Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık, milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese, seslerden örülmüş muazzam bir yapı, temeli; bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir.
DİLİN VASIFLARI
1-Tabiîlik
2-Canlılık
3-Millîlik Ve Sosyallik
4-Seslilik
5-İttifak
DİL NASIL BİR VASITADIR ?
Dil, her şeyden önce bir anlaşma vasıtasıdır. Fakat dil burada canlı ve tabiî bir vasıtadır. Gelişigüzel, yapma, iğreti bir vasıta değildir. Dil canlı bir vasıta gibidir. İnsanlara, fertlere hizmet eder, fakat onların keyiflerine tâbi değildir. Dili olduğu gibi kabul etmek gerekir. İnsanlar ona istedikleri gibi bir biçim bir şekil veremezler. Dilin bütün hayatı kendiliğinden oluşur. Onun doğuşu ve ortaya çıkışı da tabiî bir şekilde vuku bulmuştur, yaşayışı da tabiî bir şekilde cereyan edecektir.
DİL KANUNLARI
Dilin oluşunu, hayatını ve gidişini dil kaideleri düzenler ve yönetirler. Dil kaideleri; dilin kuruluşunu, dilin yapısının biçimini gösterirler. Bu kaideler bir milletin dil zevkinin, dil anlayışının kendisine mahsus bir tutumunun, kendi dil dünyasının, kendi dil düşüncesinin yarattığı, kendi dil mantığının ortaya koyduğu formüllerdir.
Dilin kendisine mahsus kanunlarına 'dil kaideleri' denir. Dil kaideleri; dilin yapısına hâkim olan, dilin bünyesinden ve eğilimlerinden doğmuş bulunan bir takım prensiplerdir. Örneğin: -an ekini olmak fiiline getirdiğimizde, 'olan' kelimesini elde ederiz. Fakat aynı ek gelmek fiiline eklenirse -en şekline dönüşür ve 'gelen' olur. İşte bu iki şekli otomatik olarak ayıran ve gerçekleştiren şey mevcut bir dil kaidesidir.
DİL CANLI BİR VARLIKTIR
Dil, bu kanunlar çerçevesinde yaşayan canlı bir varlıktır. Bu canlı varlık her zaman diriliğini muhafaza ederek canlı canlı kullanılır. Fakat bazen de, canlı varlıklarda olduğu gibi, çeşitli değişimlere, kendi bünyesinden gelen gelişmelere de uğrar. Bu yüzden dilin tarihinde bir takım gelişme safhaları göze batar ve böylece biz, geçmiş asırlara ait metinlerin dilinde birtakım farklılıklar görürüz.
Her insanın ve topluluğun dili, bu safhalar içinde kendi zamanının dilidir. Hiç kimse geçmiş bir zaman devresinde, gelecek bir zamanında dilini kullanamaz. Yaşayan dil canlı dildir.
DİL MİLLETİN ORTAK MALIDIR
Dil, insanın üzerinde, ferdin üzerinde, daima ayrı bir benliğe sahiptir. Dil, insan zekâsının bile ürünü değildir. Belirli bir kesimin değil, tüm halkın, bütün bir milletin ortak malıdır. Dil, yalnız yaşayan neslin değil, ecdadın ve torunların da üzerinde hakkı olan bir millet malıdır.
Dil, müşterek bayraktır, müşterek vatandır. Bir vatanın insanları evvela onunla birbirlerine ısınırlar, onunla birbirlerinin kardeşi olduğunu hissederler.
DİLİN YAPISI
Dil, insan seslerinden kurulmuştur. Bu sesler yan yana gelerek kelimeleri ve kelime dizilerini meydana getirirler. Dilde seslerle varlıklar arasında bir anlam bağı vardır. Bu bağ, temeli ilk insanlar tarafından atılan gizli ittifaklara dayanır.
DİLİN DOĞUŞU
Dil, bir örtülü ittifaklar, gizli antlaşmalar sistemidir. Bir dildeki kelimeler ve kelime dizileri üzerinde o milletin bütün fertleri gizli antlaşmalar, gizli sözleşmeler yapmışlardır. Sanki mesela, bütün Türkler bir araya gelip suya; 'su', taşa; 'taş' diyelim gibi bir anlaşma yapmışlardır.
