elinde bulunduran ve 'Albaylar Cuntası' olarak anılan dönemde son derece büyük artış gösteriyor. Çoğu Osmanlı Devleti'nin inşa ettirdiği, Cumhuriyet'in ilanından sonraki dönemde yapımına devam edilen cami, türbe, mescit, çeşme, köprü gibi vakıf malı tarihî eserlere karşı tahrif, tahrip, yıkım ve başkalaştırma örneklerine sık rastlanıyor. Bu yıkıma Yunan medyası da destek verdi ve İskeçe'de Hürriyet Camii'ne bombalı saldırıda bulunuldu. Saldırının ardından ülkedeki azınlıkları hedef gösteren aşırı milliyetçi Stohos (Hedef) gazetesi, devletin, azınlık ve Osmanlı eserleri karşısında takınması gereken tutumun şöyle olması gerektiğini yazdı:
Montana Camii
"Yunan Devleti, Batı Trakya'da yaşayan azınlığın evlerini, mağazalarını, ibadethanelerini zaman geçirmeden kamulaştırarak bölgedeki Türk unsurunu temelinden yıkmalıdır. Azınlık, başka bölgelere dağıtılarak eritilmeli, mal varlıkları kamulaştırılmalı ve camileri yıkılıp yerlerine umumi tuvaletler yapılmalıdır."
Bu yayının ardından Gümülcine'de Tabakhane Camii ve Şehreküstü camiileri bombalanmış, ve birçok eser de yoğun şekilde tahrip edilmişti.
Balkanlar'ın tümü tahrip ediliyor
Uzun yıllardır Balkanlar'da Osmanlı izini süren Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Neval Konuk, tahribatın yalnızca Batı Trakya'da değil, tüm Balkan coğrafyasında yapıldığını söylüyor. Balkanlar'daki Osmanlı eserlerinin envanter çalışmalarında da araştırmacı olarak görev yapan Konuk, bu coğrafyada neredeyse ayak basmadık yer bırakmamış. Beklediklerinden iki katı Osmanlı eseriyle karşılaştıklarını anlatan Konuk, tahribat sonucu eserlerin ancak % 10'unun günümüze kadar ulaştığını ifade ediyor. Birçok Osmanlı eserini yerinde inceleyen araştırmacı, çok çarpıcı tahribat ve yıkım örneklerine rastlamış. Konuk'un anlattıkları tüyler ürpertecek cinsten. Filibe Perşembe Pazarı Camii şu anda pizzacı olarak kullanılıyormuş. Üstelik caminin kubbesindeki Osmanlı motifleri silinmiş, yerine ahlaka mugayir tasvirlere yer verilmiş. Yine bir dönem Yunanistan'da Selanik Hamza Bey Camii'sinde gayrı ahlaki filmler izletiliyormuş. Bulgaristan'da bulunan Eski Zağra Camii'nin son cemaat yerinde de gamalı haç figürü ve çirkin yazılar yer alıyor.
Konuk, yine bugünlerde birkaç metre ilerisine yapılacak alışveriş merkeziyle gündeme gelen Larissa'daki Bayraklı Camii'nin ve hemen yanındaki medresenin kurtarılması gerektiğini söylüyor. Yalnızca bir kısmı ayakta olan caminin içinde şu an dükkânlar bulunuyor. Dış duvarları kalan binanın kitabesi de artık yok. Kitabe yerine beyaz bir mermer konulmuş. Yaklaşık 500 yıllık eserin yan tarafı da çöplük olarak kullanılıyor.
Balkanlar'da medrese tarzı eserlerin birkaç tane olduğunu ve bunların da yalnızca Yunanistan'da bulunduğunu söyleyen araştırmacı Konuk, "Balkanlar Osmanlı'nın anavatanı gibi. Bu eserlere mutlaka sahip çıkılmalı. Sadece bir minare de kalsa, bir duvar da kalsa 'Bunlar Osmanlı'nın izidir' deyip, sahip çıkmamız lazım. Masaya oturup, mutlaka bu eserlerin o ülkelerin yetkili mercilerine tescil ettirilmesi gerekiyor." diyor.
Osmanlı eserleri kiliseleştiriliyor!
Sınırları içinde Osmanlı eserleri bulunan bazı ülkelerin, yenileme ve restorasyon çalışmaları adı altında dönüştürme yaptığını söyleyen Neval Konuk, bazı camilerin kasıtlı olarak sıvalarının kazındığını, böylece eserlerin kiliselere benzetildiğini ifade ediyor. Yapıların tüm orijinalliğinin bu tür tahribatlarla yok edildiğini anlatan Konuk, "Duvarlarda yalnızca tuğla ve taş örgü kalıyor. Sıvalar kazındıktan sonra kalan yapı, camiden çok bir kiliseyi andırıyor." diye konuşuyor.
Peki bu kıyımı durdurmak için neler yapılmalı? Cevap verilmesi gereken en elzem soru bu! Neval Konuk, Türkiye tarafının yürüttüğü her faaliyetin tek bir merkezden yönetilmesi gerektiğini düşünüyor. Çok başlılığın sıkıntı doğurduğunu ifade eden Konuk, "Türkiye İşbiliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA), "Parayı ben veriyorum, benden biri gitsin." diyor. TİKA'da da tarihçi ya da sanat tarihçisi olmadığından o yapıyı bilmiyor. Bu sefer Vakıflar Genel Müdürlüğü "Benden biri gitsin; çünkü bu vakıf malı." diyor. Kültür Bakanlığı, "Protokolü ben imzaladım; benden biri gitsin." diyor. Türk Tarih Kurumu'ndan da biri gidiyor. Bir de bizim gibi görevlendirilen araştırmacılar var. Bu sefer heyet oluyor 6-7 kişi. Herkes benim dediğim olacak diye tutturunca olan bizim eserlere oluyor. Murat Hüdavendigâr Türbesi'nin restorasyonu için yapılan yazışmalar birkaç sene sürdü. Onu da en sonunda Diyanet Vakfı yaptırdı. Bir de bazı şahsi gayretler var. Romanya'daki Türk işadamlarının yaptırdığı eserler gibi. Mesela Babadağ'daki Sarı Saltuk Türbesi'ni, Ertan ve Erhan Demirhan kardeşler yaptırdı. Böyle şahsi gayretler var. Ama faaliyetlerin mutlaka bir merkezden idare edilmesi gerekiyor. Şu anda var olan 3 bine yakın eserimizin yaklaşık bin tanesi yarı yıkık durumda. Acil bir önlem alınmazsa 30 yıl içinde sözünü edeceğimiz pek bir eser kalmayacak. Kullanılan eserlerin restorasyonunda bazen öyle skandallar görüyoruz ki, eski eser gidiyor yerine yepyeni, sıfırlanmış binalarla karşılaşıyoruz." şeklinde konuşuyor. m.yegen@zaman.com.tr
|