Bulgaristan Türklerinin Yakın Geçmişi ve Bugünü
XX. yüzyılın sonlarında, dünyanın özgürlük ve demokrasi yolunda hızla ilerlediği bir dönemde, Bulgaristan Türkleri'ne komünist rejim tarafından yapılan insanlık dışı baskı ve zulüm, zorunlu göç sırasında yaşanan insanlık trajedisi, şüphesiz tarihe bir utanç belgesi olarak geçecektir.
Bulgaristan Türkleri'nin trajedisi, kendilerine “Bulgaristan Türkleri” dendiği tarihlerde başlar.
1877/78 Doksanüç (Türk-Rus) Harbi olarak bilinen savaş. Rumeli topraklarını yerinden sarsmış, yüzbinlerce Rumeli Türkü'nün trajedisinin ve kitle halinde göçe zorlanmasının bir başlangıcı olmuştur.
Doksanüç Harbi neticesi bir BULGARİSTAN DEVLETİ kurulmuştur. Yeni kurulmuş devletin sınırları içerisinde kalan Türklere de “Bulgaristan Türkleri” denilmeye başlanmıştır.
Resmî Bulgar kaynaklarının verdiği bilgilere göre, Bulgaristan'dan Türkiye'ye kitle halinde büyük göçler, şu yıllarda olmuştur:
1. 1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında: 1 milyon Türk,
2. 1911-12 Balkan Savaşı'nda: 440.000 Türk göç elmek mecbûriyetinde bırakılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, komünistlerin idarede bulundukları donemde, şu yıllarda büyük göçler olmuştur:
1.1950/51 yıllarında 154 bin Türk,
2.1968/78 yıllarında 120 bin Türk,
3. Mayıs 1989-Mayıs 1990 tarihleri arasında 345.960 kardeşimiz Türkiye'ye göç etmiştir.
Zamanın başbakanı 1992 yılında BBC'ye yaptığı açıklamada, ekonomik sebeplerden dolayı da ayrıca 170 bin Türk'ün Türkiye'ye iltica ettiğini bildirmiştir.
Görüldüğü gibi Bulgar devletinin kuruluşundan günümüze kadar hükümetler arasındaki anlaşmalar çerçevesinde veya mecburi olarak göçler devam etmektedir.
Göç etmek demek, insanın doğup büyüdüğü topraklardan koparılması ve ailelerin parçalanması demektir.
Büyük göçlerle ilgili tabloya bakınca, bundan önceki iki büyük göçün de savaşlar sırasında yapıldığı görülür; yani Doksanüç ve Balkan Savaşları'nda. Bulgaristan'daki totaliter idare döneminde ise savaş yok. cephe yok, taraflar arasında bir çarpışma yoktu. Ama Türklere yapılan barbarlık ve canavarlık, savaşlar zamanında yapılandan pek farklı değildi. Misal olarak da 1989 yılı yaz aylarında başlayan ve komünist yöneticiler tarafından “Büyük Gezi” denen “Büyük Göç”ü verebiliriz.
Son Büyük Göç hâdisesinin sebeplerini şöylece özetleyebiliriz:
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra komünistler iktidara geçer geçmez, o zamana kadar özel olan bütün Türk okullarını devletleştirdiler. 1950/51 göçünün Stalin'in emriyle durdurulmasından hemen sonra, Türklere ait devlet okulları açıldı. Üç öğretmen lisesi, iki Öğretmen enstitüsü, 15-16 lise veya Bulgar liselerinde Türklere ait sınıflar açıldı. Ayrıca 1952/53 eğitimöğretim yılında Sofya Üniversitesi'nde Türkoloji. Tarih, Fizik, Matematik bölümleri açildi. Türkçe gazete ve dergi çıkıyor, Sofya Radyosu Türkçe yayınlar yapıyordu. Kırcaali, Şumnu ve Razgrat şehirlerinde Türk tiyatroları açıldı.
Burada bir parantez açarak dinî okullarla ilgili şunlar söylenebilir:
Komünistler idareye geçtikten sonra, mevcut bütün dinî okullar kapatıldı. Hristiyanlar, Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar, Mûseviler ve Müslümanlar dinî örf ve âdetlerinden mahrum bırakıldılar. Çünkü rejim, ateist idi.
1956 yılının Nisan ayında, Bulgar Komünist Partisi'nin en yüksek organı olan POLİTBÜRO, halen Bulgar tarihçileri tarafından da programı bilinmeyen bir çok kararlar alır. Todor Jivkov da genel başkanlığa getirilir. Bu tarihten sonra bütün Bulgaristan'da bir istibdat devri başlar. Belene adasındaki meşhur ölüm kampı genişletilir, 1960'ta Lofça ve daha başka yerlerde yeni ölüm kampları açılır.
1956 Plenumu(kongre)'ndan sonra Türk okulları Bulgar okullarıyla birleştirildi ve Türkler için açılmış öğretmen okul ve liseleri kapatıldı. Türkçenin okutulması müfredat programlarından çıkarıldı ve okullar birleştirilince de bir çok Türk öğretmen işten uzaklaştırıldı.
Bütün banlar, 1984/85 yılındaki Türk adlarının Bulgar adlarıyla değiştirilmesi hâdisesinin bir ön hazırlığıydı.
