Geçtiğimiz haftalarda kütüphanesine 1.5 milyon dolar değer biçen Semavi Eyice, kendisi gibi geniş kütüphane ve arşivi olan kişilerin yarasına da tuz basmış oldu. Arşiv adam olarak tanınan Taha Toros üniversiteye bağışladığı kitapların yok olduğunu görmüş. Vakıf kurmayı düşünüyor. Bazısı ise vakfa da güvenmiyor
Giyiminden, yiyeceğinden kısıp ve hatta —Cemal Kutay’ın yaptığı gibi— vaktiyle Ankara Dikmen’de bir üzüm bağı alabilecekken elinde avucunda biriktirdiği ne varsa kitap ve belgeye yatırırlarken eş dost onların tutumunu pek de akıl kârı görmedi. Evleri ve ofisleri merdivenlerden itibaren kitapla dolup taştı. Belge çıkarıp konuştular, kitap yazdılar. Yıllarca kimsenin ilgisini çekmeyen koliler içindeki kitap ve belgeler sadece onların gözünün içine baktı. Tozunu alıp, tamirini yapıp, tarihe değerince not düştüler.
Şimdi tüm bu çalışmalarının kıymeti bilinsin, arşivlerine kendi gözleri gibi bakacak birileri çıksın istiyorlar. Kimi elindeki arşivini satışa çıkarıyor, kimi “Davutpaşa Kışlası’nın bahçesinde yakacağım” diyor. Vakıf kurup işletmesini çocuklarına devretmekte kararlı olanlar da var. Velhasıl yemeyip içmeyip biriktirdikleri kütüphane ve arşivleri bir çok alanda uzmanlığı tescillenmiş bilimadamı ve araştırmacılarımızın başına dert...
“ Davutpaşa kışlasında yakacağım!”
Evi de dahil üç ofis dolusu belge ve kitaplarının akıbeti konusunda bir hayli dertli olan Ergun Hiçyılmaz, adeta görev bilinciyle binlerce kitap ve belge toplamış ama şimdi bunların kadrini kim bilip koruyacak diye kara kara düşünüyor. Ekibiyle yaptığı arşiv çalışmasını tarih atölyesi olarak niteleyen Hiçyılmaz’ın arşivinde fotoğraftan cam negatiflere, İstiklal Savaşı’nda Yunanlı askerlerin cebinden çıkan kartpostallara kadar her alanda belge, afiş, kitap, fotoğraf hatta Osmanlı dönemi tuğlası, yanlış anlamadınız toprak “tuğla” ile tasniflenmeye çalışılan binlerce doküman ve kitap bulunuyor. Bunları muhafaza etme adına gönlünden geçen projesi ya da onun çözümü, bir vakıf kurmak. Ancak vakfın da kendisi var olduğu sürece işleyeceği kanaatinde. “Çocuklarım bunlara ilgi duyar ya da duymaz, buradaki her şey benim gözüme bakan, benim ilgimi çeken özellikte; üniversitelere de bağışlarım ancak korunacağına dair bir kanaatim olması lazım” diyor. Bir dönem, ekonomi kitaplarını Anadolu’da bulunan bir üniversiteye vermiş ama bir süre sonra onlarla bazı kişilerin evinde karşılaşmış. Üstelik kitapların olduğu bölüme onun adını yazmayı bile düşünememişler.
Özel üniversetelere kütüphanesini vermeye de sıcak bakmıyor. Kapılarına kilit vurulmayacağının garantisi olmadığından tedirgin. Ayrıca, belgelerdeki yazılanların bilgisayara aktarılıp evrakların Seka’ya gönderilmesini bile ihtimal dahilinde tutuyor. Tarihten çıkardığı dersler onun ihtimaller zincirini bir hayli uzun tutuyor.
“Bunca yıldır ‘Arşivimi Davutpaşa Kışlası’nda yakacağım’ diye serzenişte bulundum. Benimki bir kırgınlıktan öte kültürel değerleri sahiplenmeyişe karşı çıkıştı. Burada tonlarca işlenmiş zarflar var, Seka’ya gitmekten kurtardığım bazı dönemlere ait mahkeme kayıtları var, benimki akıllıca bir iş değil biliyorum. Yıllarca kendimi yiyorum bunlara sahip çıkacak bir akıl olsa diye. Beni ülkeme karşı sorumluluk altında bıraktılar. Eğer zenginseniz kişisel resim müzeniz bile oluyor. Kim ilgilenir Nevzat Hanım’ın Ertuğrul Muhsin’e yazdığı aşk mektuplarıyla. Sağ ya da sol düşünceli olsun zenginlerin tarihi kullanan tezgahtarlar olduğunu düşünüyorum. Müzayedeyle bunları satışa çıkarsam benim Osmanlı dönemi tuğlalarımı belki şöminesine atmak isteyen bir zengin bulunurdu... Nasıl bunun altından kalkabilirim diye düşündüğümde sanırım ülkenin zenginliğini kendi zenginliğinin üstünde tutacak bir kaç tane kahramana ihtiyacım var. Hz. Muhammet okumayı ön plana çıkarmıştı. Parantez açıp da ayrıca ‘Kitaba değer verin, arşiv kurun’ demesi mi gerekirdi biraz daha duyarlı olmamız için!.”
