1984… Bazılarımız için hiç unutulmayacak kötü anıların başladığı bir yıl. 1984'te doğanlar, bugün 24 yaşında, eğitimlerini tamamlamış ve hayat mücadelesine çoktan atılmışlar. Ortalama insan ömrünün üçte biri kadar bir süre geçmiş o yıldan bu yana. Ancak ne yazık ki, 1984'te başlayan ve
1989'a kadar devam eden süreçte Bulgaristan'daki Türklere yapılanların telafisi konusunda, henüz ciddi bir adım atılamadı.
Bulgaristan'daki komünist rejim, 1984'te soydaşlara yönelik asimilasyon ve soya dönüş politikasını uygulamaya geçirdi. Kırcaali'de başlatılan bu süreçte, onlarca Türk bir gece evlerinden alınarak günlerce sorgu ve işkenceye tabi tutuldu. Sorgular esnasında Türklere, isimlerini Bulgarca olarak değiştirmelerini kabul etmeleri ve soya dönüş süreci politikasını desteklemeleri teklif edildi. Ancak insan haklarına ilişkin tüm uygulamalara ters olan bu teklifleri, elbette ki hiçbir Türk kabul etmedi. 540 Türk, Belene'de kurulan, tavuk yetiştirme çiftliklerinden bozulma, pislik içerisindeki, sağlıksız ve insan onurunu kırmak için özellikle dizayn edilmiş toplama kampında günlerce alıkonuldu. Daha sonra ise tarlalarda ve maden ocaklarında aylarcagece gündüz demeden çalıştırıldılar. Bu insanların bir çoğu, toplama ve çalışma kamplarındaki günlerinin ardından ailelerinden koparıldılar ve milliyetçi Bulgarlarʼın ikamet ettiği köylere sürgüne gönderildiler. 1989'da ise yine aynı şekilde sürgündeki evlerinden alınarak aileleri ile birlikte apar topar sınır dışı edildiler. Kimse bu insanlara nereye gitmek istediklerini sormadı bile. Üstüne üstlük, trene veya otobüse bindirilirken üzerindeki paralarına da el konuldu. Zorunlu göç kapsamında yaklaşık 450 bin Türk, ülkeyi terk etmek durumunda kaldı ve bunların % 95'i Türkiye'ye göç etti.
Düşünün bir kere, tüm malvarlığınızı, anılarınızı, umutlarınızı elinizden alıyorlar ve belirsizliğe doğru korku içerisinde sizi evinizden kovuyorlar.
Belene'de yaşatılanlar, mağdurlarına fiziksel ve ruhsal hastalıklarla birlikte ciddi bir travmayı, yaşananları anımsatacak acı bir miras olarak bıraktı. Zorunlu göçle Türkiye'ye gelen Belene mağduru 50'nin üstünde şahıs, toplama kampında yaşadıkları ağır fiziksel ve ruhsal travmalar nedeniyle, erken yaşta vefat etti. Hayatta kalanlar ise halen, çeşitli fiziksel ve ruhsal hastalıklarla mücadele ederek yaşamlarını sürdürüyorlar. 1989'dan sonra Bulgaristan, bu politikanın yanlış olduğunu kabul ederek, yaşanan mağduriyetleri telafi edeceğini söylemeye başladı. Ancak bu söylem, affettirme
ve tazmin çabalarından ziyade, olayları örtbas ederek unutturmaya yönelik gelişen bir süreçte inandırıcılığını kaybetti. Bugün Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), üç dönemdir Bulgaristan'da iktidar ortağı. HÖH, iktidarda olduğu dönemde Bulgaristan'da Türklerin "vatandaş" kimliği kazanabilmeleri konusunda çok ciddi çalışmalar yaptı. HÖH'ün bu konumu, Bulgarların ve birçok Bulgar siyasetçinin "Bulgaristan'da Türklere adil davranıldığı ve her türlü haklarının verildiği" gibi gerçekleri eksik gösterme amaçlı söylemlerine de mesnet teşkil etti. 1990'dan sonra Todor Jivkov ve ekibine karşı Bulgaristan'da göstermelik bazı davalar açıldı. Ancak komünist rejimin mirası olan ceza yasası dolayısıyla, bu davaların hiçbirisinden somut netice alınmadı. Atılan hiçbir adım Belene ismini soydaşların hafızalarından silmeye yetmedi. Yaşanan acıların elbette telafi edilmesi gerekir ve bunun mücadele sahası da hukuk ve siyasettir. Belene'de mağdur olan bir grup soydaş, Temmuz 2004'te Bursa'da Balkanlarda Adalet, Haklar, Kültür ve Dayanışma Derneği (BAHAD) adlı bir dernek kurdular. Eşref Kahraman'ın başkanlığındaki bu dernek, Belene'de işkence ve insanlık dışı
uygulamalara maruz kalmış üyelerinin mağduriyetlerinin tazmin edilmesini sağlamaya yönelik çalışmalar yürütmeyi amaçlıyor.
BAHAD'ın kurulmasıyla birlikte, Belene mağdurlarının çalışmaları daha organize bir şekilde yürütülmeye başlandı. 1999'da Sofya Askeri Mahkemesi'ne açılan dava ile başlatılan hukuki süreçte, ne yazık ki bugüne kadar hiçbir adım atılamadı. Bulgar mahkemeleri, davanın ele alınabilmesi için Belene'de mağdur olan tüm şahısların ifadelerinin alınmasının gerektiği gibi, gerçeklerle ve hukuki teamüllerle bağdaşmayacak gerekçeler öne sürerek süreci uzatıyorlar. Mahkemenin ifadelerini alınması için Türkiye'den talepte bulunduğu isimlerin bazılarının Türkiye'ye hiç gelmemiş olması, bir kısmının ise vefat etmesi, olayın kasıtlı olarak nasıl sürüncemeye bırakıldığının tartışmasız en açık göstergesidir. Bulgaristan, 1989'dan sonra her ne kadar soya dönüş ve asimilasyon politikalarının yanlışlığını iddia etse de, bugün ne yazık ki bu süreci üstü kapalı olarak devam ettiriyor. Belene mağdurlarının yasal yargılama taleplerini sürekli engelliyor. Bu ise insan hakları açısından sorgulanması gereken açık bir durum. Oysa ki Bulgaristan, artık AB üyesi bir ülke. Ülkesindeki azınlıklara ve sorunlarına karşı daha duyarlı olmakla mükellef. Belene mağdurları konusunu sürekli olarak ötelemesinin ileride hukuki ve siyasi başka sorunlara neden olabileceğini bilmesi gerekir. Çünkü bugüne kadar tarih göstermiştir ki, adalet er ya da geç tecelli eder. İşte o zaman Belene, yalnızca soydaşlar için değil Bulgaristan için de kötü bir anı niteliği kazanacaktır.
|