Balkanlar Türk idaresinden çıktığından beri kargaşası dinmeyen çetin bir coğrafya. Çeşitli milletlerin, alt grupların ve inançların küçük sayılabilecek bir alanda iç içe yaşadıkları bu yarımadada istikrar ve huzuru sağlamak oldukça zor.
Söz konusu karışık bölgede huzur ve güven, ya şimdiye kadar olduğu gibi dışarıdan gelen egemen bir gücün varlığı ile sağlanmaya devam edebilir. Ki bu durumda tarih şahittir ki, söz konusu egemen güç zayıfladığı anda, kan ve vahşet Balkanlara bütün şiddetiyle geri dönüyor. Ya da bölgede yaşayan milletler bir arada yaşamayı öğreneceklerdir. Evet, bu zor ama imkansız bir çözüm değildir!
Balkanlarda tarih boyunca Romalılar, Hun Türkleri, Peçenek Türkleri, Bizans, Osmanlı Türkleri, SSCB (Rusya) ve son olarak da ABD; bölgede bir nevi istikrarı sağlamış ve sağlamaya devam ediyor. Ancak ABD’nin bugünkü gücünün Balkanlardan çekildiği anda ne olabileceğini kimse düşünmek bile istemez öyle değil mi?
Oysa gelecek de bir gün gelecek! Öyleyse, geleceğe karşı hazırlıklı olmak gerekir.
BÖLÜNME HALEN SÜRÜYOR
Balkan yarımadasında kimler yoktur ki?
Ana unsur olarak aslında bölgede 4 millet yaşıyor. Bölgede adlandırılan diğer millet ve devletler ise bu ana milletlerin alt unsurları. Üstelik bu alt unsurlar da hızla daha alt unsurlara ayrılmaya devam ediyorlar…
Bölgede yaşayan alt etnik unsurlarla ilgili konular o kadar girift bir hal almış ki; din, mezhep, dil ve antropolojik ırk kavramları hepsi birbirine girmiş. Bu nedenle alt unsur olan milletler en kısa sürede üst kimliklerinde bir araya gelmek zorundadırlar. Aksi durumda ABD’nin önümüzdeki on yıl içinde gücü tükenip kendi kıtasına çekildiğinde, yarım adada yeniden yaşanması muhtemel katliamları ve soykırımları hiçbir güç engelleyemez.
ANA UNSURDA TOPLANMALI
Türkler, Slavlar, Latinler, Germen (Alman) soylu ana unsurlar olarak Balkanlara dağılmış vaziyettedir.
Bölgenin en eskisi olanlar ise Türkler ve Latinlerdir.
Slavlar Hun Türkleri’nin önünden kaçarak bölgeye gelmişler. Almanlar ise esas olarak Osmanlı’nın yıkılma döneminde kuzeyden güneye sarkmışlardır.
Bakın sadece bölgedeki Türk soylu unsurları listelediğimizde ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayabileceksiniz:
1. Osmanlı döneminde bölgeye yerleşen çoğu Konyalı Oğuz Türkleri,
2. Kırım Hanlığı yıkılınca kaçıp gelen Tatar Türkleri,
3. Peçenek Türkleri’nin devamı olan Pomaklar,
4. Oğuz soylu olmalarına rağmen Türkçe’yi konuşamayan Torbeşler
5. Oğuz soylu olmalarına rağmen Hıristiyanlaşmış ama Türk olduğunun henüz bilincinde olan Gökoğuzlar (Gagavuzlar)
6. Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş. Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış ve Germenleşmiş Macarlar.
7. Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş. Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış Bulgarlar.
8. Cumhuriyet döneminde mübadele ile orta Anadolu’da yaşarken Yunanistan’a gönderilen Hıristiyanlaşmış ama dillerini kaybetmemiş Karamanlar (Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelip yerleşen ve Bizans baskısı ile Hıristiyanlaştırılan Oğuz Türkleri)
9. Kıpçak ve Kuman Türkleri’nin Avrupa’ya akınları ile gelip bölgeye yerleşmiş, Bogomil adını almış, zamanla Slavlaşmış ama Osmanlı döneminde İslamiyet’i yeniden kabul ederek Avrupalılar tarafından ‘Türk oldu’ diye nitelendirilen Boşnaklar.
10. Hunlar’la birlikte bölgeye yerleşen Latinler ve Slavlarla karışarak dil özellikleri kaybeden Osmanlı döneminde yeniden İslamiyet’le tanışarak ¾’ü Müslüman olan Arnavutlar.
Ve daha adını şurada sayamadığımız niceleri…
Düşünün ki bunlar sadece antropolojik olarak Türk soylu olan Balkanlardaki etnik unsurlar. Bir de Latin, Slav ve Germen soylu milletlerin alt unsurları var.
Tahmin edebileceğiniz gibi liste uzar durur…
Ve hatta, kültür mühendislerince halen Balkanlarda yeni alt etnik unsurlar adeta yaratılıyor da zaten…
ABD SONRASI MEÇHUL
Şu anda bölgede ABD’nin askeri gücü sayesinde geçici bir istikrar sağlanmıştır. En azından kan dökülmesi nispeten azalmıştır. Balkanlara konuşlanmış bulunan NATO kuvvetleri, ki Türk Ordusu da bölgede çok önemli bir güç olarak görev yapmaktadır. Şu an istikrarın teminatıdır.