Ona benim gözüm gibi bakacak...
Arşivi için belirli bir para talebi de yok. Sadece onlara onun gözü gibi bakacağına inanabileceği emin ellere bırakmak istiyor. Yurt dışına göndermeye de sıcak bakmıyor. Bu ülkenin tarihini ve kültürel değerlerini detaylarda yaşatan nitelikteki arşivinin bu ülkede değerlendirilmesi taraftarı.
Müzayedeyle satışa sunmak da onun felsefesine uymuyor. Para için değil ülkesinin sahip çıkması için arşivini topladığını belirtiyor. Arşivinde bulunan çeşitli ülkelere ait tarihi belge ve dokümanlarla ilgili o ülkelerden satın alma talebi geldiğini ancak bizim ülkemizden teşekkür bile gelmediğini belirterek sitem ediyor: “Bizim kültürel varlıklarımaza değer vermediğimizi gören ülkeler elbette bize ait kaleyi yıkarlar. Önce insanımız kendi değerlerini koruma kültürünü kazanmalı.”
Kimselere vermem
Yerli ve yabancı toplam 74 tablo, 85 bin belge, 6 bin kitap, 10 bine yakın fotoğraf ve gravürden oluşan, gerçek anlamda tarihin, özellikle de Türk tarihinin en önemli belgelerini bünyesinde bulunduran arşivlerden birine sahip olan Taha Toros, bu tarih hazinesini hiçbir yere bağışlamaya niyetli değil. Çünkü bağışlanan benzerlerinin gereken önemi görmediğini, hattâ kaybolduğunu ve çalındığını da görmüş. Bu sebeple çocukları ve torunlarıyla bir vakıf kurarak, tüm bu arşivi bilgiye ihtiyacı olan kişilerin hizmetine sunmayı planlayan Toros’un bu fikre varmasında fazlasıyla haklı nedenleri var:
“Benim arşivim için birçok üniversite, kurum ve kuruluş başvurdu ancak ben bunların hiçbirini kabul etmedim, etmeyeceğim. Süleyman Demirel’in bir arkadaşı kendi memleketinde üniversite yaptıracaktı ve benim arşivimi ücreti ödenmek şartıyla oraya taşıyacaktı. Kendisi ölünce bu gerçekleşmedi. Bir tarihte tiyatro ile ilgili bir yere kitap verdim. Daha sonra tiyatroyla hiç ilgisi olmayan başka bir yerde karşılaştım verdiğim kitap ve dokümanlarla.
Herhangi bir üniversiteye de hibe etmeyi düşünmüyorum. Çünkü hibe edilen eserlerin durumu ortada. Daha sonra sahaflarda karşınıza çıkıyor ve kıymetli eserler yok oluyor. Çocuklarıma ve torunlarıma bırakmayı düşünüyorum. Nasıl değerlendirileceğine onlar da o zaman karar verirler. Tabii ki tahrif olmayacak, yok olmayacak şekilde değerlendirecekler.”
İki kez vasiyet yazmış ikisi de tutmamış
Rasih Nuri İleri, arşivi ve kütüphanesinin geleceğini temin altına almak için bir kaç kez vasiyet yazmış ve ilginç olaylarla karşılaşmış. Türkiye İşçi Partisi yöneteciliği yaparken vasiyetine bütün kitap ve arşivini bu partiye bağışlamayı yazmış. Ardından 12 Mart sürecinde parti kapatılmış ve devlet partinin tüm gayrimenkullerine el koyunca bu fikrin de iyi olmadığı kanaatine varıp tüm kitap ve arşivini DİSK’e bırakmak doğrultusunda yeni bir vasiyet düzenlemiş. Bu kez de 12 Eylül olayları patlak verince aynı durum DİSK’in başına geldiği zaman ‘Sanırım ben müesseselerden daha uzun ömürlü biriyim’ diyerek hiç bir kurum ya da üniversitelere kitaplarını bağışlama fikrinin iyi olmadığı kararını almış ve işi oluruna bırakmış.