1984'te komünistler, bütün devlet mekanizmasını, ordusunu, polisini harekete geçirerek, bir kaç haftanın içinde Türklerin adlarını değiştirdiler. Olaylar, Kırcaali bölgesinde, Mestanlı, Cebel ve Benkovski kentlerinde başladı ve Türkler, ordu birliklerine, tanklara karşı yürüdü ve ilk şehitler de orada verildi. Türkçe konuşmak yasaklandı; Türklerle ilgili belgeler yok edildi ve Müslüman-Türk mezarlıkları tahrip edildi.
Komünist diktatörler, işlerini görmüştü ama, kalpleri rahat değildi. Dünya kamuoyu bu durum karşısında seyirci kalamadı ve Bulgaristan'ı her ülke kınamaya başladı. Bulgaristan yalnız bırakılmıştı. İçerde de rejim aleyhtarı Bulgar aydınları örgütler kuruyor ve Türklerin haklarının iade edilmesini istiyorlardı. Ölüm kampları ve hapishaneler, ülke içerisinde sürgünler derken bir çok Bulgar ve Türk'ün sınırdışı edilmesine sıra gelmişti.
25 Mayıs 1989'da Kuzey Bulgaristan'ın birkaç Türk kentinde yürüyüşler başladı; orada da şehit düşenler oldu. Bundan birkaç gün sonra da “Büyük Gezi” denen “Büyük Göç” başladı. 2 Haziran akşamı, televizyon ana haberlerinde T. Jivkov, Türkiye'den, sınır kapılarını açmasını ve Türkleri almasını istiyordu. Utanç trenleri, uçaklar, kilometrelerce uzunluğundaki araba kervanları, yüzyıllarca Bulgarlarla birlikte kardeşçe geçinmiş olan Bulgar vatandaşı Türkleri ülkelerinden çıkarıyordu. Bu insanlık dışı hâdiseler, Bulgar aydınlarının da nefretini arttırdı. 2 Haziran'dan 22 Ağustos'a kadar, yani iki buçuk ay içerisinde 312 bin Türk, Bulgar-Türk sınırını geçmişti. İşte bu günlerde dünyaca ünlü şair ve yazar, sonra da Bulgaristan Cumhurbaşkan yardımcısı seçilen Flaga Dimitrova “İnsanın Adı” başlıklı kısa eseriyle bu hâdiseyi protesto ederek, masum Türklere mânevî destek verdi.
Bütün bu gelişmeler, Bulgaristan'daki komünist rejimin bir an önce yıkılıp gitmesini hızlandırdı.
10 Kasım 1989'da T. Jivkov iktidardan indi. Bu tarihten sonra yapılan açık hava toplantılarında, Türklerin haklarının bir an önce iade edilmesi isteniyordu, miting ve toplantılarda, masum Türklerin yıllar boyu totaliter rejimden çektikleri dile getiriliyordu. Bilahare, büyük bir mitingde ünlü Bulgar yazarı Radoy Ralin, “Biz 35 yıl T. Jivkov'un idaresi yıllarında inim inim inledik. Türk ve Müslüman kardeşlerimizin direnişleri olmasaydı, inanın, daha 35 yıl böyle çekecektik. Bugünkü özgürlüğümüzü Türk ve Müslüman kardeşlerimize borçluyuz.” demişti.
1990 yılı Kurucu Meclis seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti lideri Dr. Dertliev;
“Biz Türklerden çok iyi şeyler öğrenmeliyiz. Türklerde anaya saygı, çocuklara büyük sevgi vardır. Öteki azınlıklardan da bir çok iyi şeyler almalıyız. Meselâ çingenelerden özgürlüğü öğrenmeliyiz” demişti. Başka bir mitingte şimdiki Bulgaristan Cumhurbaşkanı Dr. J. Jelev; “Yapılan araştırmalarda, Türklerin hayat standartlarının düşük olmasına rağmen, Bulgaristan'ın hiç bir huzur evinde Türk yaşlısı, yetim yurtlarında da Türk çocuğu bulunmadığını” vurgulamıştı.
1990 yılından bu yana Bulgaristan, demokrasi yolunda ilk adımları atmaktadır. Bunun ilk belirtileri de meydanda: Türklerin adlarının iade edilmesi, Türkçe konuşmak ve Türk dilinin Türk çocuklarına anadil olarak okutulması, Türkçe gazete çıkarma gibi konularda artık zorluklarla karşılaşılmamakta, Sofya radyosunda günde 15 dakikalık Türkçe yayınlar yapılmaktadır. Camilerimiz açık, inanç, örf ve adetlerimize göre yaşamak ise serbesttir. Şumnu Üniversitesi'nde ve Kırcaali Öğretmen Enstitüsü'nde Türk gençleri, kendi dillerinde öğretim görmekte, ayrıca İslam Enstitüsü ve üç tane de İmam Hatip Okulu açılmış bulunmaktadır.
Bulgaristan ile Türkiye arasında dostâne münasebetler sürmektedir. İki ülke cumhurbaşkanlarının karşılıklı ziyareti, Ankara Üniversitesi ile Sofya Üniversitesi arasında imzalanan müşterek çalışmalar belgesi vs. dostluğun ve iyi komşuluğun birer nişanesidir.
|