Bu sözleşmeyi her kavim ayrı bir biçimde kendi aralarında yaptığı içinde her milletin ayrı bir dili olmuştur. Çünkü her milletin yaşayışı, düşünce tarzları, zevkleri ayrı ayrıdır. Aynı eşyaya değişik kavimler değişik seslerle hitap etmişlerdir. Mesela, aynı cisme Türkler 'taş', Araplar 'hacer', Farslar ise 'seng' demişlerdir ve bunun gibi her millet değişik bir sesle karşılık vermişlerdir. Milletlerin yaşayışları, zevkleri, düşünce tarzlarının ayrılığından doğan bu ses farklılığı gelişimini ve zenginliğini de bu hususlar içinde devam ettirmiştir.
Dili meydana getiren bu gizli antlaşmaların ne zaman ve nasıl olduğu bilinmemektedir. Dil, insanla birlikte var olduğuna göre bu antlaşmalar da ilk insanlara dayanmaktadır, denebilir. Bu gizli antlaşmalar elbette ki kendi kendine ve zamanla olmuştur. Yalnız, ilk kelimelerin ortaya çıkmasında, yani dilin doğuşunda tabiattaki bazı seslerin büyük rolü olduğu tahmin edilmektedir. İnsanlar bu sesleri taklit ederek mesela; fısıltı, şırıltı, şangırtı gibi kelimeleri bulmuşlardır. Her dilde buna benzer ses taklitlerinin olması da bu düşünceyi kuvvetlendiren bir unsurdur. Fakat bu belli kelimelerin dışında, dilin kelimelerinin büyük bir çoğunluğunun hiçbir taklit izi taşımadığını görebiliriz. Buna da sebep, her milletin kendi ses ve dil dünyasının damgasıdır.
DİLİN MİLLÎ OLMA UNSURLARI
Dünyadaki her milletin kendine ait bir dili vardır. Bazı milletlerin dili, bunun da ötesinde başka milletlerin dillerine de hükmeden büyük dillerden olmuşlardır. Ne olursa olsun, bir dilin dil olma, o millete ait olma yönünde iki önemli özelliği arz etmesi gerekmektedir.
1- Ses Yapısı : Her milletin kullanmış olduğu dil ve dilin sesleri başka milletlerle benzerlik gösterse de genel anlamda birbirinden farklı seslerdir. Her dil, insan sesinin kullanım alanı olan 300 Hz – 3200 Hz ses frekansı aralığında bulunan sesleri kullanmaktadır. 3500 civarında dilin bulunduğu dünyamızda, her millet bu ses aralığındaki ortalama 50 ses frekansını kullanarak dilini oluşturmuştur. İşte bu farklı frekanslardan oluşan sesler, o milletin diline ait ve de millîdir.
2- Cümle Yapısı (Sentaks) : Tıpkı ses yapısı gibi, bir milletin anlama ve anlatım sistemini oluşturan cümle yapısı da millîdir. Türkçe’mizin kendine has olan genel yapısı görünüşte, özne + tümleç + nesne + yüklem; derin yapıda ise, tümleç + nesne + ( yüklem + özne ) şeklindedir. Bu kuruluş her dil için farklılık gösterir ve de millî olma özelliği arz eder.
DİLİN ÖNEMİ
Dil, milleti teşkil eden unsurların başında gelir. Çünkü dil, fertlerin üstündedir ve bütün bir milleti ilgilendirir, bütün milleti temsil eder. O milletin zevkine ve düşünce anlayışına ayna tutar. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sarsılmaz bir birlik yaratan ve millî şuuru besleyen bir unsur olarak dili gösterebiliriz.
Şu hâlde dil; bir milletin olabilmesi için varolması gereken birinci şarttır. Bir millet başka bir milletin egemenliği altına girmişse, millî benliği muhafaza eden, o milleti yok olmaktan, benliğini kaybetmekten kurtaran dildir. Bu nedenle dil, bir milletin en değerli varlığı, en büyük sosyal müessesesidir. Milletin, istiklâlin, hürriyetin temeli olan millî şuurun en kuvvetli kaynağı dildir. Bu nedenle dilin önemi çok büyüktür.