Kitapların müzayedelerde azar azar satışa çıkartılmasını mantıklı buluyor. Bu yöntemle kitabın gerçek alıcısına daha iyi ulaştığını düşünüyor. Üniversitelere ve çeşitli kütüphanelere zaman zaman kitap bağışlamış ancak o kadar çok tecrübe yaşamış ki gözü korkmuş haklı olarak. “Babamın İleri gazetesi arşivi vardı. İstanbul üniversitesine vermişti. Yıllar sonra bir konuyu araştırmak için gittiğimde sadece bir nüshasını gördüm. Taha Toros’la Ramazanoğlu Kütüphanesi’ne bir çok kitap bağışlamıştık. Daha sonra bir tanesini bile bulamadık.
Üniversitelerdeki yer problemine de değiniyor. “Bir üniversiteye gidip size 80 bin tane kitap bağışlayacağım derseniz dekan şaşkınlık geçirir. Kitapları nereye yerleştireceğini düşünür. Bunun için yeni mekanlar açmak durumunda. Kütüphaneyi sığdırıcak yeri olsa bu kez üniversitelerde uzun vadede ne olacağı hiç belli olmuyor. Biz devletin kitapları yaktırma ve imha etme konusunda bir çok talimatını gördük. Devletin şeriata ve Kürtçülüğe ait kitapların yok edilmesi doğrultusunda bir çok emrini biliriz. Vaktiyle Felsefe Fakültesi’nde Hilmi Yavuz Ülken dekanlık yaparken sol kitapları imha edin emrine zoraki de olsa uymak zorunda kaldığını üzülerek anlatırdı. Kitap imha etme sürecinin geçmişte kaldığına inanmıyorum. Evrensel kıstaslar bir yana Türkiye’de devletin geniş bir arşivi arzuladığını sanmıyorum... Atatürk’ün kütüphanesi 1938’den bu yana hâlâ tasniflenemedi.
“Selimiye Kışlası’nın bahçesinde kitap
dumanları görürdük”
Her şey bir yana gözünüzü kapatıp bir üniversite ya da kütüphaneye kitaplarınızı verdiniz ve gözünüz arkada kalmayacak diyelim. Tarihte vuku bulmuş yangınlar başka bir tehlike olarak çıkıyor karşınıza. Adliyeler, güzel sanatlar ve fen fakültesi yangınları kitap sahipleri için tehlikeyi hatırlatıcı bir unsur. Kaldı ki 1970’lerde Selimiye Kışlası’nın orta bahçesinde günlerce kitap yakıldığını, tozların havada uçuştuğunu hatırlatıyor İleri. Kütüphane bağışında bir tek olumlu örnek olarak savaş tarihi ile ilgi kitaplarını ve kütüphanesini Harp Akademisi’ne bağışlayan Halil Sedef Paşa’nın kitaplarının korunmasını gösterebiliyor:
“Kitaplara resmi bir alıcı olmadığı gibi kütüphane sahibi olan kişinin çocukları aynı ilgiyi kütüphaneye göstermeyebiliyor. Küçük Sait Paşa’nın oğlu Kemal Sait Bey’in kütüphanesi yok oldu. Aynı şekilde diğer kardeşi Ali Namık Bey’in de öyle. Çocuklar aynı ilgiyi göstermeyebiliyor. Amcam Celal Nuri’nin kütüphanesi eşi tarafından hiç bir akrabalasına duyurulmaksızın yok edildi. 15 yıl boyunca yazdığı kitabı yakıldı. Velid Ebuzziya’nın kütüphanesi de oğlu tarafından dağıtıldı. Türk rejimi büyük ailelerin arşivlerinin muhafaza edilmesine müsait değil. Halk evleri kapatıldı. Binalar boş kaldı. Adli arşivler çürüyor. Arşivlerin bazı bölümleri Bulgarlara kiloyla satıldı.
Diyelim ki kirası bin dolar eden bir daireyi kiraya verip gelir elde etme durumunuz varken arşivinizi koyuyorsunuz. Kitapların bakımı da yapılmalı. Onları da canlı bir varlık olarak düşünmeli. Bir süre sonra sahibine külfet oluyor. Bir vakfa bağışlamaya karar verdiniz diyelim, öncelikle vakfın kendi mülkü var mı yoksa kira mı diye araştırmak lazım. Kira olan bir binadaki yerin taşınma sorunları ya da kitapları koyacak yer sıkıntısı oluyor. Kurucusu olduğum Tarih Vakfı’nın bile kendine ait bir mülkü yok. Yer problemleri var.”