Ancak ABD’nin mortgage krizi ile birlikte hızla ekonomik bir buhrana sürükleniyor olması, Afganistan ve Irak’ta saplandığı bataklıktaki çırpınışları ve askeri yönden hızla yıpranması, NATO’nun ana gücünü oluşturan Amerikan askerlerinin bölgede daha uzun müddet dengeyi sağlaması ihtimalini hızla zayıflatmaktadır.
TÜRKİYE GÜÇLÜ OLMAK ZORUNDA
NATO güçlerinin ki buna Türkiye de dahildir. Bölgeden çekilmesi ise Slav unsurların Rusya’nın desteği ile birlikte özellikle Türk ve Müslüman soylu milletlerin üzerine yeni bir soykırım politikası ile gelmesini sağlayacaktır.
Böylesi bir durumda Türkiye’nin soydaşı ve dindaşı olan milletlere karşı sistemli bir soykırım yürütülmesine karşı sessiz kalması düşünülemez. Aynı zamanda AB’yi hegemonyasına almış bir Almanya’nın da Hırvatlar ve Slovenler gibi akraba topluluklarına karşı bir soykırımına sessiz kalması mümkün değildir.
Bölgedeki üç büyük güç olan Rusya, Türkiye ve Almanya’nın karşı karşıya gelmesi ise büyük bir ‘Dünya Savaşı’nın temelini oluşturur.
Bu nedenle Türkiye, o döneme kadar kesinlikle kendi askeri gücünü dış bağımlılıktan kurtarmak zorundadır. Kendi tank, uçak ve savaş gemilerini, denizatlılarını dünya standartlarının çok üstünde bir başarı ile üretmek zorundadır. Aksi halde Balkanlardaki dost ve akrabalarımızın varlığı ciddi bir tehdit altındadır.
Ama bunun yanı sıra; bölgedeki Türk orijinli ve Müslüman halkların en kısa sürede bir federasyon çatısı altında tek devlet haline gelmeleri de gerekmektedir.
Bugün ABD’nin desteği ile kurulmuş bulunan Kosova, Karadağ, hatta Bosna-Hersek ve Makedonya’nın NATO askerleri bölgeden çekildiğinin ertesi günü bağımsızlıkları tehlikeye girer.
Bunları ne yazık ki; ‘Dost acı söyler’ atasözümüze sığınarak yazıyorum. Sizler de lütfen öyle okuyun…
NATO çekildikten sonra Türk askerinin bölgede kalması oldukça güçtür. Bunun yukarıda bahsettiğim gibi tek yolu, kendi silah teknolojimize sahip olmamızdır. Ki bu da; Rusya ile her an bir çatışmaya girmeyi göze almak demektir.
Öyleyse çözüm şudur:
Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’ın da dahil olacağı bir Balkan Birleşik Devletleri Federasyon’un kurulmasıdır. Yunanistan’a Güney Makedonya (Selanik bölgesi) konusunda teminat verilerek desteği bile bu oluşum için sağlanabilecektir.
Böylesi bir federasyonun iç işlerinde bağımsız, dış ilişkilerinde ve güvenlik konularında ortak hareket etmesi yaşama şansını artıracaktır. İç işlerinde bağımsız olması yerel ayrılıkların ve mikro etnik ırkçılığın önüne geçilmesini sağlarken, güvenlik ve dış politika konularında ise akıl yollu düşüncenin galip gelmesi ve bütün toplumun çıkarlarının korunmasını sağlayacaktır.
Bahsettiğimiz ülkelerin birlikteliği sonucu Karadeniz’e ve Akdeniz’e (Tiran Denizi vasıtasıyla) aynı anda çıkışı olan büyük bir bölgesel güç doğacaktır. Halkın nüfusunun % 60′ı Müslüman olan ülkede diğer inanç ise Ortodoks Hıristiyanlar olacaktır. Bu ise bölgede yaşayan Müslüman unsurların yaklaşık 600 yıldır alışık olduğu bir durumdur.
TÜRKİYE, BÖLGE İÇİN GÜVENCE
Türkiye ile sınırdaş olunması ise bölge Müslüman unsurları için ayrı bir güvence teşkil edecektir. Türkiye, bölge ülkelerine göç edecek vatandaşlarına çifte vatandaşlık hakkı vererek ve düşük faizli kredi açarak sınırlı bir teşvik programı uygulayabilir. Bu durumda hem Türkiye’deki bazı çevrelerin sürekli gündeme getirmeye çalıştığı plansız nüfus artışı iddialarının önüne geçilmiş olur, hem de Balkan ülkelerinde dengeleyici bir güç olan Türk nüfus bulunmuş olur.
Bu öneri şu an için ütopya gibi gelebilir. Lakin ütopyaların gerçekleşmesi istenirse imkansız değildir. Unutulmamalıdır ki, Kurtuluş Savaşı ardından Atatürk’ün önderliğinde Balkan Paktı kurularak 15-20 yıl önce birbirini boğazlamış Balkan milletleri bir araya gelebilmiş. Anadolu’yu işgal edip soykırım yapan Yunanistan ile Türkiye bir amaç etrafında el sıkışmıştır. Yeter ki durumun vahameti, Balkanlarda yaşayan söz konusu milletlere iyi aktarılabilsin.
Bu konuda şu an için ABD ile ortak hareket edilebilir olması ise bir avantajdır. Bugünden bu oluşumun temelleri atılarak, AB ve Rusya’nın muhtemel provokasyonlarının önüne geçilebilir.
Geçen her an, bu konuda kaybedilmiş vakittir.