İNSAN VE CEMİYET
İnsan aslında yalnız olarak yaratılmıştır. İnsanın neşesi, kederi, üzüntüsü hep kendi kendine aittir. Ancak insanın tabi kaderi olan bu yalnızlık tabiattaki düzene uymaz. Doğa koşulları, yalnız insan için çok zordur. Bu nedenle insanlar birlikte yaşamaya başlamışlardır. İnsanoğlunun ilk keşfettiği şeyde herhâlde bu birlikte yaşama formülüdür. Bu formülle yaratılışın yalnız insanı, tabiatın sosyal bir varlık olan insanına dönüşmüştür.
Birlikte yaşamak demek; sosyal organizasyon meydana getirmek, cemiyet teşkil etmek demektir. Şu hâlde cemiyet hâline gelmek insanın tabiatı intibakıdır.
İnsan canlı bir varlıktır. Çeşitli ihtiyaçları vardır. Zaman içinde değişimler göstermek zorundadır. İnsan, bir canlı ve cansız tabiatla, bir başka sosyal varlıkla, ve bir de inanışlar dünyası ile çevrilidir. Yani insan, tabiatla, insanla ve inanışlarla münasebet hâlindedir. Bu münasebetlerini düzene koymak, biyolojik, ruhi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için insanoğlu kainatın karşısına çıkmalıdır. Ve bu çıkış da cemiyet hâlinde olmalıdır. Çünkü, fertlerin başaramadıklarını cemiyet başarabilir.
İşte bu cemiyetler, yani insanoğlunun meydana getirdiği sosyal organizasyonlar iki çeşittir:
1-Tabiî Cemiyetler.
2-Suni Cemiyetler.
1-TABİÎ CEMİYETLER
Kendiliğinden meydana gelmiş, kuvvetli temeller üzerine kurulmuş, sosyal bütünleşmesi tam olan cemiyetlerdir. Bu cemiyetleri teşkil eden insanlar arasında çok sıkı bir yakınlaşma mevcuttur. O nedenle en hakiki, asıl cemiyetler bunlardır.
Tabiî Cemiyetler üç çeşittir:
a- Aile : Akrabalık bağına dayanan cemiyet demektir. En tabiî cemiyet, en sıkı sosyal organizasyondur. Diğer bütün cemiyetlerin temelidir.
b- Millet : Tabiî cemiyetlerin en büyüğüdür. Millet de aile gibi tabiî bir topluluktur. Milleti meydana getiren fertler birbirine tabiî bağlarla bağlanmışlardır. Aileden sonra sosyal bütünleşmesi en tam olan topluluk millettir.
c- Diğer Tabiî Cemiyetler : Bu cemiyetler de tabiî olarak kendiliğinden teşekkül etmişlerdir. Aynı zamanda sosyal bütünleşmede bu cemiyetlerde vardır. Yalnız bu cemiyetlerde aile ve millete göre bazı eksiklikler ve farklılıklar vardır. Bunlar üç şekildedir:
* Millî şuurun teşekkül etmemiş olması
* Kabile ve kavim şuurunun devam etmesi
* Bazı kültür unsurlarının noksanlığı
Bu cemiyetleri üçe ayırabiliriz:
1- Aile ile millet arasındaki cemiyetler : Milletten önceki aşiretler, kavimler, boylar ve kabilelerdir.Bunlar milletin hammaddeleri durumundadır. Bunlarda da mensubiyet duygusu vardır fakat millî şuura ulaşılamamıştır. Ayrıca kültür unsurları da tam gelişememiştir.
2- Milletin içindeki daha küçük cemiyetler : Bunlar milletin parçalarıdır. Milletin küçük büyük bölümleri, parçalarıdır. Bunlarda millî şuur vardır, fakat kendi kabile şuurlarını da devam ettirmişlerdir.
3- Cemaatler : Milletin, siyasi ve coğrafi bakımından uzak düşmüş fiziki parçalarıdır. Cemaatler bulundukları yerde ya bir milletin içinde bulunurlar ya da başka cemaat veya cemaatlerle müşterek yaşarlar. Aslında cemaatler kültür ve şuur bakımından milletten farksızdırlar. Fakat ayrı yarı yaşama, ayrı kader gibi bazı küçük farklılıklarla milletten ayrılırlar.
__________________
.