Cemal Kutay’ın arşivi yanmıştı
Atatürk dönemi tarih kitaplarıyla bilinen Cemal Kutay’ın 1987 yılında evinde bir yangın çıkar ve arşivi kül olur. Oysa Kutay, Ankara’da genişçe bir üzüm bağı alacak kadar parayı kitap, belge ve hatıralara yatırır. “Ben zengin bir adam değildim, şimdi de değilim” diyen Kutay, bugün sahip olduğu kitaplığını değerini takdir edecek yere vermek üzere oğullarına bırakmış.
Osmanlı hanedanına ait önemli kitapların daha çok Musevilerce satın alındığını kaydeden Cemal Kutay, hanedanın son yüz senesine ait kitapların önemli bölümünü 1930’lu yıllarda Fransa’da evinde ziyaret ettiği Doktor Sami Güzberk’in kütüphanesinde görmüş. Yine Paris’te Prens Sabahattin’in evindeki, eşine İstanbul’da bile rastlamadığı el yazması kitaplardan bahsediyor. Ankara’nın yeni kurulduğu yıllarda ise dededen intikal eden kütüphanesiyle Mustafa Abdülhalık Renda’nın geniş bir kütüphanesi olduğunu görmüş.
Osmanlı döneminde kitaba önem verildiğini, evlerde kütüphanelerin korunduğunu belirten Kutay’a göre, Latin alfabesine intibak sıkıntısıyla kütüphane mefhumu arkaya itildi.
“Üniversiteyi seçtim”
Maddi durumu iyi olan kişilerin kütüphanelerini üniversitelere bağışlamasından yana olan Prof. Orhan Türkdoğan yurtdışından gelen satın alma tekliflerine sıcak bakmıyor. Kütüphanesini bir kaç üniversite arasında paylaştırmaya karar vermiş. Bolu Üniversitesi’nin kurucusu olduğu için kitaplarının bir bölümünü oraya bırakmış. Malatyalı olduğu için bir bölümünü oradaki üniversiteye, diğer bölümü de Erzurum— Atatürk Üniversitesi’ne bağışlamayı düşünüyor. Ziyaeddin Fahri, Seyfettin Özege, Mümtaz Turhan’ın kütüphaneleri gibi bir çok kütüphaneyi buraya yönlendirmiş. Kendi gayretleriyle Atatürk Üniversitesi’nin yarım milyondan fazla kitabı olduğuna dikkat çeken Türkdoğan, kitaplarını satışa çıkaran Semavi Eyice’nin kütüphanesinin dışarı gitmesi durumunda ülke için ciddi bir kayıp olacağını, devletin Eyice’nin gönlünü hoş tutup sahip çıkması gerektiğini belirtiyor.
10 bin kadar kitap ve geniş bir belge niteliğindeki arşivi olan Orhan Koloğlu da kütüphanelerin üniversitelerde muhafaza edilmesinden yana. Kendi kütüphanesini Anadolu’da tespit ettiği bir üniversiteye vermeyi düşünüyor. Kütüphanesindeki uluslararası politika, tarih ve sosyal konulu kitaplara Anadolu’da daha çok ihtiyaç olduğu düşüncesinde. İstanbul’daki bazı fakültelerde kitapların 40 senelik toz içinde olduğunu görmüş. İstanbul Üniversitesi’ndeki depolarda bağış eserlerin hâlâ tasniflenmeyi beklediğini belirtiyor. Basın Müzesi’ni de 55 yıllık toz içinde bulan ve kendisi temizletip düzene koyan biri olarak her halükârda kitap ve arşivlerin bu ülkede kalmasından yana. Çünkü, Abdülhamid’in mektupları da dahil yüzlerce koleksiyon, yıllar öncesinin ekmek karneleri, daha nice belgeler önce bu ülke insanını ilgilendirsin ve elbette ki kıymeti fark edilsin...
Bugün Kurban Bayramı, kurbanlar kesilecek sevap niyetiyle etler dağıtılacak herkese. Yürekler bir olacak gönüllere kilitlenecek. Gökler rahmet bereketiyle yağmurlar boşaltacak yeryüzüne. Bugün hepimizin yüreği şenlenip bayram sevinciyle coşacak. Hepimizin Kurban Bayramı kutlu olsun.
İSTİKLAL MARŞI
www.htmlmekani.tr.gg
FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR VİJDANI HÜR ,BİREYLER OLMALIYIZ. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
AKLIN VE BİLİMİN ÖNCÜLÜGÜNDE TÜRK KÜLTÜRÜNÜ
ÇAGDAŞ UYGARLIK DÜZEYİ ÜZERİNDE OLMASI VE GELİŞMESİDİR. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
ULUSLARA EGEMENLİK -FERTLERE ÖZGÜRLÜK!